15 Şubat 2009

ÖDÜL BAHANE

Caramelia ödüllendirmiş beni sağ olsun.
Mahcup etti.
İlham perim olmuşluğu vardır kendisinin... Örtü yazımın çıkış noktasıdır caramelianın sözleri... Bir kez daha teşekkür ederim yüreğine caramelia...

Yeni mim gereği benim de bu ödülü 7’ye bölmem ve her bir parçasını sevdiğim bir bloga dağıtmam gerekiyormuş. İzlediğim birkaç blogda görmüştüm ve ister istemez düşünmüştüm ben kimlere verirdim bu ödülü diye… Keyifle okuduklarım 50’yi aştığına göre kendimi bulduklarıma dağıtmalıydım ödülü. Ama çok zorlandım… Kaybolduklarım arasından seçim yapmadan, hepsinin isimlerini ansam olmaz mı?

Şiddeti sevmediğimden ısrarla tavsiye ederim, içlerinden en az biri size de iyi gelecektir. Benim içinse; kaybolmak us denizlerinde, ağlamak yürek gözlerinde ve tekrar kendimi bulmak güzel sözlerinde ayrı bir keyiftir…

ALT KAT, komşum gibi geldi ilk gidişimde, şimdi ne zaman istesem sıcak çikolatamı alıp gidiyorum yanına…
AYDAN ATLAYAN KEDİ , öyle güzel ki sözleri bir kedinin yumuşaklığı, parlaklığı var onda, şimdi ne zaman bir huzur arasam yanında buluyorum kendimi…tam buldum sanıyorum kaçıveriyor kedi...
CEHENNEM GÜNCESİ, Araf’ta kalmak değildi niyetim, eğer varsa seçim hakkım ben cehennemi seçerim dedim, ne zaman Araf’ta kalsam çalarım kapısını…Açar mı derseniz bana açar, hıh sizi bilemem...
CİMBAKUKA , vefa arıyorsam bu hayatta bir de adam gibi adamlık ben ona giderim, bakmayın siz çelimsiz duruşuna, hayat duruşu sapa sağlamdır aslında…uzaktan çok uzaktan bir laf atar sarsılırsınız şöyle bir bakarsınız etrafınıza, kendinize gelmişsinizdir sevinirsiniz....
HAYATIN ORTASINDA , duru bir su güzelliğine ihtiyaç duyarım bazen atarım kendimi hayatın ortasına, o oradadır mutlaka duru, yalın, içten…su gibidir ama iz bırakır derinden...
HAYATTAN VE MASALLARDAN BİRAZ , biraz canım sıkılsa mesela ya da ne bileyim meraklansam ara ara, yolum hep çıkar hayata, hayat bir masal olur, masal bir hayat orada…
İNANDIĞIM MASALLAR, çocukluğumun masalları mutlu sonla biterdi… Şimdi masallarımın sonunda hep bir soru var. cevabı olmayan… Böyle zamanlar inandığım birkaç masal okur bulurum cevabımı…
KIRMIZI GÜN/LÜK , geçmişimden bir hediye paketi gibiydi bulduğumda, geleceğimde olmasını istediğim, iyi ki varsın dediğinde sen de öyle diyebildiğim… Sahiplenmek konusundaki tavrı sadece günlüğüne karşıdır diyenler onu tanıdıkça ne kadar yanıldıklarını anlayacak derim, ha bir de son olarak kendisine elma derim…
KUTUP ZENCİSİ, ne zaman zıtlıklara kafam ermese takılsam kalsam hayatta, kutup zencisi gelir aklıma düşerim yollara…
LA DOLCE VİTA, akıl oyunlarını oynarken bana, aklını, yüreğini, bir de kırmızı şarabı al gel derim, gelir… ben de ona giderim, öyledir işte dolce vita… Gel-gitlerinizin içinde boğulmadan ayakta kalmak istiyorsanız yolunuz mutlaka la dolce vitadan geçsin derim…
LA PARAGAS , iz bırakanlarına isim takanları çok gördüm de, Üzerine Dondurma Konmuş Vişneli Ekmek Tatlısı Kadın'a yazanına pek rastlamamıştım daha… hayatı bu kadar akıcı, bu kadar keyifli kılan birini arıyorsanız la paragas size istediklerinizi sunar mutlaka…
RUH ÖKÜZÜ, ismi çekti ne yalan söyleyeyim, sonrası mı… tanıdığım öküzlere benzemediğini fark ettim…
RUH-U MÜDAFAA, yeşil bildik bir tırtıl gibi gözükse de, kökünden söküldüğünde çığlık atan bir çiçek isteyecek kadar farklıdır o…
ŞAŞKIN KOVANIN SEYİR DEFTERİ, ömrümün seyir defterinin yaklaşık son 20 yılını birlikte yazdığım, yaşanmışlarımın tek şahidi, satır aralarımda kaybolmadan yürüyen candan öte dostum, salaklıklar tarihini kaleme aldığımızda yer yerinden oynayacak biliyorum… sen hep vardın iyi ki iyi ki hiç bırakmadın beni...
YALNIZLIK OKULU, hayatı sorgular buldum ben onu, şimdi ne zaman hayat başıma bela olsa yalnızlığa sığınıyorum aslında… sımsıcak yüreğiyle güleç yüzlü bir dost o… bakmayın siz onun düşünür hallerine fena halde komiktir de…
Zamansız zamanlar da... çıktı karşıma, en çok sormak istediğim içimde kalan sorularıma cevaplarıyla... Sorulamayan sorulara cevaplar arayanlara birebirdir zamansız zamanlarda…
Bi de yorumlarında kaybolduğum var - mka - taze bir kırılmışlık var bugünlerde üzerinde, iyileşsin bak neler yazacak kaybolmalara, sancılara ve yanlış anlaşılmalara inat...
_________________________________________
Hepiniz ödülsünüz bu hayata...
Sevgiyle...
_________________________________________

ÇOCUKTUM UFACIKTIM


Hadi saklama arkana
Biliyorum o çiçekler bana
Bak söz verdim işte sana
Günümü mü anlatayım sana
Şaşırdın sen galiba
Şimdi durup dururken ne alaka
Peki peki ağlama


Bir çocuk gördüm bugün sokakta ustası ölmüş ağlamakta
Şaşkın arap kızı buna rağmen sadece camdan bakmakta
Portakal soydum koydum kardeşimin başucuna
Kırmızı balığın yemini verdim aynı anda

Bugün de aklımın oyunlarında kaybettim kendimi
Döndüm çocukluğuma
Seke seke giderken doktorculuk oynamaya
Yaktı bir top canımı çok fena

O gün bugün sevmem ben hayatın oyunlarını
Ne yağ satarım ne bal sokaklarda
Yağmurlar yağsa da üzerime
Yalanlar söylemeyeceğim hayata
Kaçmayacağım bir daha söz veriyorum sana
Hadi ver çiçeklerimi bana
_______

KİMDE KİM?

İLK SÖZ
  • Bu yazı 1992 yılının Kasım'ında ele alındı. Orjinali kayboldu. Geçen hafta şaşkınım kutuları arasında dolaşırken bulmuş getirmiş bana, kendi el yazısı ile tarihine ve dip notlarına kadar koplayanmış sarı kağıt üzerine yeşil kalemle özenle yazılmış ve saklanmış bir halde getirdi bana. Teşekkür ederim dostum.
  • Yazın yolcuğumda ara ara, o zaman yazdıklarımı hatırlamaya çalışıp tekrar kaleme almaya çabaladığım çok oldu, aynı tadı hiç bulamayıp vazgeçtim tabi.
  • Bazı yazılar yazılır sadece, yürek hisseder el yazar, bu da öyleydi düne kadar. Şu anda tam da içinde bulunduğumuz duruma uygun hale gelmesi için 17 yıl kadar beklemesi gerekirmiş ve hiç umulmayan bir zamanda sana ulaştırılması.
    Bu yazı sahibine mektuptur aslında, geçmişte yazılan geleceğe ışık tutan, zamanda kaybolması bir tesadüfse, yaşanan; kaderdir, hayatın oyunudur ve kazanı yoktur.

_________________________________

Sana yazmalıyım, evet sana bir öykü yazıyormuşçasına yazmalıyım. Sen seversin öykülerimi, okursun, eleştirisin, karakterlerimi tartışırsın. Zaten bunun dışında da benimle pek konuşmazsın. Bense bizi konuşmak istiyorum. Neden başladık nereye geldik, ne yöne gidiyoruz, giderken daha ne kadar sürükleneceğiz. Ve en önemlisi nereye varacağız? Konu bu durumda ilişkimiz olmalı. Karakterler de sen ve ben. Yoksa konu öncelikle sende ben, bende sen mi olmalı. Aslında bu başka bir bakış açısıyla ilişkimizi anlatmak olmayacak mı? Ben ikinci yolu seçiyor ve sana kendimi ve seni, seni ve beni ayrı ayrı uzun uzun anlatıyorum. Sana bir öykü yazıyorum.



KİMDE KİM?



Sevdiği adam’la konuşmak istediği, paylaşmayı düşlediği o kadar çok konu var ki; kadın dayanamayıp bir kez daha fırladı odasından. İşte yine oturmuş şöminenin karşısına, onun yazdıklarını belki kırkıncı kez okuyor, sonra sorulmak üzere küçük notlar alıyor ve arada sönmeye yüz tutmuş ateşe odun atıyordu. Kadın’ı fark edince, “Canım bir dakika vaktin var mı?” dedi ve gülümsedi. Bu “canım” öykü ile ilgili konuşulacaksa seçilen soğuk bir seslenişti, her seferinde canını acıtan. Kadın başını evet anlamında hafifçe eğip dinlemeye koyuldu adam’ı. Adam gene fark etmemişti kadın’ın kırılganlığını ve devam etti soğuk bir canla konuşmasına.



“Güzel… gel şöyle yanıma otur da, -Gülün Bana- yazısında çelişkiye düştüğün yerlerini göstereyim bir de yarattığın geceleri gözlerini içi su dolu bardağa bırakan yaşlı kadın karakterinde vurgulamak istediğim birkaç nokta var. Hep söylüyorum bunlar sadece dikkat çekmek için sana, ilk ben okuyorum ya, okuyucu gözüyle algılamaları aktarıyorum sana. Hep dediğim gibi öyküler senin istersen tek bir virgülüne bile dokunma”.



Kadın adamın soğukluğundan, cansızlığından o denli üşümüştü ki, ister istemez şöminenin yanınsa gidip bir kedi gibi adamın ayakucundaki mindere – başını da adamın dizine yaslayarak – rahatça oturdu. Tek istediği eski günlerdeki gibi adamın saçlarını okşaması ve tüm sıcaklığın ikisi arasında bir kıvılcım oluşturmasıydı. Ne çok zaman geçmişti son kıvılcımdan bu yana… Bunları düşünürken adamın tekrar konuşmaya başladığını anlamayacak kadar dalgındı. Nasıl böyle bir adama dönüştün diye sordu düşüncelerine… Adam “ Efendim canım” deyince, yüksek sesle düşündüğünü fark edip asıl kızması gerekenin kendisimi yoksa karşısındaki mi bilmeden özür dilemek istercesine tekrar eğdi başını adamın dizine. Hep boyun eğiyordu adama, tanıştıkları ilk günden beri.



Ayağa kalktı hızla, odadan çıkarken “Yeter… Bir daha asla” dedi ve adam’ın yanından ayrıldı, odanın kapısını hızla çarptı. Adam sustu. Yalnızlığına dönmek, kendine konuşmak onu daha mutlu eder olmuştu. Adam’ın sesi ile bir kez daha irkildi. Kendisi ile ilgilenildiğini düşünerek daha mutlu oldu. Saçını düzletti, aceleyle yüzüne renk gelsin diye ruj bile sürdü. Kapıyı açtı. “Bana mı seslendin?" “ Ne o yazdıklarını eleştirmeme katlanamıyor musun? Çekilmez bir kadın oldun, olgunlaşacağına giderek çocuklaşıyorsun, garipleşiyorsun. Burası çok sıcak oldu, arka odanın kapısını da açıver bir zahmet. Lütfen.”

İnanamıyordu kadın adam’ın kalbinin nasır bağlamasına. Kırık kalbini bakarak döndü odasına, camı açtı, kalbini aldı eline. Bir yusufçuk olup uçuşunu seyretti ardından yaşlı gözlerle, derin bir nefes aldı. Gidenin ardında bakarken yapılabilecek tek şeyin onları anlatan bir olduğuna karar verip yazmaya başladı aklınca, sözüm ona bir öykü yazıyormuşcasına.



KİMDE KİM?



Sana kendimi ve seni, seni ve beni ayrı ayrı uzun uzun anlatmalıyım. Ben bir insanım önce.



Bende ben, çalışan, okuyan, yazan, düşünen, paylaşmayı seven, yalnızlığı kendi seçtiği zamanlarda mutluluk diye tanımlayan, zaman zaman katı kurallı, zaman zaman onursuzca seven, kadın olmanın sınırlarını zorlayan, arzuları istemleri, eksikleri, doyumsuzlukları, tatminkarsızlıkları olan, kısacası; yaşamı kendi içinde arzuya dönüştüren kadıninsan.



Bende sen, birçocuk adam. Hani bir şiirin var senin, benim çok sevdiğim ama bir türlü ezberleyemediğim, benden önce yazılsa da bana her seferinde bana diye okuduğum; gün ışırmışçasına parlayan sabahken birden solup karanlığa gömülen geceyi andıran çocuğu anlatan” Bende sen sevgilim işte öylesine çocuksun. Çalışan, okuyan, dinlemeyi bilmeyen, acıları paylaşmayı onursuzluk, içi boş canımlarla sevgi yaydığını sanan, bazen korkup susan, bazen anı bozmamak için uzun uzun düşünen, düşündüğünü söylerken haklı olduğunu bile bile gene de sen bilirsinli cümleler kuran, yaşamın gerektirdiği güzellikleri görmezden gelen bir erkekinsan.



Sende sen, bir erkeksin. Bir insandan önce güçlü, erişilmez, aydın bir insansın ama bir kadar erkek. Sende sen “Sevdalı Bulut” a öykünürsün. Yaşamadan seyrettiğin o güzelim oyun bile ulaşamadı sana. O gece sen yoktun orada. Kabuğun seyretti oyunu. Kalbiyle, oyun gücüyle, Nazım’ın eliyle sevgi sunan Genco bile yanaşamadı senin acıdan kıvranan zamanla seni insansızlaştıran insanlığına...

Yaşamak paylaşmaktır, kavramaktır, hissetmektir, sevmektir diyen sen değilmişçesine neden gidersin hep tersine. Anlasana çocuğum bunlarsız boşuna öykünmektesin “Sevdalı Bulut”a, dön artık sendeki sana. Yaratmaya çabaladığın erkek çok ol öleli, gör artık bu gerçeği. Sen dönmelisin hayata, paylaşmalısın içinden kopanları, söylemelisin yüreğinden geçenleri bunlara hasret kulaklara ve öpmelisin eskisi gibi hayat kokan dudaklarınla. Aslında sende sen çocuğum bunların en iyisini bilensin...



Sende ben, ben de sen henüz yerini buladı. Eğer buraya kadar okumuşsan ve benimle konuşma paylaşma isteği doğmamışsa yüreğine ve hala gözlerimden gözlerine bir yaş damlayıp seni seviyorumlarla taşırmamışsa yüreğini; sende ben, yaşamı yaşama arzusuna dönüştürmek isteyip de ölümü hissettiren senin kadınınmışım sadece.
_________________________________


SON SÖZ

  • Unutma zaman 10 ila 19 yaş arasında önemlidir de, yirmisinden sonra hükümsüzdür.
  • Bugün bir el tutarsa elini ve susup sadece bakarsa gözlerine, bekle, yüreğim ulaşıyordur o sırada sana, sabırla bekle geleceğim yanına.
  • Ve iyi bak o tırnaklarına hayata tutunmak için onlara ihtiyacın olacak kaçıncı kez söylüyorum sana.
    Bir de kendine ve hayata iyi bak.
    Canım sen bana lazımsın ikinci paragraftaki gibi söyleniyor sana her defasında.

14 Şubat 2009

KOYU KIRMIZI



dışarıda garip puslu bir İstanbul havası, elinde kahvesi, camı açıyor sabahın kör karanlığında kadın... içine çekiyor yağmurun kokusunu, nemini alıyor üzerine... şemsiyesi ile yürüyen bir kadın, balkonunu yıkayan bir başka kadın ve kendisi dışında günü karşılayan yok o anda...

şemsiyesi ile yürüyen incecik kadın;
elindeki şemsiye belli ki kocasının. öyle bir sarılmış ki sapına sanırsın kocasının elinden tutuyor yürürken. kendi kendine mırıldanıyor, kafasında sanki sabahki tartışmayı sürdürüyor. yüzünde şaşkın, küskün bir ifade ile adım sayıyor. çizgilere basmıyor ve kare taşların tam ortasına denk geleek şekilde adımlarını dengeliyor. öyle garip bir temposu var ki sanki her an koşmaya hazırlanıyor, derken şemsiyeyi atıyor elinden, bağırmaya başlıyor, önce eşofman üstünü ardından tişörtünü çıkartıyor, bedeninin kirlenmişliğini yağmurla yıkar hali camdan seyretmekte olan kadının içine dokunuyor...

balkonunu yıkayan başı örtülü kilolu kadın;
elinde bir süpürge, bir kova su yağan yağmura inat balkonunu yıkıyor. oğlu camın arkasında mutfaktaki masada oturmuş, kokusu buğu olup yağmura karışan pişileri yiyor. belli annesi sabah erkenden kalkıp hamur açmış oğluna, aklı çalışsın okullar okusun babası gibi kütük olmasın diye oğluna pişi yapıp umutlarıyla tatlandırmış. balkonu yıkaması bitince sırtını dönüyor kadın mutfağın penceresine. memelerine sıkıştırdığı sigarayı yakıyor, bir nefes çekiyor kaçamak. öyle derindi ki çektiği nefes kızlığına gidiyor aklı. anasını kırmayıp, köyün zenginlerinden birinin şeherde yaşayan oğluna varacağı an geliyor gözünün önüne. köyün yükünü taşıması gerekmeyeceği için kabul edişi bu adamı, koynuna alışı sonra. boğazı bile görmediğine üzülüyor, gözünü kapatıyor. sigarasının son nefesinden sonra izmariti atacak gibi yaptığında, kendini boşluğa bırakır hali camdan seyretmekte olan kadının içine dokunuyor.

penceden bakan balık etli, güzel gözlü kadın;
elinde kahve fincanı ile öylece duruyor, aniden neden olduğunu bilmediği bir biçimde fincanı camın dış kenarına koyuyor, içine dokunuyor eliyle. avucundaki kan ağır geliyor kendini boşluğa bırakıyor kadın...

şemsiyeli kadınla balkonunu yıkamakta olan kadın sesin geldiği yere doğru bakışlarını çeviriyorlar ve birbirlerinin selamlıyorlar, tebessümle...
kadın yürüyor,
balkon yıkıyor,
ölüyor
yağmurda
kimse farkına varmıyor


yağmur
yürüyen kadının isyanını
balkon yıkayan kadının pişmanlığını
ölen kadının kan kokusunu
şehrin kanalizasyonuna karıştırıyor
o gün bütün denizler
koyu kırmızı oluyor
akıllara ölen kadınlar gelmiyor



_________



GEÇMİŞ ZAMAN OLUR


İlk defa karşılaşmıştık hatırlıyor musun, O bisiklete binelim dediğinde… 10 yaşında bile değildim daha… Anneme günlerce ağlamıştım bir bisikletim olsaydı O da severdi beni diye. Dayanamadı aldı kırmızı bir bisiklet… O gün ilk defa bisiklete bindiğimde o kumdan bir basketbol sahasında bisikletinin önünü kaldırıyordu ve ellerini bırakıyordu, sen anlamıştın benden önce, yani görünce biliyordun, hava atıyordu mahalleye yeni taşınan Ayşe Teyze’nin adını hiç bilmek istemediğim yeni yetmesine…

Büyüdüm sandığım bir zamanda karşımı çıkmıştın sonra hatırlıyor musun o günü…Camdan bakınca camını görürdüm mahallenin en yakışıklısının. Gecelerce sabahlara kadar cama yazardık duygularımızın en masumunu, en içtenini… Sonra bir gün o beni öptüğünde yanağımla dudağımın arasındaki kalan o küçücük boşluğa bırakmıştı delikanlılığını anlamıştın kızarmış yanaklarımla genç kız oluşumu… Koşarak gidiyordum bir gün sonra ona hatırlasana, sen cesaretlendiriyordun beni. İçimde tarifsiz çığlıklarla destek oluyordun bana… O okula yeni kayıt olmuş Almanya’dan gelen adını hiç bilmek istemediğim kısa saçlı kıza kur yapıyordu spor salonunun kapısında… Ve benim öpücüğümdü yanağına kondurduğu, içimdeki çığlık koptu attı kendini dışarı ancak o zaman fark ettin kırılacağını…

Bir daha inanmam dediğim bir zamandı bir sonraki karşılaşmamız… Bilardo oynuyordu, gözleri, öyle kara öyle güzeldi ki dokunmak istemiştim. Kalkıp yanına gittiğimde, gülümsedi bana, elimi tuttu, öğrenmek ister misin dedi. Karşı koyamadım ve sen o günden sonra hayatı öğrendin onda. Araba kullanmayı, öpüşmeyi, sevişmeyi, süt ve kekle kahvaltı etmeyi mesela… Giden ben oldum bu sefer, canım yanmasın diye arkasına bakmadan giden. Farkındaydım bu sefer de ben kırmıştım seni istemeden… Bir çığlık yükselmiş benden sonra kentin sokaklarında, rivayet odur ki hala dolanırmış. Gidemedim zaten ben bir daha onunla yürüdüğümüz o sokaklara… Sen üzülme bir daha kırılma diye…

Hayatı anladım dediğim bir zamanda, bir adam vardı başka bir kadına içerken rakısını sıcak sıcak şişesinden ve dolaşırken elinde açacakla “açacağım ulan o kırmızı arabanın tavanını” diye bağırırken yanındaydık adamın sen var mıydın o zamanda acaba… Günler sonra adam en kötü zamanlarımda tuttuğunda anlamıştım bir kez daha hayatımdaydın işte… Bir ölüyü gömdük beraber, bir kardeşi verdik mahpusa… Yükü ağır gelince kaçtım ben seni yanıma alıp uzaklara…Seni üzdüm kırdım bir kere daha…

Sabahtı, yüzümü bile yıkamamıştım daha, sen tekrar girdin hayatıma. Bir sabahtı çok iyi hatırlıyorum. Buldum sanmıştım, en büyük yanılgımdı oysa… Çıktı gitti sonunda geldiği gibi bir sabahtı, yüzümü bile yıkamamıştım daha…

Sonra adını hiç bilmediğim bir çocukla çıktın karşıma, tanıdıktı gelişin biliyordun gelme desem de gelecektin… Hayatı anlamakta zorluk çekiyor tut ellerinden dediğinde korkmalıydım aslında. Önce uzaktan sevdim çok uzaktan hiç bilmesin istedim… Sonra bir sabah o bilmek istedi beni. İtiraz etmedim. Bir şey olacağından değil, sevilmek güzel şeydir anlasın diye açtım kapılarımı, buyur ettim içeri. Çocuktu daha durur mu yanımda bir iki oynadı, hevesi geçince gitmek istedi. Anlıyordum ben onu, o daha hayatının oyun çağındaydı. Saldım kendisini şehrin karanlık sokaklarına, biliyorum pis bir rock barın köşesinde sövüyordur gene hayata… Senin sövdüğün gibi…

Hayatın kendi akışı içinde, bazen karşılaşıyoruz bazen bir kahve içimlik sohbetlere karışıyoruz seninle, rakı sofrasında gelip karşıma oturuyorsun en çok…
İyi dileklerimizi esirgemeden çıkıp gidiyoruz, yolumuza devam ediyoruz kaldığımız yerden. Yaralar açarken birlikteydik diye herhalde, kapatırken de karşılaşıyoruz her seferinde…


Bir bisiklet oluyorsun en kırmızından
Bir öpüş masum bir kaçamak
Bir kek oluyorsun fırından yeni çıkmış yanında soğuk bir sütle
Bir açacak alıyorum elime en asitlisinden soğuk bir içecek için
Bazen bir yanılsamasın gündüz niyetine gördüğüm
Bir oyun oynuyor hayat bana durup dururken sorulara neden
Sen geliyorsun aklıma
İçimden geçense hep aynı:
Gene mi çıktın karşıma
Durup dururken bir köşeden
İçimi kıpırdatıyorsun aniden
İyi yapıyorsun be yüreğimin sevgisi
Her şeye rağmen iyi geliyorsun sen bana…
Hep ol şimdiki gibi
Hep ol yarınlarımda da…