Henüz tazeliğini koruyan bir ayrılığın acısı varmış üzerimde... Yalnızlığımla kavgamın orta yerine düşmüş her bir kelimem... Belki de yaptığım en iyi şey şapkamı erken zamanda önüme koymak olmuş...
... Farkında değilsin. YAŞLANIYORSUN. Bir gün önüne koyacaksın şapkanı, bakacaksın yaşanmışlıklara...İstemek yetmez sahip olmak için, bileceksin artık o yaşta. Bazen yönünü değiştirmek lazım akışın: Kanatların olmasını isteyerek bir ömrü heba etme lüksün yok SAÇMALAMA ama kanatları olduğu için kuşlara yem verebilirsin mesela ve gökyüzünde süzülebildikleri için onların kanatlarına yüklersin umutlarını. ...
Şubat ayı süprizlerle dolu doluymuş benim için, tam yüreğimin yangınına kapatmışken kelimelerimi, yürek yangınının aslında ne olduğunu öğreten bir haberle sarsılmışım... Hemen sonrasında çıktığım kısa bir gezinti bana yüklerimden kurtulmayı ve hafiflemeyi öğretmiş. İsyankarmışım, canım yanıyormuş... Sen bana lazımsın dediği için kırmızı başlıklı bir arı, farkına varmışım...
Mart ayı; içimde hala kırıntıları olan aşkı kusmakla geçmiş gibi geldi şimdi dönüp de okuyunca... Babamın emekliliği, benim hayata karışma çabalarım ilk göze çarpan ayrıntılar Mart ayında... Ve küçük bir ışık, umuda dair... O zaman için sadece benim gördüğüm...
Hayat beni şımarttı, hiç düşünemeyeceğim kadar, hiç düşleyemeyeceğim kadar hem de... Bir yetkili çıktı geldi, henüz onun yetkili olduğundan habersizdim tabi o zamanlar, ben yetkili olsam daha fazlasını verirdim dedi... Sözünü tuttu ve tutmaya devam ediyor... Hayatın beni şımartması için elinden geleni yapıyor... Bazen hayatın attığı tokatlardan açılan yaraları pamuklara bile sarıyor...
Mayıs ayı bataklıktan kurtulmaya çalışan bir yaban ördeğinin çırpınışları ile doluymuş... Medcezirler, arafta kalmalar ama sonunda dönüp dolaşıp kararsız kalmalara inat, bir mektupla gülün dibinde umut aramalar...
...
ben yüreğimin yangınlarını da koydum bohçama
bu gece gül ağacının dibine koyacağım bohçamı
ve içinde bulacaksın ucu yanık mektubumu
sabah kalkınca bakacağım penceremden
gül bükmüşse boynunu anlayacağım sen bulamamışsın hazırladığım bohçayı
ama gonca dönüşmüşse açan bir güle
bayram edeceğim tez elden cevap gelir bana bugün yarın diye
Sorular, aranan cevaplar, korkular, açılan kapılar, medcezirler, arafta kalmalar, nedenler, susmalar, çığlık atmalar, kafa karışıklıkları, çıkmak istedikçe içine gömülünen bir bataklık... Haziran da neredeyse çırpınarak bitecekmiş ki, bir yıldız nicedir gökyüzüne bakmadığımın kanıtı gibi duruvermiş karşımda... Sanki bana bir şey demek istiyor haline kulak kesilmişim... İyi de etmişim...
Temmuz tam anlamıyla aşkın ayı olmuş... Aşk sarmış her günü, aşkla uyanmışım her sabahıma, aşka aşık hallerimi bir kenara bırakıp, yaşamaya başlamışım... Müjdesini vermişim evrene, aşk yüreğimde diye...
Artık geçti…
Yeni bir hayat, yeni bir yolculuk bekliyor şimdi beni. Daha emin kollarda, daha güvenli… Hep bildiğim sıcaklıkta…
Hep beklediğim lezzette...
Aşksa olur demiştim bir keresinde...
Planlamazsın, üzerine düşünmezsin, düşlemezsin...
Sen farkında değilsindir ama aşk yola çıkmış geliyordur, evde yokum diyemezsin...
Yaşarsın sadece...
Aşk... mı?
İtirazım yok, olursa olur...
Olmazsa...?
Şu kısacık ömre sığan anlardan bir senaryo yazarım kendime...
Filmi çeken bir yönetmen bulunur elbet, senaryo sağlam çünkü... Oyuncular tapılası...
Böyle bir senaryonun, durağan ama devingen bir kamera ile anları kaydetmek üzerine kurgusu, anların izleyeciye geçmesi için yetecek ve artacak bile...
İzleyiciye geçen duyguyu tahmin edebiliyorum. Yer yer abartmışlar diyecekler...
Bu kadarı da olmaz... Ama oldu... Olur yani... Aşk gibi...
Planlamazsın, üzerine düşünmezsin, düşlemezsin...
Yaşarsın sadece...
İzleyici, filmin kapanış jeneriğinde, yaz ortasında yağan yağmuru, üstelik tam da adam şehri terk etmek üzereyken, abartılı bulmazsa ne olayım ama yağdı işte...
Kendi içinde sancıları olmuş Ağustosumun, sevince sıkıntı karışmış aşka hüzün... 1997 yılından 2003'e kadar geçen zaman diliminde karşılaştığım karakterlerden bir öykü kurgulamışım... Karanlık bir koridormuş yürüdüğüm... Bir bara denk gelip oturmuşum, kırmızıymış tabureleri ve aşk beni iki burbonla kendine bir kez daha aşık etmiş...Fonda Catfish Blue çalıyormuş... Sevmişim...
Bazen duygular nasıl da harmanlanıyor değil mi? Sevdim derken korkmaya, duruldum derken koşmaya, ağlarken şarkı söylemeye başlayabiliyormuş insan... Demek ki sadece duygular değil, eylemler de harmanlanıyormuş... Duygular, anlarla birlikte akıp gidiyormuş... Tavırlar bazen takılıp kalıyormuş... Belki de olması gereken de buymuş...
Arabesk bir geceden elde kalan saçmalıklar...
senin medlerin var ve bazen cezirlerin... ve sen o medlerle cezirler arasında sıkışıp kalmış bir aşıksın ve ne yazık ki aşıksın...
... Aklın uçar saçmalarsın. Kelimeleri ortaya serpiştirince, cümleleri kuracak akıllı biri çıksa dersin. Özneleri unutur, yüklemleri kaçırırsın. Zamirler peşinden düdük çalar, gece bekçisi sanır pencereni kaparsın. Aşıksın ya, gitmen gerektiğini bir türlü söyleyemez, geceyi sabaha bağlarsın. Ağlar ağlar ağlarsın... Tependekini koca kara bir bulut sanarsın. Sabah olunca susup, kederine yanarsın. ...
Kasımın ilk günleri, susturmak istemişim içimdeki sözleri, yağmura vermek sesimi... Rüzgar esmezse yapacak bir şey yok ama eserse gene görüşürüz buralarda demişim... Bir kaç gün sonrasında dost bir yürek "fısıldar mısın" demiş bana... Öyle güzel bir esintiymiş ki duyarsız kalamazmışım...Hemen sonrasında Ela katılmış dünyama... Belki ela olur gözlerin demişim ama olmasa da ben onu çok sevecekmişim... Sonrasında kelimeler dökülmüş ardı ardına... Sonrasında bir kapı aralanmış yüreğimin ortasına...
Dünya bir turunu daha tamamlamış bütün bunlar olurken hayatımda... Bazen ben onun zamanına ayak uyduramamışım bazen o benim zamanıma... Bazen benim kışımda o güneşler açtırmış, bazen ben onun baharının ortasında kara bir bulut olmuşum içimin sıkıntısıyla... Bazen o benim yazımda karlar yağdırmış, bazen ben onun güneşinde yağan yağmur olmuşum gözyaşlarımla... Zaman beni dinlememiş, dur dediğim de durup, ak dediğimde akmamış mesela... Benim de onu dinlediğim pek söylenemez ya... O kafasına göre takılmış, bildiğince akıp gitmiş işte... Ben yüreğime göre takılmışım, bildiğimce akıp gitmişim işte...
Öyle ya da böyle bir yaş daha almışım sonunu bilmediğim yaşamdan... Olmaz dediğim şeyler olmuş, olur dediklerim olmamış... Yepyeni şeyler öğrenmişim... Yepyeni kelimeler... Bazı bildiğim kelimeleri unutmuşum. Bazı öğrendiklerimi de unutmayı çok istemişim... Kendi kişisel tarihimin özel insanlarıyla tanışmışım, sanal denen ortamda yüzünü hiç görmediğim ama yüreğinden emin olduğum dostluklarım olmuş... Bir aşka yelken açmışım, havanın bozduğu zamanlarda bildiğim kıyılara dönmek istemişim, bazen de öyle güzelmiş ki hava, bu yolculuk hiç bitmesin istemişim... Yolculuk bana çok şey öğretmiş... Bir yolculuğu keyifli kılanın hep güzel olan havanın olmadığını , o havaya karşı alınan önlemler olduğunu öğrenmişim...
Şimdi o yelken, yolculuğa çıkanların ortak düşleri ile yoluna devam ediyor... Yeni kıyılar, yeni yaşamlar, yeni kültürler tanımak en büyük arzuları... Dilerim 2010 tüm bunları gerçekleştirmek için fırsatlar verir bize... Dilerim biz o fırsatları değerlendirebiliriz...
Öyle de olmuştu; kelimelerimizi tanıyorduk sadece, kelimelerimizden tanıyorduk... Ortak bir tanıdığımızın "sizin ritmi sürekli genişleyen ama hiç kaçmayan bir iletişiminiz var bu çok keyifli..." deyişi o denklik halinin; dışarıdan gören bir göz tarafından ilk fark edilişiydi, ilk kulaklarımıza deyişi, ilk karşılıklı dinlendirilişi... Ritmin denklik hali...
Kaç keresinde aşktır sorusunun sorulduğu gece, düşlerin yaşama yansımasıydı. An'dı, gerçekti... Aşkın; elle tutulur, gözle görülür haliydi. Kelimeler kelimeleri kovalarken hızına değil de, keyfine takılıyorduk sadece; öylesine yavaş, öylesine usul, öylesine özlenendi her bir kelime, öylesine saran, öylesine içten, öylesine aşktı her bir susuş...
Üzerinden çok geçmeden kelimeler yerini, uzun dokunuşlara bıraktı. Sevişmek, ritüelleri olan bir kutsanma, aydınlanmaydı. Yakalanmaya çalışılan ortak ritmin farklı notalardan ve seslerden oluşan bir kanon olması çok doğaldı, armoni dinlenmeye değerdi... Zamanla repertuara eklenen yeni ritmler ve üzerine yazılanlarla, aşk, sözcüklerde sevişmeye devam etti...
________________________
Kanon zordur, aynı ritimde aynı şeyleri söylerseniz, kanon olmaz, farklı ritimde farklı notalarla bir ahenk yaratamazsanız, kendiniz bile çıkan sesten rahatsız olursunuz...Duymazdan gelirsiniz bir süre, bir süre ritme ayak uydurmaya çabalarsınız ama sonunda müziğin sesini kısarsınız... Zordur taşlardan bir kule yapmak, yanyana dizerseniz kule olmaz, üst üste dizerken ise dengeyi yakalamak her zaman mümkün değildir... Aşk bir parça kule yapmak gibidir... En değerli taşı tam koyacakken denge altüst oluverir...
Zordur ilişkilerde ritmi bulup akıp gitmesini sağlamak... Kastım çoşkudan hüzne değişen bir ritim değil, tıpkı taşların büyüklüğünün küçüklüğünün bir önemi olmadığı gibi ritmdeki duygunun da bir önemi yoktur... Duygular bir müziğin içinde doğru yerde kullanıldığında sizi alıp götürendir. Boyutlar denge noktaları bulunduğunda göz zevkinizi katmerliyendir.
Dilerim ki; yarattığınız ritmin ahenki sonsuz kere dinlemeyi isteyecek kadar keyif versin size, dilerim ki; ilişkinize koyduğunuz her bir taşın denge noktasını bulabilin... Dilerim ki; seneler sonra bile yarattıklarınıza baktığınızda bir gülümseme yerleşsin yüzünüze... Keyifli pazarlar hepinize...