25 Ocak 2010

AĞLAYAN KIŞ




Ne garipsin aşk
Zamansız bir gidişin ardından
Karda kalmış yapraklar gibisin
Bilirim;
Üzerine düşen kara değil üşümen
Sen en çok
Yüreğine düşen kederlerde titrersin
ince
    ince

Yaprak yaprak damlar senin acın
Kendi ağırlığınca düşüp
Sessizce toprağa karışırsın
ince
    ince

Güneş vurunca kahveliğe
Buhar olup ulaşırsın sen maviliğe

Ne garipsin aşk
Zamansız bir gidişin ardından
Sağnak sağnak
Yağarsın
ince
    ince

Kimse bilmez rengini
Bazen çelik bir mavi olursun
Bazen solgun bir menekşe pembesi
 Ağlarsın
   yüreğine
        yüreğine

ağlayan bir kış gibisin aşk
eriyorsun
ince
    ince


24 Ocak 2010

ŞU FELEĞİN İŞİNE BAK!



Bir pazar sabahıydı 20'li yaşlarımın başında, başımda kavak yelleri...
Bir pazar sabahıydı, uzun upuzun bir mektubun orta yerine düştü bir bomba.
İngilteredeki arkadaşıma televizyondan seyrettiklerimi yazıyordum satır satır gözyaşlarımla, sayfalar dolusuydu duygum, sayfalardan taşıyordu acım. Tüm kanallarda, radyolarda türküler eşlik ediyordu gözyaşlarına. Nasıl anlatılırdı bir türkü bir mektupta...


Ruhi Su sesleniyordu bir yanda;

Ankara'nın taşına bak
Gözlerimin yaşına
Uyan uyan Gazi Kemal
Şu feleğin işine bak!
Kılıcını vurdum taşa
Taş yarıldı baştan başa
Uyan da bak Gazi Kemal
Başımıza gelen işe.

Ankara'nın dardır yolu
Düşman aldı sağı, solu.
Sen gösterdin Paşam bize
Böyle günde doğru yolu.


Diğer yanda Selda Bağcan;

Bir Pazar Sabahıydı Ankara Kar Altında
Zemheri Ayazıydı Yaz Güneşi Koynunda
Ucuz Can Pazarıydı Kalemim Düştü Kana
Zalımlar Pusudaydı Bedenim Paramparça
Ucuz Can Pazarıydı Kalemim Düştü Kana

Uğurlar Olsun Uğurlar Olsun
Hüzünlü Bulutlar Yoldaşın Olsun
Bir Keskin Kalem Bir Kırık Gözlük
Yürekli Yiğitlere Hatıran Olsun


Çevirdim Anahtarı Apansız Bir Ölüme
Şarapnel Parçaları Saplandı Ciğerime
Ucuz Can Pazarıydı Kan Doldu Gözlerime
İsimsiz Korkuları Katmadım Yüreğime
Bembeyaz Doğruları Yaşadım Ölümüne


Uğurlar Olsun Uğurlar Olsun
Hüzünlü Bulutlar Yoldaşın Olsun
Bir Keskin Kalem Bir Kırık Gözlük
Yürekli Yiğitlere Hatıran Olsun



Annem ağlıyordu koltukta. Babam suspus uzanmıştı yatağına.
Evde bir yürek acısı, evde bir öfke vardı hayata; 17 yıldır dinmedi, dinmeyecek...


____________________________________________________________________________













23 Ocak 2010

BEYAZ HÜZÜN

Top sahasının çocukları tek tük döküldüler meydana; kardan adam yapacak kadar kar vardı ama onlar bir iki tekmeledi karı ve bir iki de kar topu yapıp birbirine attılar o kadar. Bir süre sonra geldikleri gibi hızla gözden kayboldular. Bir kız çocuğu, ellerinde eldiveni, karları yuvarladı tek başına. Kocaman bir top yaptı; daha küçükçe olanı ilk yaptığının üzerine koydu ve daha küçüğünü en üste. Kardan adamı tamamladı; kendi atkısını çıkarıp kardan adamın boynuna doladı. Bir öpücük kondurdu kardan adamın yanağına ve oradan uzaklaştı. Ben bütün bunları seyredebilmek için, tek kişilik koltuğumu cam kenarına getirdim. Camın kenarına koltuğu getirmek için eşyaların neredeyse tamamı yerinden oynamış oldu. Kız çocuğu karı yuvarlarken ben  eşyaları yuvarladım sağa sola.Şimdi tek kişilik koltuğuma oturmuş, elimde sıcak çikolatam, karın bir o yana bir bu yana flörtöz yağışını seyrederken, sıcak peteğime ayaklarımı uzatmış, yağan karın yumuşaklığında usul düşler kuruyorum. Bir şöminem olsaydı fikrinin ucundan yol alıp düşün kucağına düşmek üzereyken, kardan adamın kaşkoluna takılıyorum.  Onu bile bulamayan onca kardan çocuğun, adamın, kadının, bebeğin hüznünde, perdemi kapatıyorum. Göz görmeyince gönül üzülmez mi deniyorum.


22 Ocak 2010

YOLUN YÜREĞİNCE OLSUN...

____________________________________________________________

Aylar sonra;  7. Hafta / 1 saat

- Öyle hemen kabullenmedi bünyem olup biteni. Bataklığı görmeye devam ettim bir süre. Daha az suluydu. Etrafta kurtulmak için kuru dallar vardı. Tutup da geri düştüğüm çok oldu. Umutsuzca çırpınmaya devam ettiğim de... Kuruyan toprakları gözyaşlarımla ıslatıp yeniden bataklığa dönüştürmeyi bile başardığım zamanlar oldu biliyor musun? Yaptım yani, övünecek birşey olmadığını biliyorum. Sonra o kuru dallar toprağa karıştı. Ve belki de gözyaşlarımla yeniden yeşerip, filizlendi, bir süre sonra köklü ağaçlara dönüştü. Gövdesi kalın, kolları güçlü, bol yapraklı ağaçlara... O ağaçlar dallarınını uzattı bana. Gökyüzünde tatlı maviliğe büründüler; sonra turuncular, sarılar ve kırmızılarla dans ettiler...
- Daha rahat hissediyordun yani kendini… Fizilksel olarak da daha hareketli ve canlı… Daha dışa dönük ve yapıcı… Güven hissi ve cesaretle birlikte gelen; olumsuzluğu karşı ezici olma ve üstün gelme isteği… Umut doğdu desene... (Yüzünde nasıl da güzel bir gülümseme... Güveniyorum ben bu adama)
- Evet; hayata yarım bıraktığım yerden devam etmek isteği doğdu içimde. Giderek daha gerçekçi davranıyor ve ayrılığı kabulleniyordum.  An ve an bataklığa saplansam da... Artık kurtulmanın yolunu bulmuştum. Tek başıma başardım demek yanlış olur elbet. Böyle zamanlarda dostun ne demek olduğuınun daha bir farkına varıyor insan. Dostlarının onu sıkı sıkıya tutup da bırakmama haline sığınıyor, sarılıyor ve ayağa kalkıyor. Tıpkı yürümeyi öğrenen bir bebek gibi; düşe kalka... Tekrar sevebileceğini, sevilebileceğini öğreniyor. Hayat insana öğretiyor, öğrettiriyor, kafasına vura vura; yürek seninse, sevmeyi biliyorsa, içinde gizli bir umut varsa, yarına dönüp baktırıyor hayat... İnsan gömse de kendini yedi fersah denizlerde; bir dalgıç değerini bilip, seni su yüzüne çıkartıyor. Sen öğreniyorsun, geçmesi gerekenin zaman olmadığını; bir kağıda not düşüyorsun;



15 gün
geçmesi gereken zaman değilmiş
Arafta kalmak
acıtırmış
Kalmak
acıtırmış

Dostluk baktığın yerdeymiş
Baktığın yerde gördüklerin
İçindeki yalnızlıktan daha güçlüymüş


Güç içindeymiş
İçin
dışındaymış
Yara alman bundanmış



- Zamandan değil senden geçmesi gerekmiyor mu acıtmaması için...(*) demişti bir arkadaşın değil mi?
- Benden geçti biliyor musun? Delip geçti... Acıtmadı mı sanıyorsun... Hem zamandan hem benden geçip giderken bir iz bırakmadı mı? Acıtmayan ama gözüme batan bir iz kaldı yüreğimde... Kalacak biliyorum... Ama sonsuzluk bitti. O rüyayı görmüyorum artık. O binadan düşmüyorum...  O bataklığın orta yerinde tüm çıplaklığımla kendimi boğmuyorum.......................... Artık bitti mi dersin... Bitti mi yani...
- Bitti.
- Söylesene şimdi ne yapacağım ben...
- Yeni bir yolculuğa çıkacaksın. Sorunların çözümü günlük deneyimlerden doğar, nesnelere gerçekte oldukları gibi bakmaktan geçer. Onların olmaları gerektiği şekli düşünmekten değil. (**) demiştim sana hatırlıyor musun? Sen bunu öğrendin. Oldukları gibi görebilmek, kabullenmektir. Hepimizin olmasını istediği çoğunlukla bir düştür. Bazı düşler, en yüksek yerlerden en hızlı düşüşlerle sonuçlanır. Oysa hayat, olması gerekenlerle değil, olanlarla resmeder kendini. Ve sen bu yeni yolculuğa, yüreğinin en mantıklı yerinde bile hala aşk varken ve artık olgunlaşmışken, son olmayacağını bilerek çıkacaksın biliyorum. Sen; yüreğinin götürdüğü yere gideceksin... (**) Yolun yüreğince olsun...


__________________________________________________________________SON__________

- Terminal dönemdeki hastalara ilişkin bilgiler için bu  Makale  den yararlanılmıştır.
- Bu yazıda değinilen; renklerin psikoloji üzerindeki etkileri internet kaynaklarından derlemedir.
- Bu yazı kendi yaşamımın bir anından kurgulanmıştır. Yerler, isimler ve diyaloglar hayalidir ve  beenmaya'nın 15 Fırça Darbesi  isimli yazıma yorumundan (*) sonra yazılmaya başlanmıştır. 
(**) Yüreğinin Götürdüğü Yere Git - Susanna Tamaro'nun kitabının adıdır ve cümle o kitaptan alınmıştır.  
- Fotoğraf / 1x.com

DERİN KAYIP DUYGUSU


___________________________________________________________


- Midemde aşırı yanmalar oluyordu, uykumda sürekli yüksek bir binanın tepesinden düştüğümü gördüğümden, uyuma problemleri yaşıyordum. Yapmak istediklerim ve yapabileceklerimi düşünmek bir sanrıya dönüşmüştü. Ne yaptığımız pazarlık, ne verilen sözler hiçbiri sakinleştirmiyor aksine onların nasıl olsa tutulamayacak halleri aklıma geldikçe; kapana sıkışmış bir farenin çırpınışlarını sergiliyordum. Babamın o herşeyi bırakıp giderken ki son bakışının üzerime yüklediği suçluluk duygusu ve hemen sonrasında hayatın beni değil de onu haklı çıkarmasına duyduğum öfkeyle birleşiyor, kendi kendimin kapanı oluyordum. İnsanın en zoruna giden, ne yapacağını bilip de yapacak gücü kendinde bulamaması olduğunu o dönemlerde öğrendim. Yalnızlık sadece bir durum değil, içinde giderek kaybolduğum bir denizdi. Sonsuzdu... Masmaviydi. Buza kesmişti... Yüreğimin yangınları devam ederken, topladım valizlerimi...
- Gitmek miydi bulduğun çözüm... Gidersen geçer mi sandın...
- Zamana ihtiyacım vardı, düşünmeye... Yüreğimin en mantıklı yerinde bile hala aşk vardı. Ama aklım... Tutarsızdım. Farkındaydım... İşin acı yanı ne biliyor musun? Her anını fark ederek yaşamak. Hani şarhoş olsan, uyansan sabah ve birşey hatırlamasan... Ama değildi, bu bir sarhoşluk değildi, bu tam da farkında olmaktı, neler olduğunun, ne zaman olduğunun, niyesinin, niçinlerinin cevapları olduğu bir durumdu.  Kabullenmek sanki en doğrusuydu ama nasıl? Herşeye göğüs germek, nedenler ve niçinlerle örülü sorulara cevap vermek, anlatmak istemedikçe karşına çıkan hayat, off... Uçakta dönerken bunlar vardı kafamda... Bir ara uyuya kalmışım... Gene o rüyayı gördüğümü fark ettim, hostes bir şey içecek misiniz diye sorduğunda... Tek fark, ayaklarım bataklıkta olsa da bakışlarım ilerideki tan vaktine odaklanmıştı. Duvarlarını kendi ördüğüm hapisanenin tek mahkumuydum. Tek gardiyanı. Tek hapisane müdürü... Aklımda yüreğim arasında sıkışıp kalan aşk, tutarsızdı biliyordum. O dönemde şunu yazmıştım bir köşeye;



Tutarlı olmamı bekleme benden. Yüreğimin ve beynimin aynı anlaşmaya imza atması mümkün değil. Sen konusunda anlaşamazlar anlasana. Yüreğim senin iyi bir insan olduğunu sanıyor. Beynim olmadığına ilişkin onlarca kanıt sunuyor. Yüreğim sana acıyor. Beynim kendime acımam konusunda geçmişi hatırlatıyor.

Tutarlı olmamı bekleme benden. Bedenim seni çağırıyor Aklım kendine gel diyor.

Aklım sonunda bir sınır çiziyor. Akılla yürek anlaşacakmış gibi geliyor. Hiç beklenmedik bir anda beni kendime getiren cümle karşıma çıkıyor :

“Sınırlar başkasını dışarıda tutmaz, sizi içeri hapseder” (*)



_______________________________________________________ Devamını Oku...
(*) Grey's Anatomy 1. sezon, 2. bölümden bir alıntı.
Fotoğraf / Prison by ~groby