Bu yazı 1992 yılının Kasım'ında ele alındı. Orjinali kayboldu. Geçen hafta şaşkınım kutuları arasında dolaşırken bulmuş getirmiş bana, kendi el yazısı ile tarihine ve dip notlarına kadar koplayanmış sarı kağıt üzerine yeşil kalemle özenle yazılmış ve saklanmış bir halde getirdi bana. Teşekkür ederim dostum. Yazın yolcuğumda ara ara, o zaman yazdıklarımı hatırlamaya çalışıp tekrar kaleme almaya çabaladığım çok oldu, aynı tadı hiç bulamayıp vazgeçtim tabi.
Bazı yazılar yazılır sadece, yürek hisseder el yazar, bu da öyleydi düne kadar. Şu anda tam da içinde bulunduğumuz duruma uygun hale gelmesi için 17 yıl kadar beklemesi gerekirmiş ve hiç umulmayan bir zamanda sana ulaştırılması.
Bu yazı sahibine mektuptur aslında, geçmişte yazılan geleceğe ışık tutan, zamanda kaybolması bir tesadüfse, yaşanan; kaderdir, hayatın oyunudur ve kazanı yoktur.
_________________________________
Sana yazmalıyım, evet sana bir öykü yazıyormuşçasına yazmalıyım. Sen seversin öykülerimi, okursun, eleştirisin, karakterlerimi tartışırsın. Zaten bunun dışında da benimle pek konuşmazsın. Bense bizi konuşmak istiyorum. Neden başladık nereye geldik, ne yöne gidiyoruz, giderken daha ne kadar sürükleneceğiz. Ve en önemlisi nereye varacağız? Konu bu durumda ilişkimiz olmalı. Karakterler de sen ve ben. Yoksa konu öncelikle sende ben, bende sen mi olmalı. Aslında bu başka bir bakış açısıyla ilişkimizi anlatmak olmayacak mı? Ben ikinci yolu seçiyor ve sana kendimi ve seni, seni ve beni ayrı ayrı uzun uzun anlatıyorum. Sana bir öykü yazıyorum.
KİMDE KİM?
Sevdiği adam’la konuşmak istediği, paylaşmayı düşlediği o kadar çok konu var ki; kadın dayanamayıp bir kez daha fırladı odasından. İşte yine oturmuş şöminenin karşısına, onun yazdıklarını belki kırkıncı kez okuyor, sonra sorulmak üzere küçük notlar alıyor ve arada sönmeye yüz tutmuş ateşe odun atıyordu. Kadın’ı fark edince, “Canım bir dakika vaktin var mı?” dedi ve gülümsedi. Bu “canım” öykü ile ilgili konuşulacaksa seçilen soğuk bir seslenişti, her seferinde canını acıtan. Kadın başını evet anlamında hafifçe eğip dinlemeye koyuldu adam’ı. Adam gene fark etmemişti kadın’ın kırılganlığını ve devam etti soğuk bir canla konuşmasına.
“Güzel… gel şöyle yanıma otur da, -Gülün Bana- yazısında çelişkiye düştüğün yerlerini göstereyim bir de yarattığın geceleri gözlerini içi su dolu bardağa bırakan yaşlı kadın karakterinde vurgulamak istediğim birkaç nokta var. Hep söylüyorum bunlar sadece dikkat çekmek için sana, ilk ben okuyorum ya, okuyucu gözüyle algılamaları aktarıyorum sana. Hep dediğim gibi öyküler senin istersen tek bir virgülüne bile dokunma”.
Kadın adamın soğukluğundan, cansızlığından o denli üşümüştü ki, ister istemez şöminenin yanınsa gidip bir kedi gibi adamın ayakucundaki mindere – başını da adamın dizine yaslayarak – rahatça oturdu. Tek istediği eski günlerdeki gibi adamın saçlarını okşaması ve tüm sıcaklığın ikisi arasında bir kıvılcım oluşturmasıydı. Ne çok zaman geçmişti son kıvılcımdan bu yana… Bunları düşünürken adamın tekrar konuşmaya başladığını anlamayacak kadar dalgındı. Nasıl böyle bir adama dönüştün diye sordu düşüncelerine… Adam “ Efendim canım” deyince, yüksek sesle düşündüğünü fark edip asıl kızması gerekenin kendisimi yoksa karşısındaki mi bilmeden özür dilemek istercesine tekrar eğdi başını adamın dizine. Hep boyun eğiyordu adama, tanıştıkları ilk günden beri.
Ayağa kalktı hızla, odadan çıkarken “Yeter… Bir daha asla” dedi ve adam’ın yanından ayrıldı, odanın kapısını hızla çarptı. Adam sustu. Yalnızlığına dönmek, kendine konuşmak onu daha mutlu eder olmuştu. Adam’ın sesi ile bir kez daha irkildi. Kendisi ile ilgilenildiğini düşünerek daha mutlu oldu. Saçını düzletti, aceleyle yüzüne renk gelsin diye ruj bile sürdü. Kapıyı açtı. “Bana mı seslendin?" “ Ne o yazdıklarını eleştirmeme katlanamıyor musun? Çekilmez bir kadın oldun, olgunlaşacağına giderek çocuklaşıyorsun, garipleşiyorsun. Burası çok sıcak oldu, arka odanın kapısını da açıver bir zahmet. Lütfen.”
İnanamıyordu kadın adam’ın kalbinin nasır bağlamasına. Kırık kalbini bakarak döndü odasına, camı açtı, kalbini aldı eline. Bir yusufçuk olup uçuşunu seyretti ardından yaşlı gözlerle, derin bir nefes aldı. Gidenin ardında bakarken yapılabilecek tek şeyin onları anlatan bir olduğuna karar verip yazmaya başladı aklınca, sözüm ona bir öykü yazıyormuşcasına.
KİMDE KİM?
Sana kendimi ve seni, seni ve beni ayrı ayrı uzun uzun anlatmalıyım. Ben bir insanım önce.
Bende ben, çalışan, okuyan, yazan, düşünen, paylaşmayı seven, yalnızlığı kendi seçtiği zamanlarda mutluluk diye tanımlayan, zaman zaman katı kurallı, zaman zaman onursuzca seven, kadın olmanın sınırlarını zorlayan, arzuları istemleri, eksikleri, doyumsuzlukları, tatminkarsızlıkları olan, kısacası; yaşamı kendi içinde arzuya dönüştüren kadıninsan.
Bende sen, birçocuk adam. Hani bir şiirin var senin, benim çok sevdiğim ama bir türlü ezberleyemediğim, benden önce yazılsa da bana her seferinde bana diye okuduğum; gün ışırmışçasına parlayan sabahken birden solup karanlığa gömülen geceyi andıran çocuğu anlatan” Bende sen sevgilim işte öylesine çocuksun. Çalışan, okuyan, dinlemeyi bilmeyen, acıları paylaşmayı onursuzluk, içi boş canımlarla sevgi yaydığını sanan, bazen korkup susan, bazen anı bozmamak için uzun uzun düşünen, düşündüğünü söylerken haklı olduğunu bile bile gene de sen bilirsinli cümleler kuran, yaşamın gerektirdiği güzellikleri görmezden gelen bir erkekinsan.
Sende sen, bir erkeksin. Bir insandan önce güçlü, erişilmez, aydın bir insansın ama bir kadar erkek. Sende sen “Sevdalı Bulut” a öykünürsün. Yaşamadan seyrettiğin o güzelim oyun bile ulaşamadı sana. O gece sen yoktun orada. Kabuğun seyretti oyunu. Kalbiyle, oyun gücüyle, Nazım’ın eliyle sevgi sunan Genco bile yanaşamadı senin acıdan kıvranan zamanla seni insansızlaştıran insanlığına...
Yaşamak paylaşmaktır, kavramaktır, hissetmektir, sevmektir diyen sen değilmişçesine neden gidersin hep tersine. Anlasana çocuğum bunlarsız boşuna öykünmektesin “Sevdalı Bulut”a, dön artık sendeki sana. Yaratmaya çabaladığın erkek çok ol öleli, gör artık bu gerçeği. Sen dönmelisin hayata, paylaşmalısın içinden kopanları, söylemelisin yüreğinden geçenleri bunlara hasret kulaklara ve öpmelisin eskisi gibi hayat kokan dudaklarınla. Aslında sende sen çocuğum bunların en iyisini bilensin...
Sende ben, ben de sen henüz yerini buladı. Eğer buraya kadar okumuşsan ve benimle konuşma paylaşma isteği doğmamışsa yüreğine ve hala gözlerimden gözlerine bir yaş damlayıp seni seviyorumlarla taşırmamışsa yüreğini; sende ben, yaşamı yaşama arzusuna dönüştürmek isteyip de ölümü hissettiren senin kadınınmışım sadece.
_________________________________