16 Şubat 2009

SIRRIN YÜKÜ ÖFKE


Günler, ne beklediğimi bilmeden, ne yapacağını bilmeden öylesine geçip gidiyordu.
İki hayatım vardı. Biri yalnızca içimde, kimsenin haberi yok. Sanki kendi kendimin sırdaşı gibiydim. Sanki o bir başkası gibi oturup kendimle konuşuyordum.
Bazen ona akıl veriyor, bazen vazgeçip ne isterse yapmasını söylüyordum.
Bu delilik miydi? Yok canım. Ben her şeyin farkındaydım aslında. Tabii onu istiyordum. Hem de inanılmayacak kadar çok. Kimseyi istemediğim kadar çok.
(*)


________________________________________________


Farkında mısın kimseye anlatmadığın sırrının sende yarattığı garip hallerin. İşe gitmiyormuşsun kaç gündür. Geçenlerde bir adam gelmiş çocuğunu kayda, dinlememişsin bile adamı. Kafan öyle dalgınmış… Ondan önceki hafta sonu arkadaşlarınla gittiğin piknik ne oldu öyle. Herkes gülüp eğlenirken sen bir köşede oturmuşsun sus pus. Fark edilmiyor sanıyorsun. Hayatla bağlarını koparmaya bir ince ip kaldı. O da koparsa ne olacak. Ne olacak söylesene. Hemen ağlamaya başlama. Sevmiyorum bu hallerini. Ağlak, mutsuz, öfkeli… Sen misin bu söylesene. Senin bedenin mi bu taşıdığın… Bırakılmış, terk edilmiş köyler gibisin. Yıkılıyor binaların, çatın rüzgarda uçmuş ve temelin su alıyor. Sıvaların dökülmüş yer yer. Çürüyorsun anlasana. Kalk ayağa, kalk da bir bak kendine. Sen kendini sevmezsen, kim sever ki seni. Sen bakmazsan, sulamazsan bir çiçeği filizlenir mi söylesene. Esrik bir gülümseme suratında her daim, kim inanır söylediklerine. İki kelime söyleyecek oluyorsun, ağzında geveliyorsun anlaşılmıyor üstelik. Öfkelisin ya bir anda bir yıldız kayıyor gülmeye başlıyorsun. Deli diyorlar sana arkandan en canlı kahkalarını hayata savurarak. Dönüp bakıyorsun, görürler mi sanıyorsun. Ruhun bile güzelliğini yitirdi bu günlerde. Karşı komşum Fatma Teyze bile şikayete gitmiş muhtara… Evi kokuyor, ölü var bunun evinde diye. Kaç gün oldu üstündekileri çıkartmayalı. Kaç gün oldu gün yüzüne çıkmayalı. Saklanarak, kaçarak kaç gün daha geçecek böyle söylesene. Ona mı bütün bunlar, gidişine mi, onun umurunda mısın sanki?

Ama benim umurumdasın… Her gün, her Allah’ın günü geliyorum sana. Çalıyorum kapını. Açmıyorsun. Arada bir gürültünü duyuyorum, açacaksın sanıyorum açmıyorsun. Kapını kırdırmak zorunda kaldım sonunda. Delirmek üzereyiz farkında mısın? Sen son ip kopunca delirmiş olacaksın, ben sen delirince…

İkimize de yapma bunu güzelim.
Canımmm...
Ne olur kalk ayağa.
Tut elimi.
Bir yerden başlamak gerek hayata,
at içinden şu sırrı,
nefes al, sadece tek bir nefes, inan gerisi gelecek…


___________________________________

(*) Kürşat Başar - Başucumda Müzik - 126.sf.

ALDATMA(K)

İlk Söz


  • yalnızlık bir mim başlatmış...
  • Tek kuralı var aslında; yalnızlığın başladığı ilk paragrafı kendi yazdığınız son paragrafla buluşturmak.


    ________________________________________




"Her şey bir anda olmuştu; ağzından kelimeler nasıl döküldü anlamadı bile adam… Kadın onu aldatmıştı… Biliyordu adam aldatıldığını yıllardır, ama söylemiyordu… Kadın, aldatmış olduğu, yüzüne bir tokat çarpan adama baktı… Yıllardır biliyordu adam aldatıldığını ama neden şimdi söylemişti…"

Adam kısık sesiyle sadece “neden ?” diye bildi ve kadın anlatmaya başladı…

Her şey ilk kez uçağa bindiğinde oldu aslında. Eve gittim senden sonra ağlaya ağlaya… Köprüyü geçerken tek düşündüğüm; bir sonraki gelişinde artık sana anlatmak zorunda olduğumdu… Nerden başlamam gerektiğini bilmiyordum, hangi kelimelerle kurulursa doğru olur cümleler çıkar ağzımdan kavrayamıyordum. Bildiğim tek şey, bir sonraki gelişinde bilmen gerektiğiydi.

Eve geldim, kapıyı açtım. Oradaydı işte beni bekliyordu sabırla ona dönmemi, sığınmamı aslında. Görmezden geldim önceleri inan, çok çaba harcadım. Senin varlığında bile karşımda duruşuna kızıyordum. En zor günlerimde yanımdaydı vefasızlık edemezdim. Ne zaman çalsa kapımı buyur ederdim her seferinde. Anahtar yaptırdım en sonunda ona bir tane. Ne zaman istese, ne zaman istesem gelirdi işte. Buluşmalarımız her seferinde mutlu geçmezdi elbette, ağladığım oldu, ağlattığım, çok güldüğüm, oturup film seyrederdik, aklıma gelirdin bazen filmin ortasında, gene de sarılırdım ben ona. Bir keresinde duştaydık onunla sen geldin eve. Nasıl korktum nasıl utandım bir bilsen. Telefonunu unutmuştun. Alıp çıktın hemen. Çıkarken yanında olmak isterdim akşama dediğinde ağladım sadece. Nasıl bir oh çektim o gün derinden. Böyle öğren istemedim. Bu değildi bilmeni istediğim.

Bazı sabahlar onunla uyanırdım ben güne. Sen öper koklardın ama o sanki benim sol yanımda. Öyle geceler oldu ki sevişmelerimizde bile yanımda hissederdim. Gözümden akan yaşları mutluluktan sanırdın hep öyle gecelerde. Nasıl söylerdim o zaman sana, söylesene…

Ama içimde dayanılmaz bir boğulma hissi var bugünlerde. Bir yandan o sıkıştırıyor beni bir yanda senin düşünceli bakışların. Biliyorum söylemem lazımdı. Ama yapamadım anla işte.

O gün sen uçağa bindiğinde söylemek istedim sana, cümleye de başladım birkaç sefer ama gelmedi sonraki kelimeler.

Biliyorum sen de çok uzun zamandır biliyorsun, görüyorsun zaman zaman ona kaçışlarımı, dalıp gitmelerimi fark ediyorsun. Gözlerin aldatılmışlığını bana bildiğini anlatıyor her seferinde. Bazen bir çığlık, bazen çok uzaktan geçen bir gemi oluyor bakışlarım, sen biliyordun değil mi?

Biliyordum… Ama sen söyle istedim… Bir yalnızlığı büyüttüğünü sevgimizin ve beni yıllarca o yalnızlıkla aldattığını. Gülerken, severken, sevişirken aslında hiç yanımda, tenimde, hücremde olmadığını sen söyle istedim. Ben söylersem tokat gibi çarpardı yüzüne. Kıyamazdım ben sana…
________________________________________
Son Söz
  • Bazı mimleri çok seviyorum, yazmak bir keyif oluyor. Bu da tam bana göre dediğim mimlerden biriydi. Aklına geldiğim için teşekkürler yalnızlık.
  • Ben düşündüm en çok kimin kelimeleri yakışırdı böyle bir mime diye benim ilklerim zaten mimlenmişti. Aralarında LA DOLCE VITA, LA PARAGAS ve TAZE KIRILMIŞLIKLAR yoktu. İsterlerse yazmak okurum ben keyifle...
  • Fotoğraf tabi ki 1x.comdan alındı.

15 Şubat 2009

ÖDÜL BAHANE

Caramelia ödüllendirmiş beni sağ olsun.
Mahcup etti.
İlham perim olmuşluğu vardır kendisinin... Örtü yazımın çıkış noktasıdır caramelianın sözleri... Bir kez daha teşekkür ederim yüreğine caramelia...

Yeni mim gereği benim de bu ödülü 7’ye bölmem ve her bir parçasını sevdiğim bir bloga dağıtmam gerekiyormuş. İzlediğim birkaç blogda görmüştüm ve ister istemez düşünmüştüm ben kimlere verirdim bu ödülü diye… Keyifle okuduklarım 50’yi aştığına göre kendimi bulduklarıma dağıtmalıydım ödülü. Ama çok zorlandım… Kaybolduklarım arasından seçim yapmadan, hepsinin isimlerini ansam olmaz mı?

Şiddeti sevmediğimden ısrarla tavsiye ederim, içlerinden en az biri size de iyi gelecektir. Benim içinse; kaybolmak us denizlerinde, ağlamak yürek gözlerinde ve tekrar kendimi bulmak güzel sözlerinde ayrı bir keyiftir…

ALT KAT, komşum gibi geldi ilk gidişimde, şimdi ne zaman istesem sıcak çikolatamı alıp gidiyorum yanına…
AYDAN ATLAYAN KEDİ , öyle güzel ki sözleri bir kedinin yumuşaklığı, parlaklığı var onda, şimdi ne zaman bir huzur arasam yanında buluyorum kendimi…tam buldum sanıyorum kaçıveriyor kedi...
CEHENNEM GÜNCESİ, Araf’ta kalmak değildi niyetim, eğer varsa seçim hakkım ben cehennemi seçerim dedim, ne zaman Araf’ta kalsam çalarım kapısını…Açar mı derseniz bana açar, hıh sizi bilemem...
CİMBAKUKA , vefa arıyorsam bu hayatta bir de adam gibi adamlık ben ona giderim, bakmayın siz çelimsiz duruşuna, hayat duruşu sapa sağlamdır aslında…uzaktan çok uzaktan bir laf atar sarsılırsınız şöyle bir bakarsınız etrafınıza, kendinize gelmişsinizdir sevinirsiniz....
HAYATIN ORTASINDA , duru bir su güzelliğine ihtiyaç duyarım bazen atarım kendimi hayatın ortasına, o oradadır mutlaka duru, yalın, içten…su gibidir ama iz bırakır derinden...
HAYATTAN VE MASALLARDAN BİRAZ , biraz canım sıkılsa mesela ya da ne bileyim meraklansam ara ara, yolum hep çıkar hayata, hayat bir masal olur, masal bir hayat orada…
İNANDIĞIM MASALLAR, çocukluğumun masalları mutlu sonla biterdi… Şimdi masallarımın sonunda hep bir soru var. cevabı olmayan… Böyle zamanlar inandığım birkaç masal okur bulurum cevabımı…
KIRMIZI GÜN/LÜK , geçmişimden bir hediye paketi gibiydi bulduğumda, geleceğimde olmasını istediğim, iyi ki varsın dediğinde sen de öyle diyebildiğim… Sahiplenmek konusundaki tavrı sadece günlüğüne karşıdır diyenler onu tanıdıkça ne kadar yanıldıklarını anlayacak derim, ha bir de son olarak kendisine elma derim…
KUTUP ZENCİSİ, ne zaman zıtlıklara kafam ermese takılsam kalsam hayatta, kutup zencisi gelir aklıma düşerim yollara…
LA DOLCE VİTA, akıl oyunlarını oynarken bana, aklını, yüreğini, bir de kırmızı şarabı al gel derim, gelir… ben de ona giderim, öyledir işte dolce vita… Gel-gitlerinizin içinde boğulmadan ayakta kalmak istiyorsanız yolunuz mutlaka la dolce vitadan geçsin derim…
LA PARAGAS , iz bırakanlarına isim takanları çok gördüm de, Üzerine Dondurma Konmuş Vişneli Ekmek Tatlısı Kadın'a yazanına pek rastlamamıştım daha… hayatı bu kadar akıcı, bu kadar keyifli kılan birini arıyorsanız la paragas size istediklerinizi sunar mutlaka…
RUH ÖKÜZÜ, ismi çekti ne yalan söyleyeyim, sonrası mı… tanıdığım öküzlere benzemediğini fark ettim…
RUH-U MÜDAFAA, yeşil bildik bir tırtıl gibi gözükse de, kökünden söküldüğünde çığlık atan bir çiçek isteyecek kadar farklıdır o…
ŞAŞKIN KOVANIN SEYİR DEFTERİ, ömrümün seyir defterinin yaklaşık son 20 yılını birlikte yazdığım, yaşanmışlarımın tek şahidi, satır aralarımda kaybolmadan yürüyen candan öte dostum, salaklıklar tarihini kaleme aldığımızda yer yerinden oynayacak biliyorum… sen hep vardın iyi ki iyi ki hiç bırakmadın beni...
YALNIZLIK OKULU, hayatı sorgular buldum ben onu, şimdi ne zaman hayat başıma bela olsa yalnızlığa sığınıyorum aslında… sımsıcak yüreğiyle güleç yüzlü bir dost o… bakmayın siz onun düşünür hallerine fena halde komiktir de…
Zamansız zamanlar da... çıktı karşıma, en çok sormak istediğim içimde kalan sorularıma cevaplarıyla... Sorulamayan sorulara cevaplar arayanlara birebirdir zamansız zamanlarda…
Bi de yorumlarında kaybolduğum var - mka - taze bir kırılmışlık var bugünlerde üzerinde, iyileşsin bak neler yazacak kaybolmalara, sancılara ve yanlış anlaşılmalara inat...
_________________________________________
Hepiniz ödülsünüz bu hayata...
Sevgiyle...
_________________________________________

ÇOCUKTUM UFACIKTIM


Hadi saklama arkana
Biliyorum o çiçekler bana
Bak söz verdim işte sana
Günümü mü anlatayım sana
Şaşırdın sen galiba
Şimdi durup dururken ne alaka
Peki peki ağlama


Bir çocuk gördüm bugün sokakta ustası ölmüş ağlamakta
Şaşkın arap kızı buna rağmen sadece camdan bakmakta
Portakal soydum koydum kardeşimin başucuna
Kırmızı balığın yemini verdim aynı anda

Bugün de aklımın oyunlarında kaybettim kendimi
Döndüm çocukluğuma
Seke seke giderken doktorculuk oynamaya
Yaktı bir top canımı çok fena

O gün bugün sevmem ben hayatın oyunlarını
Ne yağ satarım ne bal sokaklarda
Yağmurlar yağsa da üzerime
Yalanlar söylemeyeceğim hayata
Kaçmayacağım bir daha söz veriyorum sana
Hadi ver çiçeklerimi bana
_______

KİMDE KİM?

İLK SÖZ
  • Bu yazı 1992 yılının Kasım'ında ele alındı. Orjinali kayboldu. Geçen hafta şaşkınım kutuları arasında dolaşırken bulmuş getirmiş bana, kendi el yazısı ile tarihine ve dip notlarına kadar koplayanmış sarı kağıt üzerine yeşil kalemle özenle yazılmış ve saklanmış bir halde getirdi bana. Teşekkür ederim dostum.
  • Yazın yolcuğumda ara ara, o zaman yazdıklarımı hatırlamaya çalışıp tekrar kaleme almaya çabaladığım çok oldu, aynı tadı hiç bulamayıp vazgeçtim tabi.
  • Bazı yazılar yazılır sadece, yürek hisseder el yazar, bu da öyleydi düne kadar. Şu anda tam da içinde bulunduğumuz duruma uygun hale gelmesi için 17 yıl kadar beklemesi gerekirmiş ve hiç umulmayan bir zamanda sana ulaştırılması.
    Bu yazı sahibine mektuptur aslında, geçmişte yazılan geleceğe ışık tutan, zamanda kaybolması bir tesadüfse, yaşanan; kaderdir, hayatın oyunudur ve kazanı yoktur.

_________________________________

Sana yazmalıyım, evet sana bir öykü yazıyormuşçasına yazmalıyım. Sen seversin öykülerimi, okursun, eleştirisin, karakterlerimi tartışırsın. Zaten bunun dışında da benimle pek konuşmazsın. Bense bizi konuşmak istiyorum. Neden başladık nereye geldik, ne yöne gidiyoruz, giderken daha ne kadar sürükleneceğiz. Ve en önemlisi nereye varacağız? Konu bu durumda ilişkimiz olmalı. Karakterler de sen ve ben. Yoksa konu öncelikle sende ben, bende sen mi olmalı. Aslında bu başka bir bakış açısıyla ilişkimizi anlatmak olmayacak mı? Ben ikinci yolu seçiyor ve sana kendimi ve seni, seni ve beni ayrı ayrı uzun uzun anlatıyorum. Sana bir öykü yazıyorum.



KİMDE KİM?



Sevdiği adam’la konuşmak istediği, paylaşmayı düşlediği o kadar çok konu var ki; kadın dayanamayıp bir kez daha fırladı odasından. İşte yine oturmuş şöminenin karşısına, onun yazdıklarını belki kırkıncı kez okuyor, sonra sorulmak üzere küçük notlar alıyor ve arada sönmeye yüz tutmuş ateşe odun atıyordu. Kadın’ı fark edince, “Canım bir dakika vaktin var mı?” dedi ve gülümsedi. Bu “canım” öykü ile ilgili konuşulacaksa seçilen soğuk bir seslenişti, her seferinde canını acıtan. Kadın başını evet anlamında hafifçe eğip dinlemeye koyuldu adam’ı. Adam gene fark etmemişti kadın’ın kırılganlığını ve devam etti soğuk bir canla konuşmasına.



“Güzel… gel şöyle yanıma otur da, -Gülün Bana- yazısında çelişkiye düştüğün yerlerini göstereyim bir de yarattığın geceleri gözlerini içi su dolu bardağa bırakan yaşlı kadın karakterinde vurgulamak istediğim birkaç nokta var. Hep söylüyorum bunlar sadece dikkat çekmek için sana, ilk ben okuyorum ya, okuyucu gözüyle algılamaları aktarıyorum sana. Hep dediğim gibi öyküler senin istersen tek bir virgülüne bile dokunma”.



Kadın adamın soğukluğundan, cansızlığından o denli üşümüştü ki, ister istemez şöminenin yanınsa gidip bir kedi gibi adamın ayakucundaki mindere – başını da adamın dizine yaslayarak – rahatça oturdu. Tek istediği eski günlerdeki gibi adamın saçlarını okşaması ve tüm sıcaklığın ikisi arasında bir kıvılcım oluşturmasıydı. Ne çok zaman geçmişti son kıvılcımdan bu yana… Bunları düşünürken adamın tekrar konuşmaya başladığını anlamayacak kadar dalgındı. Nasıl böyle bir adama dönüştün diye sordu düşüncelerine… Adam “ Efendim canım” deyince, yüksek sesle düşündüğünü fark edip asıl kızması gerekenin kendisimi yoksa karşısındaki mi bilmeden özür dilemek istercesine tekrar eğdi başını adamın dizine. Hep boyun eğiyordu adama, tanıştıkları ilk günden beri.



Ayağa kalktı hızla, odadan çıkarken “Yeter… Bir daha asla” dedi ve adam’ın yanından ayrıldı, odanın kapısını hızla çarptı. Adam sustu. Yalnızlığına dönmek, kendine konuşmak onu daha mutlu eder olmuştu. Adam’ın sesi ile bir kez daha irkildi. Kendisi ile ilgilenildiğini düşünerek daha mutlu oldu. Saçını düzletti, aceleyle yüzüne renk gelsin diye ruj bile sürdü. Kapıyı açtı. “Bana mı seslendin?" “ Ne o yazdıklarını eleştirmeme katlanamıyor musun? Çekilmez bir kadın oldun, olgunlaşacağına giderek çocuklaşıyorsun, garipleşiyorsun. Burası çok sıcak oldu, arka odanın kapısını da açıver bir zahmet. Lütfen.”

İnanamıyordu kadın adam’ın kalbinin nasır bağlamasına. Kırık kalbini bakarak döndü odasına, camı açtı, kalbini aldı eline. Bir yusufçuk olup uçuşunu seyretti ardından yaşlı gözlerle, derin bir nefes aldı. Gidenin ardında bakarken yapılabilecek tek şeyin onları anlatan bir olduğuna karar verip yazmaya başladı aklınca, sözüm ona bir öykü yazıyormuşcasına.



KİMDE KİM?



Sana kendimi ve seni, seni ve beni ayrı ayrı uzun uzun anlatmalıyım. Ben bir insanım önce.



Bende ben, çalışan, okuyan, yazan, düşünen, paylaşmayı seven, yalnızlığı kendi seçtiği zamanlarda mutluluk diye tanımlayan, zaman zaman katı kurallı, zaman zaman onursuzca seven, kadın olmanın sınırlarını zorlayan, arzuları istemleri, eksikleri, doyumsuzlukları, tatminkarsızlıkları olan, kısacası; yaşamı kendi içinde arzuya dönüştüren kadıninsan.



Bende sen, birçocuk adam. Hani bir şiirin var senin, benim çok sevdiğim ama bir türlü ezberleyemediğim, benden önce yazılsa da bana her seferinde bana diye okuduğum; gün ışırmışçasına parlayan sabahken birden solup karanlığa gömülen geceyi andıran çocuğu anlatan” Bende sen sevgilim işte öylesine çocuksun. Çalışan, okuyan, dinlemeyi bilmeyen, acıları paylaşmayı onursuzluk, içi boş canımlarla sevgi yaydığını sanan, bazen korkup susan, bazen anı bozmamak için uzun uzun düşünen, düşündüğünü söylerken haklı olduğunu bile bile gene de sen bilirsinli cümleler kuran, yaşamın gerektirdiği güzellikleri görmezden gelen bir erkekinsan.



Sende sen, bir erkeksin. Bir insandan önce güçlü, erişilmez, aydın bir insansın ama bir kadar erkek. Sende sen “Sevdalı Bulut” a öykünürsün. Yaşamadan seyrettiğin o güzelim oyun bile ulaşamadı sana. O gece sen yoktun orada. Kabuğun seyretti oyunu. Kalbiyle, oyun gücüyle, Nazım’ın eliyle sevgi sunan Genco bile yanaşamadı senin acıdan kıvranan zamanla seni insansızlaştıran insanlığına...

Yaşamak paylaşmaktır, kavramaktır, hissetmektir, sevmektir diyen sen değilmişçesine neden gidersin hep tersine. Anlasana çocuğum bunlarsız boşuna öykünmektesin “Sevdalı Bulut”a, dön artık sendeki sana. Yaratmaya çabaladığın erkek çok ol öleli, gör artık bu gerçeği. Sen dönmelisin hayata, paylaşmalısın içinden kopanları, söylemelisin yüreğinden geçenleri bunlara hasret kulaklara ve öpmelisin eskisi gibi hayat kokan dudaklarınla. Aslında sende sen çocuğum bunların en iyisini bilensin...



Sende ben, ben de sen henüz yerini buladı. Eğer buraya kadar okumuşsan ve benimle konuşma paylaşma isteği doğmamışsa yüreğine ve hala gözlerimden gözlerine bir yaş damlayıp seni seviyorumlarla taşırmamışsa yüreğini; sende ben, yaşamı yaşama arzusuna dönüştürmek isteyip de ölümü hissettiren senin kadınınmışım sadece.
_________________________________


SON SÖZ

  • Unutma zaman 10 ila 19 yaş arasında önemlidir de, yirmisinden sonra hükümsüzdür.
  • Bugün bir el tutarsa elini ve susup sadece bakarsa gözlerine, bekle, yüreğim ulaşıyordur o sırada sana, sabırla bekle geleceğim yanına.
  • Ve iyi bak o tırnaklarına hayata tutunmak için onlara ihtiyacın olacak kaçıncı kez söylüyorum sana.
    Bir de kendine ve hayata iyi bak.
    Canım sen bana lazımsın ikinci paragraftaki gibi söyleniyor sana her defasında.