29 Kasım 2019

Müzeler, Sokaklar ve Son Akşam Yemeği

Bu an hiç gelemeyecek sandım... Bitiremediğim diğer gezi notlarından biri olacak diye de epey dertlendim ama şükür ki bu günü gördüm. 

Tiflis gezisinin en güzel zamanlarından biri de kesinlikle sokaklarında avare gezmek ve müzelerinde soluklanmak oldu. Geziyi planlarken son günü Gürcistan Ulusal Müzesi ve MOMA Tiflis'de geçirmeye karar vermiştik. Sabah erkenden yine meşhur caddedeyiz. Bu cadde üzerinde dükkanlara bitişik döküm heykellere hayran olduğumdan eksik kalan bir kaçı daha tamamlamak için hep grubun en sonunda kalıyorum. Mesela bir müzisyen grubu var ki kulak kabartsan çaldıkları şarkıyı duyarsın. Duymadım sanıyorsanız yanılıyorsunuz. 




 


İlk durak Ulusal Müze...
Sovyet işgali bölümü herkesin merakı.
Ama önce tarih kısmı gezilecek orada fotoğraf çekmek yasak. 
Tiflis'e iki saat uzaklıktaki Dmanişi kazı alanında bulunan ilk insana ait kafataslarından birinin 1,8 milyon yıllık olduğu söyleniyor. Avrupa dışında bulunmuş en eski kafatası insanlık tarihine yepyeni bir ışık tutuyor. Zaten müzenin  bu bölümü doğal tarih müzesi gibi. 
İnsan tarihini kronolojik anlatan kafataslarının olduğu bölüm en çok ilgimizi çeken yer oluyor. 
Müzede neredeyse 2 saat zaman su gibi akıyor. 
Sovyet işgali bölümü soluksuz konuşmalar üzerinden geziliyor. 
Mücevherlerin olduğu bölüm ise doyumsuz seyirlikle sunuyor. 
Bazı parçalar o kadar iyi durumdaki, bugün yapıldığına yemin etseniz başınız ağrımaz. 




İkinci ziyaret MOMA Tiflis.
Gezinin en sevdiğim fotoğraflarından birini burada çekiyorum. 



MOMA büyük bir müze, zaman su gibi akıyor. Yorucu ama tempolu bir ritmle 5 katlı oldukça büyük müzeyi keyfi katmerleye katmerleye geziyoruz. Şansımıza Tiflis Devlet Sanat Akademisi Güzel Sanatlar Fakültesi öğrencilerinin mezuniyet sergisi var. 





Charlie Chaplin Tiflis'de olsa nasıl olurdu diye düşünen Zurab Tsereteli 40 yıl boyunca resmediyor Chaplin'i. 20. yüzyılın ortalarında, Tiflis'te açılan İtalyan Opera Binası ve tüm şehrin opera aryaları söylemesi etkiliyor Tsereteli'nin sanatını. Daha sonra herkesin iyi hissettiği bir dünya olan sirk de şehre gelince yetişkinler ve çocuklar aynı sevinç zamanında buluşuyor. Tsereteli tüm bu hayranlık duyduğu olayları Chaplin'i de işin içine katarak tablolarını yapıyor. Sergi ve elbet sonunda Tsreteli'nin yaşamından kesitlerin sunulduğu fotoğraf albümü zamanın nasıl akıp geçtiğini unutturuyor. Yaklaşık 3 saat kaldığımız müzeden acıkmış olarak ayrılıyoruz. İstikamet eski Tiflis. 


 ,










Tiflis'de son günümüz. Sokaklar güzel. Hava desen o da güzel. Biz? En güzeliz. Yürüyoruz. Aklımız Tiflis'in metrosunda. İyi ki kalmış... İniyoruz. Derine, daha derine. Yerin 7 kat altına. İniyoruz. Bitmek bilmeyen bir tünelin ışıksız sonu ile karşılaşmak nasıl bir duygu bilmeden. Fotoğraf çekmek yasak. Buruk bir tat kalıyor keyfimde. 



Eski Tiflis... Sen ne güzel eskimişsin böyle... Yoksa hep mi eskiydin. Heykeller yine yeniden alıp götürüyor beni. Bir tanecik alabilseydim. Alamıyorum. Alamayacağımı bile bile çaresiz bir hevesle sanat dükkanlarında alıyorum soluğumu ve geri veriyorum her bir tanesine uzun uzun bakıp hayaller kurarak. Bir tanecik alabilsem, şu küçük olanı. O atlı olanı. Kadınları bari... Alamıyorum. Zaten her şey o metroya inişte çekemediğim fotoğraf yüzünden oldu biliyorum. Keyfimin burukluğu giderek artıyor. Ama sizi temin ederim ki Tiflis sokaklarının iyileştirici bir etkisi var. Vallahi de var billahi de var. Gidin kendiniz hissedin bence.  




Yolumuz belli Jan Shardeni sokağı tavaf edeceğiz. Bu günün sonunda o buruk tat yerini katmerlenmiş bir hazza bırakacak. Öyle kızgın kum, soğuk deniz hissi değil aradığımız. Biraz jazz, bir kadeh kırmızı, biraz şıklık, hatta biraz şımarıklığa ihtiyacımız var. En azından ben öyle bir ruhla arşınlıyorum sokakları... Evet anladınız, bir yanım fena halde serseri... Dolaşıyoruz sokaklarda. Gözüme bir yer kestirdim bile. Henüz kimseye bir şey demiyorum. İş bana kalırsa, ki kalır genellikle... Cevabım hazır, "eee nerde yiyoruz" diyecekler bana, ben de sanki yüz kere Tiflis'e gelmiş de gurme bir lezzeti dekorasyonundan tanıyan havalı gezgin edasıyla  "tabi ki Organique Josper grill bar'da" diyeceğim. Hazırım yani... Çok ama çok hazırım. 



Tiflis için kıymetli bir kadın tiyatro sanatçısının sahnelediği karakterlerden oluşan heykelleri anlatan rehbere kulak kabartıyorum. Oyunları, oyunlardaki karakterleri anlatıyor uzun uzun. Topluma yansımalarından söz ediyor. Baya bildiğin sanata övgü söz konusu. Yüzümde müstehzi bir gülümse. Kendime, bize, bizdeki sanatçıya sahip çıkılma halinin yarattığı hale bu alaycı gülümsemem biliyorum. Aslında içimin acıyan yanına kamuflajı basıyorum. Bence gayet iyi idare ettim. Türklüğümün bana verdiği gururu sahnelemem on üzerinden 11... Belki zorlasam 12 olacak ama o kadar da büyük oynamıyorum. Sonuçta eğitimini almadığım bir sanatın sahneye zorla itilmiş yoldan geçeniyim. Rehberin yanından usulca ayrılıyorum. Alkış falan da kopmuyor. 




Parkı geride bırakıp, tiyatro üzerine yaptığımız sohbeti, biraz da soluklanmak için oturduğumuz banklarda, sıradaki başı kalabalık heykeli de görebilmek için uzatıyoruz. Ankaralar, ASTlar, İstanbullar, devlet tiyatroları, geçmiş yıllar, oyuncular, ah bir kez sahnede izleyebilseydim serzenişleri. ben seyrettim çalımları... Derken çekik gözlü herkese yapıştırdığımız Japon olma ihtimali yüksek grubun ardından ve yaklaşık 40 fotoğraf sonra, sıradaki heykelin başında toplanıyoruz. İlk tostçu... Yok ya değildir, ilk şarapçı... Olur mu canım her halde olsa olsa Tiflis için kıymeti var da "google" bilir inşallah diyerek hedefe kitleniyoruz. 



Tam da resmettiğimiz gibi oluyor. Tam da hissettiğim gibi. Kadehler kalkıyor, geride kalan günlerin, yerlerin heykellerin, müzelerin, yemelerin, içmelerin kritiği yapılıyor. Sohbet öyle derin, öyle güzel ki.. Tatlıya yer vermesek ayıp ederiz diyoruz. Ona da yer açıp kahveyle şımarıklığı taçlandırıyoruz. Güzeliz... Öyle böyle değil... Çok güzeliz... Her birimiz, bir diğerinin varlığına ve bu gezideki katkısına selam ediyoruz. Yüreklerimiz sımsıcak bir geziyi daha geride bırakıyoruz. Döner dönmez planlarına başlayacağımız 15 günde "Devri Orta Avrupa Turu" için heyecanımızı ateşliyoruz. 




22 Ekim 2019

İnsan Sever Bir Kere*


Bugün geçmişin sularında yıkandım. Seneler öncesinin kırılgan kalbini avuçlarıma alıp okşadım. Yıkıntılardan çıkıp tozlarını silkelerden soluklandığım duraklarda; durağın sahiplerine ve elbet gelip geçenlerine selam ettim. Bazılarının kelimeleri delip geçti derinden, bazıları yüreğimi ısıttı inceden, bazıları güldürdü durup dururken.

Kiminin kalemi karaydı, kiminin duyguları kırmızı... Kimi üryandı büsbütün, kimi kat kat maskeli... Kimi bir umuttu sadece, kimi ummandı sonsuz maviliğinde... Kimi kardeş oldu bana, kimi dosttan da öte... Kimiyle rakı bardağında bir sohbetlik zamanları paylaştık, kimiyle şarap içtik gecelerce... Kelimeleri yürek sızlatan bir kadını tanıdım, gözleri kahve kokan bir adamı, yüreği yaralı bir kız çocuğuna annelik ettim aklım el verdiğince.

Geçmişte dolanmak iyi geldi benliğime. Bugün bir yaş daha büyümüş oldum böylece. Yıllara bağlı değildir büyümek, yaşanmışlıklar büyütür insanı der sevdiğim adam. Hepsini üst üste koydum, boyumca yaşanmışlığım varmış meğer, ne de mutlu oldum.

Kulağımdan gitmeyen bir şarkıya saplandım bugünlerde. Tekrar tekrar dinledim gün içinde

 "İnsan sever bir kere"

İnsanın sevme biçimi "biricik". Bu nedenle yaşamında sevdiği ve sevildiği kim varsa her biri kendine özel bir sevme biçimiyle var olmuş, oluyor ve olacak. Bunu fark etmiş olduğum için kendimi şanslı hissettim. Sevdiğim ve sevildiğim her bir yüreğe tebessüm ettim. Bazılarında takılı kaldım. Mazinin güzelliği, çekilen sıkıntılar, yaşanan heyecanlar, kahkahalar, özlemler, gözyaşları sıralandı anılar içinde. Ben en çok aşka saplandım. Bile isteye! Tüm bunlar geçip giderken zihnimden bir cümleyi aradım geçmişte takılı kalan. Bir yazı çıktı karşıma. 

Ayaz Vurursa Yüreğime


Aradığım kelime vardı bu yazıda ama benim aradığım haliyle değildi. Soluksuz okudum yazıyı. Seneler sonra üçüncü bir göz benimki. Yürekten bir aferini hak tanıdım kendime. Ne güzel dile getirmişim duygularımı dedim neredeyse yüksek bir sesle.


Sonra takıldım yine şarkıya! 
İnsan sever bir kere... 
Bin kere tekrarı olmaz...
Ahhhh! 


Şarkı döndükçe kendi geçmişimde sürüklendi zihnim oradan oraya.
Bir yazıdan diğerine geçtim. 
Bir yorumdan diğerine.

Sevdiğim her bir kere için minnetle doldu kalbim.
Gülümsedim her bir kelimeye, o kelimenin iz düşümüne. 

Gri saçlarında kahkahalar saklı kadına,
Her kuş tüyü gördüğümde yüzümü gülümseten tontiniye,
Şimdi çok uzakta olsalar da bana dokunan sımsıcak yüreklerine sarıldım.

Bir gün yine komşu olacağız biliyorum.
O güne kadar giderek büyüyen yüreğim bir çocuk saflığında sevmeye devam edecek.
Her ikinize de söz veriyorum. 





Tetikleyen: Mahallenin güzel yürekli tıfıl çocuğu Buraneros selam çakmasaydı "Bizim Oralarda Sabah Olunca..." deyip de geçmişe, ben de yıkanmazdım yazmaya özlem yağmurlarında sessizce.





*  Eylem Atmaca sesinden, sözü müziği Nadir Göktürk'e ait bir şarkı. Ezginin Günlüğü, İstanbul gibi albümünden.






09 Ekim 2019

Şarap, Khinkali ve Çok Daha Fazlası


Neyse ki unutmadan yazabileceğim. 
Tembellik dizin boyunu aşınca... 
Yazmak hali bir ödülü hak ediyor aslında. 
Nerede kalmıştık: 

O gün sabahın erken saatlerinde şoför bizi almaya geldi. Böylece başlamış oldu 2 günlük macera. Hedef Mestvireni - Wine cellar. İki gün boyunca bir şarap üreticisinin bağ evinde kalacağız. 2 günlük maceranın asıl sürprizi Shilda Winery and Restaurant. Orada yerel ekmek, cevizli sucuk ve Khinkali kurslarına katılacağız. Şarap ve votka tadımları, yerel lezzetler... Heyecanlıyız. 

Yola çıktığımızda öğreniyoruz ki yol üstü bir durağımız daha var: Siğnaği

Burada iki seçenek var; ya bir tur arabası kiralayacağız ya da ATV. Tercihimiz dört başı rüzgarlı tur arabası kiralamaktan yana oluyor. Siğnaği, Gürcistan’ın doğusunda, Kaheti bölgesinde yer alıyor.  Nüfus açısından ülkenin en küçük kasabası: nüfusu 1.485

Tarihi açıdan öneminin olması ve iyi korunmuş olması bu küçük kasabayı turistler açısından çekici kılıyor. Katie içinse çocukluğunun gezi rotalarından biri. Bizler için bu anlamı ile bile yeterli. 




Karşı tepelere gidip ovayı seyrediyor, sonra yine dört başı rüzgarlı arabamıza binip başka bir tepeye varıyor, sonra yine daracık, kargacık burgacık yollardan arabanın kah altını vura, kah kapısını dallara çarpa başka bir tepeye varıyoruz. Üç kapısı olan ve kasabayı çepeçevre saran kalenin neden İran savaşları sırasında kuşatılamadığını da böylece anlıyoruz.  


Bir keşif daha son bulunca rotamızı Mestvireni'ye çeviriyoruz. Yol bitiyor. Toprak yollardan devam ediyoruz bağ evine doğru. Artık google bize yardımcı olamayacak diye endeşeliyiz. Neyse ki Beka ve ailesi bizi karşılamak için yollara çıkmış durumda. 


200 dönüm fındık, şeftali ve üzüm bahçesinin içinde kendimizi kaybetmemek için zor duruyoruz. Mikheil eliyle karşı dağları işaret ediyor. 45-50 dakikalık bir yolculuk sonrası Kafkas dağlarındayız. Aştık mı ver elini Rusya. Uzaktan dağları seyrediyoruz. Hayaller çeşit çeşit. Herkes bir köşeye savrulmuş. Oysa ki daha 10 dakika önce yorgunluk ve merak kapışıyordu. Belli ki yorgunluk kazanmış. Doğayı dinlemek herkese iyi geliyor. Güneş batmadan masa kurulsun istiyoruz. İçimizden birinin "hadi"si yetiyor: Silkeleniyor ve hareketleniyoruz. 



Koşuşturmalı bir telaşla akşam yemeği hazırlıkları başlıyor. Mikheil ateşin başında. Akşam yemeğine eşlik edecek şaraba karar verildi. Mikheil  "chacha" ve "peach vodka" ikram etmek konusunda ısrarcı. Üstelemiyoruz; tadımlık getirdiği chacha ve şeftali votkasını deniyoruz. Ruslar bombayı buldu diyor, bizse chacha'yı. Kahkahalarla gülüyoruz. 

Beka turizm okuyor, Çeşme'yi çok merak ediyor. Sohbet doyumsuz. Beka yüzünde hiç eksilmeyen görkemli gülüşü ile annesinin yaptığı yemekleri bir bir masaya taşıyor. Koyu saçları, kemikli yüzü ve gülüşü müthiş bir uyum içinde. Anneye benzetiyoruz Beka'yı. Mikheil mangaldan alıp geldiği şişleri masaya bırakıyor. Onun da yüzünde asılı kalmış ve olmazsa eksik olacakmış bir gülümseme var. O anlatıyor, Beka tercüme ediyor. Kadehler kalkıyor, keyfimiz giderek ve hızla tavan yapıyor. Güneş Kafkas dağlarının tepesinden batıyor. Manzara doyumsuz, manzara aşık olunası, hava ılık mı ılık. Bir film karesinin içinden çıkmış güzel insanlarız hepimiz. İçimizden taşan mutluluk, kahkahalar, gittikçe koyulaşan sohbet ve en çok da küçük ama koca yürekli ailemizin bir arada oluşu beni duygulandırıyor. Yoksa 70 derecelik kavun votkası bana vız gelir tırs gider de!!! 

Yemek sonlanınca ortalık sakinleşiyor. Kabuğuna çekilen canlılar gibiyiz. O taş evin duvarlarının ardında yer alan uçsuz bucaksız ovadaki sessizlik her yeri ele geçirmiş gibi. Sessizlik öylesine sessiz. ki, gece kuşlarının kanat çırpışları bile duyuluyor hafif bir kulak kabartısıyla. Herkes uykuya çoktan kavuştu. Bense geceyi sabaha bağlamak konusunda telaşlıyım. Babamın sabah yapacağı yürüyüşe eşlikçi olmayı çok istiyorum. Sabah olur olmaz en ufak tıkırtıya gözlerimi açıp yataktan fırlıyorum. Yaşasın babam kapıda...


Kafkas dağlarına doğru bahçeyi boydan boya yürüyoruz. Üzüm zamanı burada olmak ne güzel olurdu! Hayali yetiyor o anda. Neyse ki, bir kaç ağacın üzerinde kalan erik ve tek tük de olsa böğürtlen var. Yürüyüş esnasında bir kaç tane atıştırmak iyi geliyor. Dönüşte mahzenin önündeki taze fındıklardan da alıp  balkona çıkıyoruz. 

Kahvaltı masası hazırlanmış, yok yok. Çıtır ekmeklerin mis kokusu taş duvarlara çarpıp çoğalarak geri geliyor. Hayat bize güzel! Dün geceden hayali kurulmuş tereyağı, süzme yoğurt karşımı bir altlık ve üzerine konulacak ev yapımı üzüm ve sırası ile şeftali ve böğürtlen  reçelleriyle kavuşan ekmekler, "denedin mi? enfes"  nidalarıyla elle bölünüyor parça parça. Ah o çıtırtı!!!

Kahvaltı sonrası tadım için Mikheil'in peşine takılıyoruz. Mahsen evin hemen yanı, her yer fındık. Mikheil anlatıyor Katie çeviri yapıyor. Geleneksel yöntemlerle üretim yapılıyor. Her hangi bir katkı maddesi kullanılmıyor. 5 tonluk küplerin içine insan sığabiliyor. Toprak katman çıkana kadar her yıl o küpler temizleniyor ve içine üzüm ya da şeftali istiflenerek şarap, chacha ve votka yapılıyor. Kavundan da votka yapılıyor ama onun satışı yok. Her bir küp önce camla sonra da toprakla hiç hava geçirmeyecek şekilde kapatılıyor. Anlatırken bile heyecanlı Mikheil, keşkeler sıralanıyor. Bir bağ bozumu ziyareti ile o heyecanın ortağı olmak hiç de uzak bir ihtimal değil. 





Tadım sonrası kafalar biraz dumanlı! Anne uyarısı gecikmiyor: "Yola çıkılacak Halim daha fazla tadına bakmasın. Evren! senin de miden kötü olur. Sen iç Uzay!" Uzay iki shot daha atıp anneme takılıyor. Gene kahkahalara boğuluyoruz. Keyfimiz tıkırında. 

1 hafta kalsak sıkılmayacağımız bu evden ve bahçeden hayaller kurarak ve birer şişe chacha ve peach vodka alarak ayrılıyoruz. Şarap hakkımızı ise Shilda için saklı tutuyoruz. 

İki bağ arası kısacık yola onlarca kahkahayı sıkıştırıyoruz. Az sonra katılacağımız kurslara ilişkin bahisler gırla. Uzaktan görünen Shilda yaşını almış bakımlı bir kadın gibi. İlk görüşte aşık olunası bir cazibesi var.  İçeri giriyoruz. Ah! Atın beni denizlere... Bir gün böyle bir salonum olacak biliyorum. Her bir noktasını inceliyorum. Dekorasyon tam da benim kalemim. O heyecanla telefonu bir yerlerde unutuyorum. Ama öyle böyle değil, unuttuğumun bile farkına varamayacak kadar kendimden geçmişim. Garson kız elinde telefon ile geliyor. Benim değil diyorum. "Allah Allah" diyen gözlerle uzaklaşıyor. Uzay elinde telefon geri geliyor "abla bu senin değil mi, kıza değil demişsin"

Hahaha!!! Telefon benim benim olmasına da ben ben miyim? Neyse ki mekanın üzerimdeki etkisi bahçesinde aldığım derin soluklarla hafifliyor, kısa süre içinde kendime geliyorum. İçmeden sarhoş mu oldum gerçekten. Sahi en son ne zaman çarpılmıştım böyle derinden?

  


Kurs başlıyor. Annem içimizdeki "eli en yatkın" olarak cevizli yapmak üzere sıranın başındaki yerini alıyor. Sırasıyla herkes cevizli sucuğu yapıyor. Kah gülerek kah çığlık atarak tamamladığımız dersin sonunda öğreniyoruz ki yaptığımız sucukları bizim yememiz mümkün değil, çünkü en az 15 gün kuruması için askıda kalması gerekiyor. Neyse ki ekmek için durum aynı değil. Gel gör ki ekmeği yapmak o kadar kolay değil! Khinkali'ye sıra geldiğinde neredeyse hepimiz sınıfta kalıyoruz. Annem yine de açık ara önde tabi. En azından biraz çaba ve tekrar ile umut vaadediyor. 



  






Shilda Şarapçılık entegre bir tesis. Avrupa tarzı üretim de yapıyor. Geleneksel üretimde katkı maddesi yok ancak Avrupa için yapılan üretimlerde sülfür kullanılıyor. Bizim tercihimiz geleneksel üretim bir şarabı denemekten yana oluyor. Ayrılırken yanımıza iki şişe şarap alıyoruz. Kim bilir hangi zamanda kimlere ikram edilecek diye düşünüyorum. Aklımda birileri var ama uzak ihtimal. 




Tiflis'e dönüş yolumuz dağlardan oluyor. Yeşile doyuyoruz. Lezzeti damağımızda bir öğle yemeği, heyecanı gülüşlerde kalan kurs ve bir önceki günün mütevazi ama bizi kendisine aşık eden bağ evinin ileriye dönük hayali ile Tiflis'e varıyoruz. Otele varıldığında alınan geç kalmış hoş geldin içkileri ilaç gibi geliyor. Derin bir uyku sonrası sabahın ilk ışıklarına uyanılacak. 



Arkası yarın kuşağında: Müzeler, Sokaklar ve Son Akşam Yemeği