24 Kasım 2009

SELAM OLSUN...



Henüz bir kardeşim yoktu ama mahallede büyüyen çocuklar bilirler, komşunun çocukları kardeşiniz sayılır. Öyle varlık içinde büyümedim ben, yokluk nedir bilmedim hiç... İlk öğrendiğim şey, paylaşmaktı. Anlatmıştım çocukluk anımlarımda...

Annem, hemen hemen bütün öğrencileri tarafından sevilen bir öğretmendi... Disiplinli ve titizdi. İdealisti... Ülkenin büyük bir değişim yaşadığı 80lerde, kardeşim henüz 2 haftalıkken, ayağında terlikleri, üzerinde geceliği, onu ziyarete gelen öğrencilerini balkonda uğurlarken, karşıdaki mavi boyalı akşap kepenkli ülkü ocağının kalaşnikoflu delikanlılarının öğrencilerini takip ettiğini fark edip, sokağa fırlayışını hatırlıyorum... Ne günlerdi... İnsan, insanın değerini öğreniyor. Yaptığı mesleğin sadece okul koridorlarıyla sınırlı olmadığını, hayatın içindeyken de sana roller biçebileceğini fark ettiriyor. Annemin o günkü çığlıkları hala kulaklarımda...

İş yaşamımın 2 yılında İletişim dersleri vermek üzere görevlendirildiğimde, öğrencilerle bu denli keyifli anları belleğime kaydedebileceğimi ve bazıları ile arkadaş olabileceğimi düşünmezdim bile. Hele bir ikisi var ki, akıp giden yaşam sıkıntılarıma dert ortağı olmuşlardır... Bilmem ben onlarınkine olabildim mi?

Öğretmen, özellikle de ilkokul öğretmeni çok önemli, ama ilk öğretmenler anne-babalar özünde. Hayatın şekillenmeye başladığı, algıların pür dikkat öğrenmeye yöneldiği o '0-6' yaş arasında, ne görürseniz taklitçi bir zihniyetle sindirmeye çabaladıklarınız; büyüdükçe ve yaşam denen akıp giden zaman diliminde, durumlarla, olaylarla karşılaştıkça üzerine hiç düşünmeden yaptığınız davranışa, takındığınız tavra dönüşüyor...  Daha geçen gün bir dost sohbetinde; kendi vicdanlarımızdan yola çıkıp paylaştığımız bir kaç durum karşısında; ailelerimizin bize ne zaman ve nasıl aşıladığını bilmediğimiz vicdanlarımızın belki aşırıya kaçsa da vicdansız olmaktan daha iyi olduğu kararını vermiş ve onlar şerefine kadeh kaldırmıştık. İkimizde onca artı değerimize rağmen bir aile kuramamış, çocuk büyütememiştik. Bir kadeh de kendimize kaldırdık. Kendi beceriksizliğimize... Züğürtün tesellisi sonradan gelir misali, bunu hayat beklentilerimizin yüksekliğine bağlayarak son yudumlarımızı da yüreklerimize kaldırmıştık.

Farkındayım; darmadağınık bir yazı oldu. oradan buradan, aklıma geleni sıraladım. Akıl ve yürek nereye yol alırsa yol verdim ele, yazdı o da ne gelirse... Bugün öğretmenler günü. Yurdun dört bir yanında, kutlanacak, beni okuyanlar bilirler ki sevmem özel günleri, ısmarlama akla gelmeleri... Dilerim, hayatınızı şekillendiren öğretmenlerinizi anmak ve aramak için hep bir bahaneniz olsun... İster ana babanızı, ister ilkokul öğretmeninizi, ister komşu teyzenizi, ister ilk sevgilinizi, ister sokakta yaşayan bir deliyi, ister kardeşinizi, ister çocuklarınızı, ister kedinizi, ister simitçi çocuğu... Kim öğretmeniniz olmuşsa hayatta... Alın onları yanınıza ve bir yolculuğa çıkın kendinize doğru... Kim büyütmüşse; yüreğinizi, öfkenizi, sevginizi: Yanına oturup bir soluklanın, öğrettiklerinden dolayı minnetinizi sunmayı da unutmayın...


Beni ben yapan bütün öğretmenlerimin günü kutlu olsun...

__________________________________________

Fotoğraf / deviantART

23 Kasım 2009

NAH NEH NAH



Postun başlığına bakıp ön yargılı olmayalım...

















ŞİMDİ DURUM ŞU: PARTİ YAPIYORUM...

AÇILIŞ PARÇASINI İSE NAH NEH NAH OLARAK BELİRLEDİM...

İYİ EĞLENCELER...



Vaya Con Dios




Remix

______________________________

22 Kasım 2009

BEKLE/MEK BAZEN




Bazen
yalnızlık güzeldir
Ve yalnızken bekle/mek
Yüreğindekini

Gülümse/mek güneşe
O anda yüzüne vurmasa bile
Bil/mek yakında geleceğini

Bazen beklemek güzeldir
Ve tek başına olmak
Yüreğindekiyle birlikte

Islan/mak yağmurda
O anda üzerine yağmasa
Camına vurmasa hatta
Bil/mek yakında yağmurlarla geleceğini
Yeter sana...

Yalnızken yüreğindekini beklemek
Güneşli bir günde
Yağmurun yağması gibi
Hiç görmediysen gökkuşağını
Bekle/mek ölüm gibi



20 Kasım 2009

ARDINA SAKLANMAK KENDİNİN



Yazıp siliyorsun…
Ne yazacağını bilmiyorsun.
Ne yazmaya kalksan ya onu yazıyor, ya onunla yazıyor ya da ona ithaf ediyorsun.
Onsuz mu olamıyorsun...
Onsuz olmamayı mı tercih ediyorsun...
Onsuz olmamak işine mi geliyor bilmiyorsun...
Bu sorulardan iyi çalımlarla kaçıyor,
Olur da çalımdan kaçayım derken yeni bir soru ile karşılaşırsan da cevabı geçiştiriyorsun.
Akıllısın ya…
Sen bunu uzun zamandır yapıyorsun.
Ben farkındayım da sana bunu söylemek ilişkimizi etkiler mi onu kestiremiyorum.


Ben seni, o varken tanıyamıyordum; o gitti artık ulaşamıyorum...
Sen duvarlar örüyor,
Kozalarda uyuyorsun.
Hadi diyorum bir metamorfoz çıkar kabuğundan, kabuk çatlıyor...
Hah tamam artık çıkıyor diye umutlanıyorum,
Hemen yeni bir tane daha örüyorsun.
Kendinle yüzleşmekse korkun
Ya da benim söyleyeceklerimse seni ürküten...

Yapma…
Bunu kendine, bana, seni sevenlere, dostlarına, anne-babana ve hatta hayatına yapma.
Okumayacaksın biliyorum.
Boşuna bu yazmalar!
Tıpkı aramalarımın cevapsız kalışı gibi...
Yazmalarım da karşılıksız...
Ama biliyor musun ben seni seviyorum kendim,

Sen ne kadar suçu kendin de arasan da,
Duvarlar örüp arkasına saklansan da,
Kozalar örüp uyusan da,
Sen ne kadar benden kaçsan da,
Asıl bensiz olamazsın...
Sen asıl onsuz daha bensin!
Daha içten,
Daha güzel,
Daha akıllı,
Daha insan,
Sen ne kadar benden kaçsan da...
Geride bırakırım hevesi ile hep arkana dönüp baksan da...
Ben hep yanındayım tam da yanı başında.



_________________________________________________

Fotoğraf / 1x.com 
İlk Yayın Tarihi : Ocak 2009

19 Kasım 2009

LÜTFEN!.. LÜTFEN YETER

Oturmuş koltukta hayıflanıyorum bir günün daha bitişine... Oysa güzel bir gündü, keyifli... Anlatacağım başka bir yazımda. Balkondayım Beklerim adıyla... Ama içimden gelmedi o yazıyı düzenlemek, resimler koymak, süslemek... Oturdum evin köşesindeki koltuğa, kırdım dizlerimi, açtım bir Norah Jones, yumuşak yumuşak dinliyorum. İçimdeki tarifi olmayan - üstelik malzemesi bile belli değil - sıkıntıyı atmaya çabalıyorum. Atılmıyor. Balkona çıkıyorum. Sevdiğim, gülümseten bloglarda geziyorum. Dağılmıyor. Giderek boğuluyorum.


Kendimin en kuytusuna gidip oturuyorum. İçimde bir sıkıntı. Bugün aldığım haberden belki. Belki kendime dokunan ucundan. Belki hayatı sorgularken takılıp kaldığım bir andan... Sebebi çok, sebebi yok hallerimdeyim.

Tarifi olmayan mutlu anların sonrasındaki amansız, yola gelmez, söz dinlemez hüzün çeşmesinin başında durmuşum da kırılan testilere bakıyorum sanki.

Güvenimi aldı benden, geceleri rahat uyumalarımı ve sabahlara mutlu uyanışlarımı

diye haykırıyordu, kendisine tecavüz eden adamla mahkemede karşılaştığında. Dizinin senaryosunu yazan daha önce tecavüze uğramadıysa nasıl olur da yazabilirdi tecavüze uğrayan bir kadının haykırışlarını diye düşünürken yüreğime edilen tecavüzün sonrasında benzer kelimelerle boğuştuğumu fark ettim.

Uzun zaman oldu. Tedavisine geç kalınmış bir hastalık şimdi bendeki... Oysa tedavi oldum sanıyorsun. Hazırım diyorsun. Çevrendekileri kandırıyorsun bir süre. Seni tanıyan dost arıyor, mutsuz, temkinli, kızgınlığını gizlemeye çalıştığı düşük tonlu sesi ile...

Kendini kandırmaya daha ne kadar devam edeceksin. Daha ne kadar onarmadan ruhunu dayanabileceksin. Daha ne kadar yüreğini acıtabileceksin. Daha ne kadar acını saklayabileceksin. Daha ne kadar yaralı yüreğini onaracak birini arayacaksın. Gönüllü olur mu sanıyorsun sana biri...

demiyor da sen o telefonu kapattıktan sonra sorularla kalıyorsun başbaşa. Oysa dostun sadece "lütfen diyor lütfen yeter..."

________________________________________________________

Gün geliyor, yetiyor, geçmişi arkanda bırakıp, bir kapının aralığından ileriye bakıyorsun, içinde garip bir heyecan ve bir telaş, yüreğin sıkışıyor ama bu sefer mutluluktan... İleriye bakıyorsun, endişe gelip tutuyor omuzundan, endişen aslında; gelecekle ilgili değil, geçmişin omuzlarında bıraktığı gri bir toz... Elinin tersi ile alıyorsun omuzlarındaki tozu, üflüyorsun boşluğa, kapıdan geçip koşar adım devam ediyorsun ileriye, mürdüm eriklerinin hemen altında seni bir ömür bekleyen, güzel bakan güzel gören güzel gözlere: Dalıyorsun yepyeni düşlere...

Yeniden güveniyorsun,
 geceleri rahat uyuyor ve sabahlara mutlu uyanıyorsun...
Bu bir mucize desen de artık sihirli lambalara inanıyorsun...


_____________________________________________________
İlk Yayın Tarihi : Mayıs 2009Okuyucuya Not: Balkondaki o keyif henüz yayınlanmadı. Duıruyor taslaklarda... Belki bir gün...
Fotoğraf / 1x.com