12 Eylül 2009

SEBEBİ BELLİ SIKINTILAR___5


Elimi bırakmayacağını bilsem de...

Diğer elindekini bırakamayacağın bir an gelecek mutlaka... Çünkü bazen tek elle kurtaramayacağın kadar zorlu bir noktada olabilir elindeki ve sen iki elinle birden sarılmak isteyebilirsin, kurtarmak adına...

Sakın merak etme, bir seçim yapman gerekmez böyle bir durumda...
Ben anlar ve kayarım ellerinden sessizce
Sen durduğun yerden vazgeçme diye...
Sevmek bazen vazgeçmektir ya, kendinden bile...

YAZILANI YORDUM - 6



yalnızlık en çok geceleri çöker yüreğime
bilmem sabah gün ağırınca nereye kaçar gizlenir
ama yalnızlık;
en çok geceleri çöker yüreğime,
bir de sensizliğin de hali...
"sende kaldı yüreğim"






_______________________________



Fotoğraf / Cold© Tressie Davis

11 Eylül 2009

SEBEBİ BELLİ SIKINTILAR___4


sözcükler düğümlenip kalır ya boğazına,
hani çıkmaz ya yüreğinden kelimeler.
dizilmezler ya sırasıyla,
sadece saçılırlar,
sadece dağılırlar,
sadece kırılırlar ya param parça...

sen şimdi cümlemi yeniden kurmak isteyeceksin
kuramasan da canın sağolsun
ben kurabildiğin cümle ile yetinmesini bilirim
fazlasında gözüm olmadı benim







SEBEBİ BELLİ SIKINTILAR___3


Yanılsam...
Acımasam...
Acıtmasam yüreğimi daha fazla...
Sadece gidebilsem...
Bir şey sormasan...
Çok şey anlasan...
Ben sadece ağlasam...

NEREDE, NE ZAMAN BİLEMEDİM...


Şaşırıyor insan; bir doğa felaketini içilen içkilerle bağdaştıranlar olunca ve bir başkasını dini vecibelerin yerine getirilmeyişine bağladığında ama insan en çok insanlığın nerede ve ne zaman kaybedildiği sorusuna cevap ararken şaşırıyor galiba...




Dün akşam iftara gittik. Ben oruç tutmadığım için gelmiyeyim dedim, illa gel dediler. Gittim elbet, davete icabet etmek gerekirdi; öyle öğrendik. Herkesle birlikte bekledim: Sosyalleşmenin keyfini sürdüm. Herkes birbirine, Allah kabul etisn dedi ve hurmalar, zeytinlerle iftariyelik tabağını silip süpürdü. Yemeğin sonlarına gelmemiştik ki, yanımda oturan arkadaşımız "soğuk soğuk terliyorum, başım ağrıyor" dedi. Bir ağrı kesici attı ağzına. 3 günde 10 tane ağrı kesici içmişti. Sıkıntıları vardı, aynı yollardan geçmiştim evvel zaman önce, bilirdim; durup dururken basardı, darlanırdı insan. Ablası, onu matenetli olmamakla suçluyor, sabırsız olduğu için kızıyor ve her zaman uyumsuz olduğuna dem vuruyordu. Evet, nazlı büyütülmüştü ve evet, evin en küçüğü olduğu için de şımartılmıştı ama sonuçta şu anda, yolunda gitmeyen birşeyler vardı. Sigara içmek için gitti, döndüğünde rengi gitmişti. Boncuk boncuk terler boşalıyordu alnından. Geçen hafta küçük tansiyonumun sürekli oynak olması ve yükselmesi bende de aynı etkiyi yarattığından, tansiyon üzerine konuştuk bir süre. Ayaklandık gitmek üzere, o da kalktı bizle, kapıdan çıktık beraber ama 5. adımda "bana birşey oluyor, nefes alamıyorum" dedi ve yığıldı olduğu yere. Sokak ortasında bir büfe önünde bir sandalye bulduk ve oturttuk onu, en az 10 kişi yardıma geldi. Su getiren, kolonya bulan, ambulansı arayan derken durum daha da ciddileşince hastanede aldık soluğu.

Acil servisin önünde bir kalabalık. Tansiyonu fırlayan, şekeri yükselen acilde almış soluğu iftar sonrası... Ben derin düşüncelerde... Bizimkinde tansiyon 8/4... Tansiyon düşünce, boğulma hissi oluşurmuş, öğrenmiş oldum. Hemen bir izotonik bağladılar; müşaade altına alındı ve kısa bir süre sonra kendine gelmeye başladı. Espriler başladı kendi aramızda, neşemiz yerine geldi; O'nun da rengi...

Akşam eve dönerken, bir bayılma anında yardıma koşan insanımızı düşündüm, bir de felaket anında yağmalayan insanımızı... Biz nerede, ne zaman unutmuştuk insan olduğumuzu bilemedim....