19 Aralık 2009

DOSTLUK

Yanıma geldiğinde yine hüzün kaplamıştı gözlerini, "hayrola, ağladı ağlayacak bir haldesin", " ben ağlamıyayım da kimler ağlasın ki..." dedi. Nişantaşında, rahat koltukları ve enfes kahve kokusu ile bizi bizden alan, saatlerce kalkmadan oturup, kendimizi hiç rahatsız etmediğimiz, mudavimi olduğumuz kafeden içeri girerkenki konuşmamızdı... Onu ağladı ağlayacak hale getiren tek bir şey vardır, ve bu tanıdğım 20 yıldır böyledir. Ne oldunuz gene diye sorsam, sazı eline alacak ve bir daha bırakmayacaktı. Onlarca kez dinlediğim, tanıklık ettiğim hallerine bir yolculuk; derinlemesine ve hep hatırlıyorsun değil mi cümleleri ile süslenmiş olacaktı... Bildiğim halde, ihtiyacı olanın da bu olduğunu bildiğimden, daha siparişleri bile vermeden soruverdim...

"Dur dur, anlatacağım, her ayrıntısını anlatacağım, bu sefer bitti... Bak söylüyorum, eğer olur da dönersem, vur kafamı şu duvara..." İçimden gülüyordum ve dışıma yansımasın diye kendimle boğuşuyordum. Her dönüşüne duvara vurmaya kalksak şimdi bir duvar yoktu... Ben de o nedenle hiç vurmadım, çünkü biliyordum ki bir sonraki sefer gene ve yine ve ısrarla o duvara ihtiyacımız olacaktı. Kendimce en gerekli zamanı bekliyordum, bir kere daha dönmesinin gerçekten onu çok hırpalayıp, bitireceği bir an gelecekti. Onu öyle iyi tanıyordum ki, o bütün olasılıklar tükenip de gene de bir şans diyenlerdendi... Şansları hep 100den başlatır gerie sayardı... O anlatırken, ben onu seyrediyordum. Öyle masum, içten, samimi ve çocuksuydu ki, kızmayacağını bilsem, yanaklarını sıkar ve ne şeker şeysin sen diye severdim ama böyle bir ruh halindeyken ortamı sulandırsam bütün öfkesi bana yönelirdi bilirdim.

"Daha dün, daha dün..." diye kelimeleri ikişerli sıralar halinde parmak uçları omuzlara deyecek mesafeler bırakarak arka arkaya diziyordu. Kendi karmaşasını bir düzene oturtuyor böylece ne anlatacaklarının kronolojik sırasını unutuyor ne de birinden diğerine atlarken bir detayı unutuyordu. Böyle zamanlarda enerjisine hayran bırakırdı beni. Dedim ya bazen kalkıp kocaman kollarımı açıp sarılmak isterdim; "ulan kadın bi dur, bir dur da nefes al" ama o zaman bile durmayacağını bilirdim. Aşkı öyle coşkulu yaşardı ki, başlarken de biterken de hep heyecanlanırdı. Kendi kadınlarımı düşündüm... Hiç bu kadar enerjik, hayata sıkı sıkıya bağlı, gülümsemesi yürekten, inandığı adama kendini adayan bir sevgilim olmamıştı. Baktım yüzüne, sanki ilk kez görüyormuş gibi baktım, uzun uzun... "Sen beni dinlemiyorsun" dedi. "İçine işliyorum şu anda" dedim. Güldü. "Deli ya..." Kızmamıştı. Aksine durulmaya, sakinlemeye, nefeslerinin arasına esler vermeye başlamıştı.
"Neden öyle dedin...", "Neden öyle dedim" "Ya..." Ya ne..." Şımarmak bu dünyada en çok ona yakışıyordu. 40 yaşlarında bir çocuk sevinci gözlerine oturuyor ve bir salıncakta özgürce "daha yukarı, daha yukarı" diye çığlıklar atıyordu... Şımarmak sana çok yakışıyor dedim... Gözlerimi gözlerinden ayırmadan söyledim. Flörtöz tavrımı yakaladım, kısık bakışlar, yamuk bir gülüş, oturuşum mu değişmişti ne... Hemen toparladım kendimi...
"Aklımı dağıttın" Bu sefer kızmıştı. "Tamam dinliyorum" dedim. "Nerde kalmıştım" dedi... Bu küçük ouyunu hep oyanrdı. Dikkatli bir dinleyici ona göre, son kelimeleri değil konuyu hatırlardı. "Gittiğiniz balıkçıda kalkan yerden olanları anlatıyordun, daha doğrusu bir gün önce olanlar üzerine tartışmanızı... Son cümlende de bana kızıyordun, dinlemiyorum diye..." dedim, gülümsedim, dudağımın kenarındaki gülümsememi yakalayıp avucmun içine aldım. Sırası değildi... Hiç sırası değildi...

Akşamın ilerleyen saatlerinde, şaraba katık edilen değerlendirmeler, kişisel olarak yapılan hatalar, kadın bakış açısı, beklentisi, erkek bakış açısı ve beklentisi üzerinden dalga geçmeler ve nihayetinde gelinen "ulen bu aşk da ne menem birşey kardeşim, ne seninle ne sensiz" edebiyatından sonra son bir kadehi yaşama, bize sunduklarına, bize öğrettiklerine ve bizden götürdüklerine kaldırıp, birbirimize sahip olduğumuz için "Tanrının sevgili kullarına" şükranlarımzıı sunarak geceyi noktalama... Sonrası hep aynı; o kendi yalınzlığına bense kendiminkine kederli ama gülümseyerek yol alırdık...

O gece yatağıma yattığım, düşündüm, insanın sevdiği iyi bir dost olmalı kendine... İyi bir dinleyici...

18 Aralık 2009

GÖZÜ YAŞLI GUARTZ




İnsan sevdiği birini unutmaz.





Ama insan bazen birini "sevdiğini" unutur.




_______________________________________

Alıntı / Haşmet Babaoğlu / Pazar Notları
Görsel / Smoky Guartz


CIR CIR

Koltuğa uzanmış gelmeni bekliyorum, onlarca ses kafamın içine üşüşmüş cırcır böceği sanki... Durları yok ve soluklanmaya durakları. Cır cır... Cır cır...

Gelişin geciktikçe, türlü çeşit ses dolanıyor, dallanıp budaklanıyor, yenilerine yol açmak için sanki kuruyorlar da neden köklerini bırakıyorlar anlamıyorum. Kafamın içinde bir cırcır böceği, çiftleşme öncesi seramonisinde erkeği, vuruyor ön kanatlarını birbirine. Cır cır... Cır cır...

Sanki bilmiyorum ben seni. Gündüzleri kendine bir kuyu kazar saklanırsın tek başına. Gece oldu mu, hele de aylardan Haziransa... Düştüysen bir dişinin telaşına... Cır cır... Cır cır... Pis cırcır böceği. Aklımın kıvrımlarını mı buldun saklanacak bir dahaki bahara kadar. Yağmurlar başladı. Hava da soğuk artık. Sus artık cırcır böceği... Yol ver yağmurun sesine... Yol ver sevdiğimin nefesine... Ben bu gece ona sığınayım, sen git bir ağacın gövdesine...

Bana ondan bir haber mi getirdin, sadece bir elçi misin, zeval olunmaz mı dilinden dökülene; bak iyi bir haberse şimdi söyle, yoksa sus da uyuyayım azıcık...  Söyleyip gidecek misin hemen... Söz mü... Dinecek mi bu sessizliğin içinde yankılanan sesin... Cır cır... Cır cır...

Dinliyorum hadi söyle, uzattım kulağımı sana... Kulağım olmaz mı... Şaşırdın galiba cır cır böceği, neremle dinleyeceğim ki seni... Yüreğimle mi... Yüreğimle dinlersem cır cır diye gelmez mi sesin... Duyduğum onun kelimeleri mi olur yani...

Yüreğim... Yüreğimle dinliyorum şimdi seni... Cır cırlar kesildi... Sadece onun sesi kulağımdaki, onun nefesi üflüyor sanki; bir sıcaklık, bir huzur sarıyor geceyi... Uyku... Uykum geldi... Gözlerim kapanıyor... Gözleri... Beni seyrediyor. Fark ettim ki... Şimdi, şimdi kelimelerini anlıyor yüreğim... Kelimeleri, yüreğinden geliyor, ancak yüreğim anlıyor dilini... Anlıyorum, kaç zamandır duymamışım yürek sesini, kaç zamandır yüreğimle dinlememişim sözlerini... Ama şimdi kesildi cır cırlar, sadece kelimelerini duyuyorum, sanki kulağıma fısıldıyorlar...



Uzaklardan sevdim, çok uzaklardan...
Tanımazdan evvel sevdim, tanıdıktan sonra çok...





 ______________________________________

Fotoğraf / deviantART

17 Aralık 2009

AĞIR KAPI


Kafamın içinde onlarca tilki dolanıp duruyor, hem kuyrukları değmeyecek hem de karşı karşıya gelmeyecekler... Nasıl olacaksa... Yetmiyormuş gibi bir de köylüler başladılar gene ziyaretlerine... Geçmiş, kare kare geliyor gözümün önüne, hepsi birbirinden kopuk, hepsi birbirinden alakasız gözüküyor üzerine düşünmeyince, ama biraz dikkatle bakarsam, köylüler de tilkiler de ve hatta kareler de hep aynı kapıya çıkarıyor beni. Bırak birbirine değmemeyi, sanki hepsi üst üste, üstüme üstüme... Duvarlar da boş durmuyor tabi, üstüme üstüme gelenleri görünce katılıyorlar beni bunaltma kervanına. Kervan gidiyor gidiyor, duruyor. Bir kapı: Büyük, heybetli, gösterişli, belli ki sağlam, belli ki geçilmez, belli ki geçmiş zamanlardan beri var... Kervanla birlikte ben de duruyorum. İçimde garip, tarifsiz denen o huzursuzluk... Daha önceden de olmuştu bu duygu bende... Ne zamandı diye düşünmeye bile fırsat vermeden bir tilki karşıma geçip sırıtıyor 32 dişiyle... Tilkilerin de 32 dişi var mı ki... Zaten bu bir deyim olduğuna göre, pek de önemi yoktur herhalde kaç dişiyle sırıttığının değil mi?


Huzursuzluk; yer yer uykusuzluk, gerginlik ve mutsuzluk yaratıyor. Sonra içine kaçıyor insan... Kaçıyor, kaçıyor, kaçıyor taki kaçacak yeri kalmayıncaya, sığacak küçüçük bir delik bile bulamayıncaya kadar... Sonra bir bakıyor kaçtım dediği yerde gene o kapı: Büyük, heybetli, gösterişli, belli ki sağlam, belli ki geçilmez, belli ki geçmiş zamanlardan beri var... Sanki kaçtığı bütün yollar boyunca sırtında taşımış da durduğu anda sırtından yere bırakmış ve dönmüş dolanmış ardında görmüş gibi... Kapı... Duygulardan bir yapı... Sen nereye gidersen git, aklında taşıdığın bir yük... Kapı, yüreğindeki sızı... Kapı, ellerinin titremesi... Kapı gözündeki yaş... Kapı sessizliğin çığlığı... Kapı...

Kapıların kapandılar demiştim bir şiirimside... Kapan...
Kapılar kapansa kimi tutsak eder ki... Kendini mi dışardakini mi?
Kafam mı karışık bu sabah... Üstüme mi geliyor duvarlar, tilkileri gördün sürü halindeler... Köylüler isyan bayrağını almış eline, geliyorlar büyük bir öfkeyle... Kapı... Onca yol sırtımda taşıdığım, aklıma yüklediğim, ağırlığını yüreğime verdiğim kapı... Nerdesin... Kapansana... Korusana... Kollasana...

Hangisi güvenli ki; ardına kadar açılması mı kapalı kalması mı? Hani bağır bağır bağırıyorum, kapının ardı diye, belki zaten çoktan ardındayım... Belki ardına saklanmışım... Farkında değilim belki, ben cennetteyim de cehennemi merak ediyorum, belki yolumu cehenneme çevirip, kendi ellerimle kendimi ateşlere atıyorum... Yapmıyorumdur değil mi? O kadar aklımı yitirmemişimdir... Görüyorumdur neyin ne olduğunu, biliyor ve hissediyorumdur... Değil mi?

Kapı öyle ağır ki... Öyle zor ki yerinden hareket ettirmek, yüzüme kapanmış bir kere geç fark etmişim... Boşuna ellerimi kanata kanata vurmuşum dış yüzüne... Taş mısın be kapı... Taş mısın... Bi duy sesimi... Bir yankılansın açılman için vuran yumruklarımın sesi ardına saklanan uçsuz bucaksız vadilerde... Yankı karşılığı olmazsa çıkmaz mı... Ben sandım ki... Evet, ben sadece sandım...

Ellerim acısın, tırnaklarımın arasından kanlar sızsın, ne gam... Ne gam... Yeter ki bir kerecik göreyim şu kapının ardını, bir kerecik...

Ölüm mü var ardında... O da sadece bir kez mi görünür insana...

Sadece bir kez mi...

Zamanı değil mi?

Sanki... Sanki aralandı az önce, beyaz bembeyaz bir ışık; ince, süzüle süzüle gelmiyor muydu bana doğru...

Gücüm tükendikçe, kayboluyor teker teker tilkiler, köylülerin de sayısı azaldı mı ne... Bak duvar falan yok, duvar falan yok... Az kaldı kapı, ha gayret, ha gayret...


Kapı...

Kapandı...

Ya ışık, sen yağsaydın bari üzerime... İyi değil midir bazen ışık, faydalı olmaz mı aydınlık...  Ne diyorsun aklım, ne demeye çalışıyorsun...

Karanlıkta kaldım gene, tilkiler üşüşecek başıma, köylüler gelip oturacaklar karşıma, duvarlar boş durur mu gelecekler gene üstüme üstüme... Yaşam mı... Baş etmek mi... Güçlü olmak mı... Ayakta durmak mı... İnsan olmak mı...

Ne diyorsunuz be köylüler, hangi dilde konuşuyorsunuz... Ben tilkice öğrenmedim, ayrıca o kadar güçlü değilim, tükendim, beceremem duvarları geri püskürtmeyi... Öğrenir miyim... Yeterince büyümedim mi ki... Yeterince deneyimlemedim mi ki... Kaç duvar daha yıkılacak üzerime... Kaç tilkiyi daha korkutup kaçırmam gerekecek, kaç köylüyle dost olmayı başarmalıyım ki daha...

Oysa kapı, bu sefer öyle güzel aralanmıştı ki, öyle güzeldi ki ışık...
Çağırıyordu... Hissediyordum, az kalmıştı aydınlığa... Çok az...

Öyle az kalmıştı ki... Kapandı...

Sahi ne tarafındaydım ben kapının, yoksa ortada bir kapı yok muydu, herşeyi ben gene sandım mı? Köylüler aslında yok mu, tilkiler, duvarlar... Vardılar, inanın vardılar, dokundum ben tilkinin tüylerine, gördüm köylülerin bakışlarını, yıkıldı bir duvar üstüme, çok değil 2-3 zaman önce.... Ben yalancı değilim, düşler gördüğüm, sandığım zamanlar olmuştur ama ben yalancı değilim. İnanın, inanın bana gördüm ben ışığı... Kapı vardı, önümdeydi, duruyordu, üzerime geliyordu...Işığı gördüm diyorum... Işığı gördüm ben... Buza kesmişti elleri, ben ışığı gördüğümde... Ona sorun, o der size... O anlatır bütün olup biteni... Elleri buza kesmişti, duvar üzerime düştüğünde... Elleri... Tuttu mu bıraktı mı beni bilmediğim elleri... Buza kesmişti...


_________________________________
Fotoğraf / devianART

16 Aralık 2009

HER SEVMEK FARKLIDIR


Cem Adrian - Kimler Geldi Kimler Geçti

Ben bazen seni düşünüyorum...
Bakışını... Duruşunu... Endişelerini... Düşlerini... Özlemlerini...
Bu doğru değil...
Doğrusu, ben bazen kendimi düşünüyorum...
Bakışımı... Duruşumu... Endişelerimi... Düşlerimi... Özlemlerimi...
Bu da doğru olmadı...
Doğrusu, ben bazen bizi düşünüyorum...
Bakışımızı... Duruşumuzu... Endişelerimizi... Düşlerimizi... Özlemlerimizi...

Bir rakı masasının orta yerine koyuyorum bizi; salatanın limonunu sıkıyorsun önce ellerim ellerinde, sonra rakıya bir buz atıyorsun gözlerin gözlerimde... Sonra bir şarkı çalıyor;

Kimler geldi hayatımdan kimler geçti
Hiçbirisi hasretini gidermedi
En güzeli senin kadar sevilmedi
Kimler geldiiiiiiii
Kimlerrrrrrrrr geçti

Kadeh kaldırıyorum, yüreğimdeki varlığına, masanın orta yerine kuruluşuna, kimseye çaktırmadan beni  öpüşüne... Oooo diyor, beni tanıdığını düşünen arkadaşım, bu gene daldı geçmişe... Baksana nasıl da içli içli eşlik ediyor şarkıya... Koluma bir kol atıyor, kimeydi bu hal tavır diyor...

İnsan, hayatında o onda kim varsa en çok onu sever diyorum, ve bütün aşk şarkılarını bir tek ona söyler... Her sevmek farklıdır bir diğerinden. Çünkü bütün sevmeler özeldir ve hayatına aldığı herkesi farklı bir güzellikle sever yürek...  Ve eğer kendine dürüstse, bir tek onu sonsuzca sever tıpkı daha öncelerde olduğu gibi, yüreği bir tek onun için pırpır eder... Ve bir tek gece bile olsa mekansal ayrılık, hasretlik duygusu sarar yüreği...

Rakı masalarının, uzayan geceye yayılışını keyifle seyreden bir kadın var uzaktaki köşe masada ki o kadın bu yerin işletmecisi.. Şarabını koymuş, yüzü bize dönük... Mekan beyaz örtüleri, çıtırdayan gümüşi döküm sobası ile bir balıkçıdan çok evde hissi uyandırıyor gelende. Biliyorum ki bu nedenle mudavimleri var mekanın. Sıklıkla gelen olunmasının ayrıcalığı ile konuk oluyoruz sobanın hemen yanı başındaki en sıcak masaya. Herşey bize özelmiş gibi tek tek getiriliyor masaya, öyle ki bizler kendimizi en özel sanıyoruz. Kadına teşekkür ediyoruz, gösterdiği ilginin altını çizerek ve özenin üstünü vurgulayarak. Gülümsüyor, "her müşterimiz özeldir" diyor. "Her birinin yeri ayrıdır gönlümüzde." Masanın diğerleri toplu halde bana bakıyor, bu da senden der gibi... Ya da ben öyle sanıyorum.

Gece yarısına ulaşa dursun, ben senli benli bir sendelemenin ortasında, tutunuyorum düşlere... O mekandan çıkıyoruz, dilimizde aynı melodi ve sözlerle... Yüreğini bildiğimden, yürekten söylediğin o şarkının o anda bana olduğunu da biliyorum, yüreğimle sana eşlik ediyorum, bağıra çağıra, avaz avaza... Kimler geldi hayatımdan kimler geçti...

Kimler geldi hayatımdan kimler geçti
Hiçbirisi hasretini gidermedi
En güzeli senin kadar sevilmedi
Kimler geldiiiiiiii
Kimlerrrrrrrrr geçti




____________________________________
 
Fotoğraf / 1x.com
Şarkının Söz Yazarı / Fikret Şeneş