20 Temmuz 2009

YOK


Sabahların nesini seviyorum biliyor musun?
Sana uyanmasını...
Gecelerin nesini seviyorum biliyor musun?
Sabahlara az kalmasını...

Öyle keyifli başlıyorum ki senli günlere, bazen sesin kulağımdan hiç gitmeyen bir melodi gibi...

Gün boyu senli benli bir hal içinde oradan oraya sürüklerken hayat beni: Duruyorum... Dönüp sana bakıyorum... Miskin miskin hallerimiz hiç bitmesin diyorum... Gülümsüyorsun ve evet diyorsun...
İki kişilik bir miskinlikten daha güzeli var mı? YOK...

Öyseyse devam diyorum...

18 Temmuz 2009

MİSKİN MİS(k)İN ?



Uzanmışım tek kişilik koltuğuma iki kişilik duygumla...
Ben L'nin kısa koluyum... Sen uzun...
Birleşmişiz tek bir noktamızdan, yürek mi dersin...?

Ne güzel yatıyoruz miskin miskin...
Sarmaş dolaş...




Fikret Kızılok - Yeter ki...

_____________________________________________

17 Temmuz 2009

SENLİ BENLİ



Bana ait olması gereken bir hayatı seyrediyorum pencerenin diğer tarafında... Yok yok pencerenin diğer tarafında değilim. Kendime özel kurduğum sinema salonunun orta yerinden perdeye yansıyan hayatıma bakıyorum.

Senli benli bir hayatın ilk perdesi : İLK AŞK

Senli benli bir hayatın ikinsi perdesi : UMUTLAR VE GELECEK

Senli benli bir hayatın son perdesi : GERÇEKLİĞİNİ ARAYAN YÜREKLER

Film müziği Norah JONES - Don't Know

Nasıl yumuşak nasıl kederli bir yandan. Film alıp götürüyor beni. Keşke geri gelmesem diyorum. Keşke dönmesek gerçek dünyaya. Ama sen keşkelere inanmazsın değil mi? Hatırlıyor musun ilk bebek düşlerimizi, adını bile koymuştuk. Hangi okula gideceği konusunda yaptığımız kavgalar nasıl komik geliyor şimdi yeniden seyrederken. Gülüyoruz birbirimize belli etmemeye çalışarak. Nasıl bırakıp gidebilmişim ki ben seni, o apartmanın girişinde. Nasıl koşmamışsın peşim sıra. Keşkelere yer yok ama film bu flashbacklerle geriye dönüşler oluyor akıp giderken anlar. O anlardan birinde sen ağlıyorsun arkamdan. Ben köşeden dönecek oluyorum, neden dönmüyorum da durup bekliyorum. Fark ettin mi ikimiz de beklemişiz bir süre. Sen beni, ben seni.

Tam da sahnesinde sıkı sıkı sarıldık birbirimize. Filmi bıraktık kendi akışına, sevişmeye başladık öylece... Yeni bir senaryonun açılış sahnesiydi üzerimdekileri çıkarışın. Ve ilk dokunuşta dondu sahne. Jenerik akmaya başladı üzerimizde. Mutlu bir aşkın habercisiydi kullanılan renkler ve müzik neşeliydi alabildiğine. Filmi seyretmeye gelenler biliyordu artık mutlu bir aşk vardı ve bu seyredecekleri gerçek bir yaşamdan alınmıştı.





_____________________________________________

Bazen bir yazı yazıyorum sanıyorum ki geçmiş...
Sonra - zamanı geldiğinde - fark ediyorum ki şimdinin habercisiymiş sadece yazıldığı anda yanlış etiketlenmiş...

___________________________________________


İlk Yayın Tarihi : 19.03.2009
Fotoğraf / Lovers by Angela Vicedomini

16 Temmuz 2009

PARÇA


Parça parça olunca

Bütün olur mu bir daha...?








Ayo - Help is coming

___________________________________

GÜNCELLEME

Sevgili Y.'nin yorum olarak yazıdığını aktarmak istedim olur da yorumlardan kaçıran olursa diye.. Yukraıdaki satırlar bir durum üzerineydi ve bu durum bir yürekle ilgili değildi... Ama aşağıda okuduğum satırlardan kendime kalan şu oldu: Her parçalanmada bir bütünlük hali vardır, bu parçalanmışlık halinde önemli olan, her parçana kattığın anlamdır.

Bütün bunları düşünürken bir dosta yazdığım Testi hikayesi geldi aklıma... Bazen bir parça kalır elimizde, paramparçalanmışlığın ortasında öyle bir yere aittir ki siz o parçanızı sunduğunuz da bütünüzü bulursunuz o da bunca zaman ki eksiğini...

"Bana getirilmişti. Kırdım.- Nasıl oldu bilmiyorum: galiba sallantılı, dengesiz bir yere koymuşum, yeterince dikkat etmeden; sonra ters bir hareket etmişim - düştü, kırıldı... Yeterince düşünmemiştim üstünde, demek. Elimdeki, artık, birkaç iri parça ile birsürü ufacığıydı; bazısı, neredeyse, kırıntı, kıymık - öyle dağılmış duruyordu... Tek tek bir yere topladım hepsini: Yokolmamalıydı. Gittim, uygun bir zamk aldım. Geldim, hepsini bir kağıt üzerinde düzenleyerek, biraraya getirmeğe başladım: şu parça, buna uyuyor - mu; ya, bu, şuna... Zamanla, parçaların kopma noktalarındaki dokularının; ve zamkın, tutma ve yapıştırma niteliklerini, öğrendim. Bazı parçalarsa yapıştıralamayacak kadar ufaktı; onların bulunmaları gereken yerlerde boşluklar oluştu. Tek tek yapıştırdım, yapıştırabildiklerimi. Çok uğraştım. Sonunda ortaya aslının eğri-büğrü bir simgesi gibi birşey çıktı - ve, şu tümce:

Dikkatsizlik ederek düşürüp kırdığın - sevdiğin kişinin izlerini taşıyan; senin için değerli- bir nesneyi, parçalarını tek tek toplayıp, dikkatle -saatlerce uğraşarak- özel olarak aldığın bir zamkla yapıştırıp onardığında, ortaya, orası burası eksik-gedik, yamru-yumru birşey çıkar - ama eskisinden de daha değerlidir artık; çünkü, şimdi, senin izlerini de taşıyordur. Başka bir şey yapamazdım."

15 Temmuz 2009

KURULMUŞ CÜMLELER / 1



"Tanrı'nın bile insanlar hakkındaki hükmünü, ömürleri sona erdikten sonra verdiğine inanırken... Biz kim oluyoruz da insanları birkaç kez görmek, iki-üç yazı okumak, birkaç dedikodu dinlemekle yargılama hakkına sahip olabiliyoruz!"


Dale Carnegie