07 Eylül 2021

Gece Gece



Henüz masa boş.

Elde avuçta kalan ne varsa harmanlamışsın bir anda. Biraz aşk katmışsın biraz da umut, heyecanın bir titrek yaprak, ağacın en cılız dalında. 

Omuz başlarında dünün yoğunluğuna eklenen günün yorgunluğu, içe dönük durmaları hep bu yüzden. Sen ki yürürken incecik topuklarınla, dağlar eğilirdi karşında. 

Başın da sağa çekiyor sanki, nasıl çekmesin ki, binbir derdin kızıl kuyruklu tilkiler gibi, hem değmesin istiyorsun hem de birbirlerine sataşmasınlar. Olmayacağını biliyorsun. Nafile bir istemek hali seninki, içine içine konuşup, sessiz bir çığlık misali. 

O anlatıyor, sen dinliyorsun sükunetle ta ki o sihri bozan cümleye  kadar,  tüm yorgunluğuna rağmen, umutlusun da gecenin getireceklerinden. Belli mi olur, belki yağan yağmurda ıslanırsınız inceden. Hayal etmesi bile güzel. Öyle uzun zaman geçti ki üzerinden, sahi 2003 muydu? Belki 2013 yazı. Yanlış hatırlamıyorsan 2018 Temmuz ayıydı, Datça'da küçük sahil kasabasında, o sahilde, zamansız bir kopuş anıydı gerçeklerden.  Ne geceydi ama! Sahi kaç yıldız kaydı gökyüzündeki bulutsuz karanlıklardan. 

Ah zaman! Bazen ve sıklıkla acımasız bir makina gibisin. Pasın alınacak ki işleyesin. Harman ettin yılları, anları, anıları... 

Masa henüz boş. 

Bulutlar kararıyor, deli bir rüzgar... Kendinden önce uğultusu duyuluyor, sonrası tufan, sonrası yağmur, sonrası bir çakal sürüsü uğuldaması. Gece henüz zifiri karanlık değilken, korkuna sarılıp, biraz bekleyip, karanlığa bırakacağına neyin varsa, ayağa kalkıyorsun o heyecanla.

Döküldü mü taşların! 

Ah be kızım dedim ben sana, etek giyilmez puslu havalarda. 

Usulca topla masayı, sessizliğe as umutlarını, yorgun omuzlarına yep yeni bir yükü daha vurduğuna göre, söndür ışıkları, yat uykuya. 

Uyuyabilirsen yarın yeni bir gün. 

Uyanabilirsen kur sofrayı bir daha, unutma mutlulukla kahvaltının yakın bir ilişkisi vardır aslında. Şair yalancı olacak değil ya. 

Ah o şair, hangi masaydı o, boştu da üstelik. Masa da ne masaydı ama. Hıh! Zaman! Gene mi çıkıp geldin sen amansızca...

Ah be kızım aklın varsa dön yatağa, dal uykuya, uyan sabaha. 

Belli mi olur, yükün bir kuş olur, tilkiler kaçar yabana, sen gene özgür, sen gene mutlu, sen gene... 

Sahi... 

Sen? 

Sen var mıydın bundan önceki zamanlarda.




07 Mayıs 2021

Pandemic Aforizmalar



Bugün instagram hesabımdan bu fotoğrafı paylaştım. Yazmayı özlemiş olmalıyım ki, akıp gitti kelimeler. Vefasız blog yazarı olarak, kendimce mihenk taşı olacak bu yılları/anları burada da arşivleyeyim dedim. Gelmişken bir komşu ziyareti de yaparım belki. 

***

Yazarken. kendimi diğer bloglarda buldum. 

Ah ah "Aydan Atlayan Kedi"nin bir "cuma mektupları" olurdu ki... Okumalara doyamazdınız. Her gün cuma olsa derdiniz. Tesadüf yazmış bir kaç satır, neden yazmadığı ve yine de okunduğu üzerine üstelik :)

Şaşkın Kovam döndü dolaştı yurda geldi. Göçebelik de bir yere kadar... Geldiğinden beridir de bir yazmalar çizmeler, gülmek isteyene ilaç, düşünmek isteyene alternatif tedavi yönetim mübarek... Ayrıca tam bir görev insanı olduğunu ve bunun takdire şayan bir mükemmellikle icra ettiğini de söylemeden edemeyeceğim. ;)

Buraneros gibi bir blogger bu dünyaya fazla, bir an önce edebiyat dünyasına adım atsa iyi olacak. Her blog yazısı kitap gibi... Üstelik öyle saptamaları var ki, incelemeleri ve ah o aktarmaları... İnsanı kendinden alıp, kendine çarpıyor. Bir de "an" anlatır ki, sanırsın o anda oradasın :)

Sevgili Esin'in içinden görüşmeyeli bir Esin daha çıkmış ki, insanın iyi ki pandemi olmuş diyesi geliyor.  :) İzler ve Yansımalar'ın böylesine muhteşem bir iz bırakacağı kimin aklına gelirdi. Alkış ne demek kıyamet desem yeri. 

Gelmişken Zeugma'ya uğradım. Eğer o çiçekler yürüyüş yolunun bir parçası ise, insanın şu pandemi günlerinde her saat başı dondurma yiyesi gelmezse ben de bir şey bilmiyorum. Uzun zaman olmuş Zeugma'yı ziyaret etmeyeli, iyi geldi gezinmek kelimelerinde.  

***

Nasıl oldu bilmiyorum ama blog yazısı arasına ütüyü, geç kahvaltıyı ve son zamanlarda mahalledeki caminin bizim salonda şube açtığına yemin edebileceğim cuma vaazını da sıkıştırmayı başardım. Ah ah 20'li yaşlarım aynı anda kaç işi yapardım da gene de hepsinden beklenen sonuçları alırdım, şimdilerde öyle mi? Birini unutup, diğerini buruşturup, başka birini geçiştirip, bir diğerine sinir olup, ilkine bir dönüyorum ki... Nerede kaldığımı unutmuşum. Neyse ki, evden çalışmak işleri bir nebze rayına koyuyor: yavaş yavaş deliriyorum. 

Geçenlerde Buranaeros'a da yazdığım gibi;

Onu bunu bilmem. Tam kapanma hikaye, açılma desen ziyadesiyle namümkün. Küçük kaçamaklar, insansız doğa sahası, dronsuz da hava sahası bulduğum her yer bayram bana. Yavaş yavaş deliriyorum. Çok yavaş ama, karınca hızında. Anlayacağın karınca kararınca kopyalayıp karıştırıyorum. Balkonu bahçe, küveti deniz, salonu orman, arka odayı vadi olarak konumlandırıp günde 10000 adım atıyorum. İyiyim ben bence. İyiyim. Bir kaç yaş daha böyle büyürüm. Potansiyel görüyorum kendimce.
***

Eh şimdilik blog yazarlığımın acemi günlerindeki tozu üstümden attım galiba. Sahi neden bu blog yazısını yazmaya başlamıştım ki :)


***

Bugün geçen yıldan bu zamana olup bitene farklı bir gözle baktım sanki. Bugün bana sunulan hayatın, sabah aldığım nefesin, sevdiklerimle geçirdiğim zamanın, uzak kalışların, derin özlemlerin, kurulan hayallere " iyi ki" yaşamışımın verdiği o cesareti hissetmek.. İyi geldi. 

Tüm bunlar bu sabah yaşama tutkuma biraz daha umutla sarılmamı sağladı. 

Pandemi boyunca zaman zaman daraldığım oldu tabii ki, zaman zaman üzüldüm, zaman zaman çözümsüz kaldım ama bu zaten hayatın "normal" akışında da öyle değil mi mesela iki gün üst üste evde otursam duvar üstüme gelir benim. Yani bunun pandemi ile bir ilgisi yok aslında, genel olarak üstüme gelir o duvar. Ki vakti zamanında duvarları olmayan ev projesi bölge geliştirmişliğim vardır. 

Pandeminin beni derin yalnızlık ve depresyon durumuna sokmamasındaki temel meselenin, nefes almayı bilmek olduğuna kanaat getirdim.  Ben ne yaptım mesela; bana tanınan nefes alma koridorlarında bazen yürüdüm, bazen koştum, bazen durdum uzun uzun, bazen de ağladım aslında hepsi kendime, bedenime, zihnime ulaşmaya çalışmaktı.

Birkaç gündür okuduğum yazılarda karşıma hep şefkat kelimesi çıkıyor. Düşünüyorum üzerine. 

Eskiden daha sıklıkla şimdilerde sanki biraz törpüleyebildiğim,  bana sorulmadığı halde fikrimi söylediğim anlarda aslında karşımdakini üzmüş, yormuş, hadi itiraf edeyim haksız yere yargılamış mı oldum acaba? Soru sormayı bırakalı çok oldu mesela. Biri bana anlatmak istiyorsa anlatır, sormam gerisini, berisini. O kadardır bana aktarmak istediği, eyvallah. 

Oysa hazırladığım özenli tabaklar, masalar gibi, özeni yaşamımın temel taşı yapsam ve şefkati de eklesem bir doz... 

Aceleci yanımı sakinleştirsem, sabırlı yanımı büyütsem... 

Sanki pandemi bana bunları fısıldayan bir dönem oldu. Ben böyle hatırlayacağım. Bir gün çok ama çok yaşlanınca anlatırken, kişisel bilinç değişimimin başlangıcı olarak bu yılları baz alırmışım gibi geliyor. 

#evrencekaralama



09 Nisan 2021

100'lük Keder




Oturdular cam kenarında bir masaya... 20'lik söylediler, bir 20'liğe dökmek için hüzünlerini. 

Görece kızıldı biri, görece daha güzel. Başladı anlatmaya; yaşayamadığı gençliğinin, hiç bilmediği kadınlığının hayal kırıklıklarını. 58 yaşında aldığı ilk gül buketi de evli bir adamdandı. Sonradan öğrenmişti bu detayı. Sonrası çorap söküğü, o gidemedi, o gelemedi, o vazgeçemedi, diğeri kıyamadı... Ömür dediğin de sona geldi ama sonlanamadı. İntiharı düşündü ama yapamadı... 

Dert bir değil ki anlatsın da, azalsın... Kopuk kopuk cümleleri tarih takip etmeyen bir sıralama ile anlatsa da, adamla tanıştıkları ilk günü anlatırken mutluydu gözleri, sırasıyla hüzünlendi, kızardı, en sonunda aktı masaya gözleri. İçi, dışı, öfkesi, kırıklığı ne varsa yüreğinde, aktı gözlerinden masaya. 

Görece iç güzelliği daha güzel olan, baktı masaya. Kendini koydu her bir damlaya. Bir kaç cümle kurmak istedi. Ferahlatacak, avutacak ya da ne bileyim en azından bir nefes aldıracak. Onun yerine okkalı bir küfür çıktı ağzından: "Orospu çocuğu bunların hepsi." Müzik de en zamansız yerinde durmuştu. Umursamadı. "Sana yaptıklarını karısına yapsa, mutlu bir evliliği olurdu pezevengin." 
Sustular uzunca bir süre. 
Nice zaman sonra cam cama değdi can cana. 
Derin bir iç çekti, sesi kısılmış gibiydi, "Hoş analarının da ne suçu varsa, vuracaksın böyle tipleri, tek kurşun, ikincisi ziyan"

Cam cama değdi bir kez daha ve can cana. 

Alev alev gözleri ile devam etti anlatmaya görece daha güzel olan. 

Adam çokça duymaya alışık olunan, "klişe" cümlelerle durumu özetlemişti;

Sen öyle masum ve güzeldin ki...
Kıyamadım üzülmene...
O zaten hasta uzun zamandır, eli elime değmiyor inan ki...
Küçüçük bir yalan bu... Büyütecek kadar bir şey değil. 
Bak ne güzel anlaşıyoruz seninle, sen iste hemen boşanayım onunla. 
Zaten severek evlenmedim, çocukların hatırına ev arkadaşıyız biz. 
...
..
.
Her cümlede küçüldü adam. Önce mavi ışıl ışıl gözleri karardı. Sonra yüzüne kocaman, kapkaranlık bir leke çöktü. Sonra o elleri...Avucunda sımsıcak hissettiği ellerinin buz kesip de parçalanışına şaştı kadın. Küçüldü adam, gün be gün, her anlatırken övgülerle gönlünün en olmadık yerinde büyüttüğü adam, görünmez oldu. Görünmez oldu olmasına da, ömür geçip gitti bir hiç uğruna. Yaşadıklarına saysa, çoğu keder, fırtına... 

Anlatacakları bitmişti de acısı bir gram bile azalmamıştı, görece güzel olanın. Hüznün dehlizlerinde dolandı bir süre, depresyon dediğin kaç durak uzağında. 

Bir 20'likti söyledikleri, 100'lük kederi sığdırdılar 2,5 kadehe, köz patlıcana, biber boraniye...
Birden bire biri gülmeye başladı kahkahalarla, görece güzel olan, diğeri boğulurcasına sesler çıkartarak eşlik etti. Hakkı ile yapılmış paçanga böreğine, bir porsiyon Arnavut ciğerine serpiştirdiler kahkahalarını. 

Son bir kez daha değdi cam cama, can cana sarıldı bu defa. 

Hesabı istediler, bir küfür daha salladılar geceye, sallana sallana yürüdüler dar sokakta. 
Sahi nasıl bir 20'likti bu, sırası geldi mi bir 70'lik devirenleri deviriverdi bir acıda. 

Acının kaynağını böldüler paydalara, çoğunu adama, azını kadının yüreğine verdiler.

Nara atar gibi yaptılar, güldüler kıs kıs, koştular bir ara, durdular sonra. 

Geceye karıştılar, hüzne boğuldular, acıdan medet umdular, işte orada duvara fena tosladılar. 

Sarhoşun biri geldi son hız, görece güzel olan attı kendini arabanın önüne birden bire. Birden bire havalandı kadın, birden bire düştü, birden bire kan gölü oldu kaldırım, birden bire acı yayıldı, ağdalı bir ağıt ezdi geçti gecenin sessizliğini... Birden bire değişti acının tanımı. Birden bire bağırdı adam, birden bire indi arabadan, diz çöktü dizlerinin üstüne, avuçlarıyla sardı yüzünü kadının, ağladı, çok ağladı adam, hala öyle masum ve güzelsin ki diyebildi sadece. Sessizlik hakim oldu geceye. Ambulans sesleri duyuldu uzaktan. Ardından bir el silah sesi duyuldu, çok yakından. 

Birden bire öldü görece güzel olan, birden bire katil oldu görece iç güzelliği daha güzel olan.