İg'de dolanıyorum. Kafa dergisinin bir gönderisinde "gitmek" temalı bir yazı veya fotoğraf gönderin diyor. Emir telaki ettiğimden değil de, heves işte. Daha önce bir ara yazmaktan keyif aldığım "Kazara Yazar" blogumdaki yazı düşüyor aklıma. Hemen otorite kabul ettiğim sevgili Buraneros'a mail atıyorum. Bir şeye benziyorsa göndereyim diyorum. Bilmem artık yazı bir şeye benzediğinden mi yoksa beni sevdiğinden mi? Gönder diyor.
Gönderiyorum. Bu arada İg'deki gönderide bir ayrıntı dikkatimden kaçmış. 1200 vuruş olacakmış. Benim gönderdiğim 3500 boşluklu haliyle... Kafadan ret yerim yani.
Ama olsun. Sabahki heyecanı yetti bana. İçimde kelebekler uçtu.
***
#yolda2yolcu olma halidir bu fotoğraf... yolda olmanın, yolcu olmanın simgesidir bir nevi |
Gitmek üzerine kendimle sessizce...
Yaşamak gitmektir demişti. Durdun mu yaşam biter. Gidiyorum. Nereye, ne kadar yol kat ederek gideceğim önemli mi? Belki senin için önemlidir. Ama benim için önemli olan gitmek. Oysa kök salmayı da severim ben. Bir adamın yüreğinde kök salmayı ne çok diledim ömrüm boyunca. Saldım mı? Bilmem... Çünkü ben giderim. Hep gittim. Huy değil benimki, bir tercih. Şairin dediği gibi kalan terk ettiği için mi bilmem de bildiğim bir kere gittin mi, bir kere kök salmayı düşleyip de salamadan her toprakta yeşerip yeşerip soldun mu, gidersin işte. Gidiyorum ben de. Elimde sırt çantamdan fazlası. Yüreğim ilk aşk heyecanlarından hallice. Uykularım bölük pörçük, düşlerim hep yarına gebe. Şimdimi sorma, söyleyemem. Öylece duruyorum işte. Dururken nefes almaz insan. Ölümdür durmak, solmak, toprağa karışmak. Durmak, kök salmak olsa tek başına, yani başlı başına ve tek başına kök salabilse insan durup dururken...
Sana bir sır vereyim mi? Ben senden sonra çözdüm galiba hayatın anlamını. Kökünü kendi toprağına salacaksın yaşamaya karar vermişken, yani yüreğine, kendine yani. Başka topraklara karışmak kolay, zor olan başka topraklarda kök salmaya çalışmak. Şart mıdır diyorsun? Ben her nefes alışımda başkasının bahçesinde kırmızı bir sardunya olayım istedim, sarı bir mimoza, ya da ne bileyim, en asisinden yabani bir beyaz papatya olmaya da razıydım. Şart olduğundan değil elbet, istediğimden. Öyle olursa her mevsim çiçek açan yediveren gibi olmaz mıydı insan? Kendi bahçemi geç fark edenlerdenim ben. Zamanla anladım; kendi bahçemde hem her çiçek bendim, hem de hiç biriydim. Belki de bunu bilmek özgür kıldı beni, senin kurak toprağında solunca anladım belki de. Yeşilim sararıp, dallarım toprağa erince, çiçeklerim canlılığını kaybedince, kim bilir gitmek de o vakit düştü belki de aklıma... İşte o zamanlar fark ettim, ıslah edilmemiş bir bahçeydim ben baştan sona.
Gidiyorum. Nereye, ne kadar yol kat ederek gideceğim önemli mi? Belki senin için önemlidir. Ama benim için değil. Artık değil! Ben gidiyorum. Çantama onlarca şeyi doldurdum. Seni de koydum bir torbaya. Seninle kurulan hayalleri. Hayaller geçerken bir bir yüreğimden, fark ettim, ben ne zaman sana varsam, toprağına kök salmak istiyorum. Koparıyorum kendi toprağımdan köklerimi. Oysa sende ne su var ne de güneş, üstüne üstlük verimsiz topraklar gibi çatlamış bir yürek. Nice sonra gözlerimin feri sönünce anladım, kurumaya mahkum ediyorum çiçeklerimi, senin kuraklığına teslim ediyorum nefesimi. Kaç zamandır açmadan solması bu nedenleymiş diyorum. Susuyorum duyuyor musun? Kendi toprağımda kana kana içtiğim yaşamı, senin topraklarında yitirmekten yorgunum, öyle susuyorum işte yaşamaya sana her vardığımda.
Çantam ağır... Çantam çok ağır.
Açıyorum çantamı, ne kadar anı varsa bırakıyorum onları sundurmada ve kapı eşiğine koyuyorum birkaç parça şarkıyı da, beraber dinlerken kelimeler vardı saklanmış kulaklarıma, özenle çıkartıyorum ve bırakıyorum onları da sokağın köşe başında. Gidiyorum dedim ya sevgili, gidiyorum, bir öğle vakti kuşlarla kanat çırpmaya, renk renk çiçek olup arılarla konuşmaya, kelebeklerle bağıra çağıra şarkı söyleyip, yaşamaktan sarhoş olmaya... Köklerim mi? Köklerim artık yüreğimde. Anlayacağın, bundan böyle ben nereye onlar oraya. Ah sevgili emin ol gül yüzüm kolay kolay solmaz bir daha. Anladım artık güneş de benim, su da. Gidiyorum yabanda renk renk, desen desen çiçek açmaya. İster sardunya olurum, ister mimoza, belli mi olur belki yabanda bembeyaz bir papatya.
***
Üniversitede bir dersimiz vardı. Onu hatırladım bu 1200 vuruş meselesi üzerine. Önce bir konuda makale yazmamızı isterdi hocamız, 7000 vuruş. Kolay değil yazmak öyle bir avazda 7000 vuruş. Bir hafta sonra onu kısaltıp 3000 vuruş olarak bir daha isterdi. Sonra 1000 vuruş.
Denedim aynı yöntemi, 1213 de kaldım. İnmedi daha aşağıya
***
Gitmek üzerine kendimle sessizce...
Yaşamak gitmektir demişti. Oysa kök salmayı severim ben. Bir adamın yüreğinde kök salmayı ne çok diledim ömrüm boyunca. Bir kere kök salmayı düşleyip de salamadan her toprakta yeşerip yeşerip soldun mu, gidersin işte. Kapının önündeyim. Elimde sırt çantamdan fazlası. Yüreğim ilk aşk heyecanlarından hallice. Gitmeden önce sana bir sır vereyim mi? Kökünü kendi toprağına salacaksın yaşamaya karar vermişken, yani yüreğine, kendine yani. Kendi bahçesini geç fark edenlerdenim ben. Başkasının bahçesinde kırmızı bir sardunya olayım istedim, sarı bir mimoza, ya da ne bileyim, beyaz bir papatya olmaya da razıydım. Şart olduğundan değil elbet, istediğimden. Her adımda çantam ağırlaşıyor. Son bir kez açıyorum çantamı, ne kadar anı varsa bırakıyorum onları sundurmada, kapı eşiğine koyuyorum birkaç parça şarkıyı, beraber dinlerken kelimeler vardı saklanmış kulaklarıma, özenle çıkartıyorum ve bırakıyorum onları da sokağın köşe başında. Gidiyorum, bir öğle vakti kuşlarla kanat çırpmaya, renk renk çiçek olup arılarla konuşmaya, kelebeklerle bağıra çağıra şarkı söyleyip, yaşamaktan sarhoş olmaya. Anladım artık güneş de benim, su da. Gidiyorum kendi yabanımda renk renk, desen desen çiçek açmaya. İster sardunya olurum, ister mimoza, belli mi olur belki de bembeyaz bir papatya.