01 Ekim 2019

O Fünikülere Binilecek Demiştim

Neredeyse 1 ay geçti üzerinden... Bu arada Orta Avrupa da gezilip gelindi ama yazma disiplinini kazanamayana zor işler buralar.  


Nerede kalmıştık! 
O sabah yürüyüşü Rustaveli Caddesi üzerinden yaptık.  Yürüyüşün orta yerinde duruyoruz, füniküler tabelasının altında hararetli bir tartışma: 3 - 3 berabere kalınıyor. Gruplar ayrılıyor. Tepede görüşürüz. Ben bir kere o fünikülere binilecek demişim. Haliyle fünikülere doğru yokuşun en başındayım. Hemen ardımda Halim ve babam. 

Yokuş çıkmakla bitecek gibi değil. Füniküler nerede ki! Soran gözler, çığlık atan ayaklara mı baksın yola mı?

Neyse ki yokuşun tepe noktasında bir tabela: FÜNİKÜLER
Derin bir oh!

Aman Allahım! Rustaveli Caddesi ile Mtatsminda Dağı arasında gidip gelen fünikülere ulaşmak için öncelikle hatrı sayılır o koca yokuşu çıkmak gerekiyormuş.  Fünikülerin sefer uzunluğu 501 metre. Tabi önce yürüyerek başlangıç noktasındaki  460 metre rakıma ulaşmak gerekiyor. Neyse ki, 1 km.lik bir yokuş. Aman Allahım dedirtense, yokuşun dikliği. Füniküler söz konusu oldu mu ilk vagon es geçilemez. Geçilmedi de!


10 dakika sürdü sürmedi. Mtatsmida Park'a ev sahipliği yapan tepedeyiz. Soluklanmak için vaktimiz var, taksi ile gelen ekibin keyfi yerinde. neredeyse eş zamanlı gelişimizin sırrı dönüş yolunda. Kısa soluklanma sonrası Mtatsminda Park geziliyor, iç çeke çeke bir haller olunuyor. Keşkeler sıralanıyor ardı ardına... Keşke vakit olsa da bir bira içsek, keşke hamaklara yayılıp kitap okusak, keşke biraz çocuk olsak, keşke biraz daha bira içsek... Bir bira daha!



Uzayıp gidiyor keşkeler süre tik tak tik tak işliyor. Acımasız zaman! 1 saat sonra buluşma yerindeyiz. Sır ifşa olmak üzere, araba bizi almaya geliyor, öyle uzun, öyle kıvrımlı bir araba yolundan dönüyoruz ki; fünikülerin yokuşuna kurban olmaya razı geliyoruz. 

Akşam küçük bir aile yemeği var; Tiflis'te olmak demek Katie için aile ile birlikte olmak demek. Payımıza düşene razıyız. 

Bu gezide bir ilki başarıyorum ve sonradan fark edeceğim gibi Tiflis eş zamanlı sosyal paylaşım yapabildiğim ilk ve belki de son gezim olacak. Fotoğraf ve mekan meraklıları instagramın kapısına doğru ilerlesin lütfen.

Ertesi gün Tiflis dışında olacağız. Gürcistan’ın en eski kentlerinden biri olan Mtsheta gezilecek.  Beso yine bizimle. Doğu Gürcüstan’da, tarihsel Kartli bölgesinde yer alan şehir, Tiflis yakınlarında, yolculuk sıkıntılı değil, yaklaşık yarım saatte Cvari Manastırı'nda oluyoruz.



Manastırdan Kura ve Aragvi ırmaklarının birleştiği manzarayı seyretmek doyumsuz. Gürcüler, 317 yılında Hıristiyanlığı burada kabul ettiklerinden neredeyse kutsal bir kent Mtsheta.


Svetitshoveli Katedrali'nde İsa Mesih'in abasının defnedildiği yer olarak biliniyor.  Beso mevcut yapının ortaçağın Gürcü mimarı Arsukisdze tarafından 1029 yılında tamamlanmış olmasına karşın, buraların geçmişinin dördüncü yüzyılın başlarına kadar uzandığını söyledi. Şimdilerde Mtsheta otopark alanından Katedrale varıncaya kurulan tezgahlar ile Şirince'den hallice bir noktada olsa da; kaostan sıyrılmayı başardığınızda gerçekten de mistik bir havası olduğunu hissedebileceğiniz ilginç bir yer. 





Arkası yarın kuşağında: Şarap, Khinkali ve Çok Daha Fazlası

27 Ağustos 2019

Dinler buluşması ve "Old Tbilisi"

Anneeee! Lütfen durur musun? Anne! Br poz da burada alayım. 

Sonunda azarı işitiyorum eski kentin eskimiş kaldırımlarında fotoğraf çekeceğim uğruna. 

Tiflis sokaklarında en dikkatimizi çeken şey kadınların çokluğu. Çalışan, dilenen, koşuşturan kadınlar... Bazı kadınlar tertemiz öyle ki, dilendiğini bile anlamıyorsun ilk başta. İri yarı kadınlar var, bir de ufak tefek. 

Binaların da hatrı sayılır bir dikkat çekiciliği var. Bazıları öyle büyüleyici ki, her birinin ayrı ayrı hikayesi anlatılsa dinlemek isterdim açıkçası.  








Baratashvili Caddesi üzerinde güle oyna yürürken, bir sokağın başında duruyor Beso, burası özel biri yer, trafiğe kapalı, sokağın hemen başında bir heykel var Beso anlatıyor, ben not almadığım için unutuyorum; sonra googldana buluyorum. Hademe Rashid Adamov heykeli.... Neydi bu adamın hikayesi, sanki acıklı bir aşk hikayesi vardı... Ah benim unutmam sanan yanım. Üstelik geçmiş yıllara göre detayları daha da çok unutuyorum. Bir kalem ve bir defter de edinmiştim üstelik küçük notlar almak için. Sokak farklı inanışların inanç merkezlerini bir arada bulabileceğiniz eşine nadir rastlanır bir mozaik.


Rezo Gabriadze Marionette Tiyatrosu bir kukla tiyatrosu, tüm oyunlarının kendisi tarafından yazıldığı ve halen sergilendiği bu yere ilişkin daha önce Laparagas bir ukdesinden bahsetmiş olsa da hevesimizi bir sonraki Tiflis gezisine bırakmak zorunda kalıyoruz. 


Kiliseleri, kafeleri geçip daracık sokakların sonunda gelinen Barış köprüsü üzerinde fotoğraflar çekip, Beso'ya da kulak kabartmaya devam ediyoruz. Bu köprü ve az sonra göreceğimiz konser salonu ile ilgili iki farklı görüş var. Bazı Tiflisliler eski kentin karakterini yansıtmadığı için bu yapılara tepkili, bazı Tiflisliler ise, moderni eski ile birleştirebildiği için kendi gelişimlerini yansıttıklarını düşündüğü için bu yapılardan memnun. 






Nihayet karşı kıyıdayız. Teleferikle Tiblis'in anasını görmeye gideceğiz. Uzunca bir sıra bekliyoruz, güneş hatırı sayılır bir sıcaklıkta. Neyse ki, 6-8 kişi ile yola devam eden her bir kabin bizi biraz daha gölgeli alana yaklaştırıyor. Tiflis kartı olana 2,5 gel tek yön. Biz "Mother of Tbilisi" ya da "Kartlis Dedas" ziyareti sonrası yürüyerek ineceğiz tepeyi. Çok yorulmamış olursak bir de kaleye çıkarız diyoruz. Ne yazık ki dünyanın en büyük ikinci botanik park için çok yorgunuz. Dostlarına şarap düşmanlarına kılıçla merhaba diyen Tiflis'in anası muhteşem bir tepeden Tiflis manzarası sunuyor. Kesinlikle görülmeye değer. Özellikle butik otellerin teras kafelerini göze kestirmek ve bir akşamı o sokaklara, barlara, kafelere ayırmak şart! Başka bahara farkındayız. Ama hayal kurmak kime ne zarar verebilir ki! Kaleye geldiğimizde artık iyice yorulmuş olduğunuzdan gezmekten vazgeçiyoruz ve hamamlar bölgesine doğru ara sokaklarda evlere hayran hayran bakarak iniyoruz. 









Cuma Cami'yi geçer geçmez girdiğimiz ara sokaktan dönerek inen merdivenlerde sülfür kokularını duymaya başlıyoruz. Artık her şehrin her köprünün kaçınılmaz klasiği kilitlerle karşılaşıyoruz. Köprüyü geçer geçmez İncir kanyonundayız. Herkes fotoğraf peşinde, acaip bir kalabalık var. Kayaların hemen yamacında duran evler ürkütüyor insanı. Hem çok katlılar hem de geniş. Kafamız yukarıda yürüyoruz bir süre. Artık yorgunluk ve açlık kapıya dayandı. Beso'ya mola için yer önermesini istiyoruz. Daha sonra bir kez daha gideceğimiz Legvi Cafe'de nihayet soluklanıyoruz. Hepimize iyi geliyor gelip geçeni seyretmek. Üstelik servisin yavaşlığından olsa gerek günün kalanını planlamak için yeterince zaman olmasına da seviniyoruz. 




Hamamlar bölgesindeyiz. Orbeliani Baths en şık spa! Binası bile büyüleyici. Saatlik ücreti 50 gel'den başlıyor, 150 gel'e kadar çıkabiliyor. Hayran hayran binaya ve hemen yanındaki evvin muhteşem balkonlarına bakarken, Beso'nun sesini duyuyorum. Beso yine "beyfendi" diye sesleniyor... Nafile. Babam çoktan yolun sonundaki parka vardı bile. Çaresiz bir "Evraaaan" çıkıyor Beso'dan, o da yoruldu. Sen anlatırsın diyor. Ah  bir hatırlasa balık hafızam...  

Kartal ve sülünden oluşan bu anıt, Tiflis'in kuruluşunun hikayesini / efsanesini sembolize ediyor. Kral Vakhtang, bir av partisindeyken, şahin bir sülünü yakalıyor ve kaplıcaya dalıyor, Her iki kuş da suyun yüksek ısısından etkilenip anında ölüyor. Kral Vakhtang bu durumdan o kadar etkileniyor ki; bu noktada bir şehir inşa edilmesini istiyor ve böylece Eski Tiflis var oluyor. 



Arkası yarın kuşağında: O fünikülere binilecek demiştim. 

22 Ağustos 2019

Biz Tiflis'i Çok Sevdik

Uçuşumuz gece... Aylar evvelden hazırız. Sabiha Gökçen Havaalanına gitmek için BBus tercih ettik. Annemler İzmir'den yola çıkacak. Haliyle onlar sabahın erkeninde hazırdılar İzmir - İstanbul uçuşuna. Uzay Newyork'tan geliyor. O bizden bir gün sonra Tiflis'de olacak. Katie - yolculuğa sebep güzel kadın! - zaten 3 gün önceden gitmişti oraya. 

İlk etap gerçekleşiyor. Annemlerle havaalanında buluşuyoruz. Biraz çay kahve, biraz sohbet, çokça "dutyfree" fiyat incelemesi sonucunda 12 yıllık viskilerin "twin" paketinden kapıyoruz. 

Gece ineceğiz Tiflis'e... Halim parıl parıl parlayan haliyle bir mücevheri andıran kenti gökyüzünden fotoğraflıyor. En sevdiği şey! Kentleri gökyüzünden kavramak. Heyecanla anlatıyor. Kura Nehri'ni ve gördüklerini. 

Pasaport kontrolde sorular: Neden buraya geldiniz. "Kız almaya" diyemiyoruz. "Turistik amaçlı" diyerek gülümsüyoruz. Halim geride kaldı. Nedense telaşlanıyorum. Duraksadığım anda polisten azarı işitiyorum. Hızlı adımlarla oradan uzaklaşıyorum. 

Bizi bekleyen şoför aile adına bir isim yazmış. Kendimizi bulmakta zorlanmıyoruz. Gece geç, yorgunuz. İlaç gibi geliyor otele nasıl gideceğimizi düşünmemek. 45 dakikalık bir yolculukla, kentin gece halinde otele varıyoruz. Hemen Kura Nehri'nin ve Kuru köprünün yanındayız. Sonradan öğreneceğiz ki, Kura Nehri'nin solu fakir mahalleler, sağı ise zengin mahallelerle çevirili. Sonraki günlerde "orta kesim" olarak solun en sağındayız diye kendimizi avutuyoruz.  Saarbrucken Meydanı üzerinde yer alan Moxy Hotel, Marriott Hoteller zincirinde hip tarzındaki yeni nesil otel anlayışı ile hizmet veriyor. Mesela odalarda dolap yok! Büyük ekran televizyon var. Lobi inanılmaz eğlenceli ve büyük. Kahvaltı basit tutulmuş. Oteli ilk gece tuhaf sabah uyanınca sevimli buluyoruz. Eğlencesi bol, çalışanları genç ve  güler yüzlü, kahvaltısı bizim için vasat. Neyse ki, biz kahvaltı için zengin mahallenin şık otelindeyiz: The Rooms! 

Katie karşılıyor bizi. Zarif kadın!
Otel daha girişte belli ediyor kendini. Kütüphane muazzam, heykeller de öyle. Fotoğraf çekme arzum, ayıp olur duygumla yarışıyor. Neyse ki kahvaltı sonunda Halim bir kaç kare çekip anılara çok beğendiğimiz bu otel girişini de eklemeyi başarıyor. 

Ben kahvaltı salonunda genel bir kare alıyorum. Son derece ilgili çalışanların yüzünde gülümseme bir an olsun eksik değil. Zaten kahvaltıda bir tek kuş sütü eksik. Yerel tatlardan dünya mutfağına uzanan, yok yok kahvaltısı bizi gülümsetiyor. Uzun, doyurucu, tatmin edici, sohbeti bol bir kahvaltı sonrası günün planı belli. Rehber gelip bizi alacak ve şehirde bir tur atacağız. Rehber Türkçe biliyor. Şanslıyız, annemle ben tercümanlık etmeden bir gezi yapacağız. 


Rehber bize genel bir tur yaptıracak. Yürümeye alışık kaşifler olarak arabayla gidiyor olmaktan biraz memnuniyetsiz bir ruh halimiz var. Neyse ki arabayı Rustaveli Caddesi'nde Shota Rustaveli Tiyatro ve Film Üniversitesi'nin önündeki park yerinde bırakıyoruz. Yaşasın! Geri kalan tüm gün yayayız.  Biraz "gel:lari" olsa yanımızda fena olmaz deyince Besso bizi bir "change office"e götürüyor. Kur 2.91. 

Rehberimiz Besso güleç yüzlü bir adam. İyi Türkçe konuşuyor. Büyükelçiliğimiz tarafından açılan ücretsiz kurslara katılmış. Resmi rehber olarak çalışıyor. 4 kişilik ekibin heyecanları ve merakları farklı olunca Besso bizi bir arada tutmakta zorlanıyor. Alışık olmayan bünye rehber tutmuyor. 

Babamın arkasından efendimmmm diye seslenmekten bitap düştüğü bile oluyor. Bir ara babam "beyfendi" ile "efendim" arasındaki farkı cümle içinde kullanarak anlatıyor. Besso artık "beyfendi" diye sesleniyor. Ben zaten onun için başından beri "Evran"ım. Rustaveli Caddesini, üzerindeki sanat galerileri, parlamento binası, müzeler ve opera bale binası, tiyatro ve üniversite binalarını tarihleri ile dinlemek bir süre sonra zevkli bile geliyor. Çünkü bazı bilgiler "google"  tarafından yazılı olsa da kentte yaşayan birinden dinlemenin de tadı bambaşka oluyor. 

Füniküler yazıyor bir tabelada. Koşarak Besso'nun yanına gidiyorum. Çok yokuş diyor. Mtatsminda dağında park var. Arabayla gideceğiz diyor. Hiç hoşnut değilim bu durumdan. Park ziyareti ertesi gün. Üzerinde durmuyorum ama o fünikülere binilecek biliyorum.

Oldum olası sevdiğim sokaklar, bu caddede bir başka güzel. Heykeller, binaların estetik güzelliği, caddenin genişliği ve yeşilliği... Kısaca daha ilk günden sevdiriyor bu kent kendini. Elimde değil, her yeri ama her bir yeri fotoğraflamak istiyorum. 











Özgülük Meydanı'na ve kentin eski dış sur sınırına geldiğimizde Rustavelli Caddesini boydan boya yürümüş oluyoruz. Aslında bu nokta ile yürüyüşe başladığımız nokta arasında bir duraklık metro var. Bir kaç gün sonra sırf metroya binmiş olmak için yeniden buralarda olacağız. Tiblis'in bağımsızlığının kutlandığı bu alan ejderhayı öldüren Aziz Jorge'nin altın heykeli ile süslenmiş, en geniş meydanlardan biri. Gecesi gündüzü ayrı kalabalık ve hareketli...


Özgürlük meydanından aşağıya doğru eski surların arasından geçerek yürüyoruz. Özellikle "Old Tbilisi" Orta Çağ, klasik ve Sovyet mimarilerinin bir karışımı. Hakim kültür; Doğu Ortodoks Hıristiyanlık. Tarih boyunca çeşitli kültür, etnik köken ve dinlerden insanları barındıran kent bugüne dek 29 kez yıkılıp yeniden kurulmuş.  Dar sokakları ve eskimiş, eğilip bükülmüş, büyük ve bahçeli ve muhteşem balkonlu ahşap evleriyle görülmesi gereken bir yer. Heyecanım katmerleniyor. Bir kentin en sevdiğim hali ile daha içli dışlı olmaya az kaldı. 



Arkası yarın kuşağında: Dinler buluşması ve "Old Tbilisi"