Sabah kahvemi yudumlarken geldi oturdu karşıma, sinirliydi ama daha çok incinmiş: Onurum bu benim, çocuklarımın yüzüne bakamam dedi.
Söyleyecek sözün bittiği andı yaşanan; sadece baktım haklısın dedi gözlerim, anladı mı bilmem. Kalktı gitti, geldiği gibi, selamsız...
25 yıldır aşkla bağlı olduğu mesleğinde geldiği noktaya biraz da uzaktan bakarak; bunu hak etmiyorum ben dedi. Çayımı içiyordum o sırada. Gözleri dolmuştu, ağladı ağlayacak haline, söylenecek söz yoktu. Sustum, bir çay söyledim. Sustuk birlikte. Gözyaşının sesini duydum bir an. Baktım, ağlamıyordu ama biliyordum, içinden çığlıklar atıyordu. Kalktı gitti, geldiği gibi, selamsız...
Öğlenin habercisi midemden bir ses geldi, oralı olmadım. Bir beş dakika sonra bir ses daha... Bakındım sağa sola, mide sesimi karşılık verebilecek bir şey var mı etrafta: Masamın üzerinde nicedir duran, uzun zamandır çiğnemediğim, şu içinden fal çıkan sakızlardan vardı. Gülümsedim, ne için, ne zaman için sakladığımı bilmeden, belki de iki aydır masamın üzerinde duran sakıza baktım. Zamanı mı dedim, şimdi mi?
Sakıza uzandım, açlığımı daha da hissedirecek olmasını umursamadan, belki dedim, bir kaç gündür sebebi belli sıkıntılarımın cevabı vardır içinde...
Kocaman bir kahkaha koptu tek başınalığımın sessizliğinde... Öyle ki; odamın dışındakilerden bir ses koptu: Hayırdır Evren Hanım?
Hayır, hayır dedim sonra durdum ve hatta evet, evet...
Çıkan falda şöyle yazıyordu:
O yar ile vuslat evine girAl başını bulutlara değdirBu aşk bir masal olsun demişsinAşk zaten rüya gibi bir şeydir
Öyle midir?
Başım göğe erer mi?
Masal mutlu sonla biter mi?
Göreceğiz...