30 Ocak 2010

DİYELİM Kİ...


Diyelim ki kalakaldın uçsuz bucaksız bir ormanda
Üstelik kar yağmıştı
Üstelik daha çok yol vardı

İleride güneşin kollarının uzanıp da aydınlattığı bir boşluğa ilişti gözün
Diyelim ki düş
Diyelim ki gerçek
O anda için mi ısınırdı
Isınmaya dair umudun mu çoğalırdı
İçin ısınması
Umudun çokluğu ile doğru orantılı mıydı

Yoksa herşey senin olaylara nasıl baktığınla mı alakalıydı
Diyelim ki düş
Diyelim ki gerçek

____________________________________

29 Ocak 2010

OYSA YAŞANACAK ÇOK GÜN VARDI

Zamansızsın
Kim için gelirsen gel
Hangi vakit çalarsan çal kapıyı
Zamansızsın


Üzgünüm
Bütün gidenler için


ZAMAN, NEDEN DURUP DURUP VURURSUN Kİ...



Uzun zaman olmuştu, sabahın kör karanlığına uyanmayalı...

Uzun zaman olmuştu sessizliği delip geçen sabah ezanını dinlemeyeli... Bu sabah ilk defa fark ettim ki, sabah ezanını; makamının farklı olmasından öte, derin bir sessizlikte dinliyor olmaktan dolayı seviyorum.

Aklımda, gecenin keyfini sabaha taşıyan sohbet var ve kulağımda hemen ardında çıplak ses okunduğu anlatılan sabah ezanının sesi... Ve sen... Oturuyorsun havuzun hemen yanındaki derme çatma bankta... Ve ben seni seyrediyorum... Seyrederken bile düşlerde geziyorum. Hem seyrederken hem de düşten düşe dolaşırken büyük keyif alıyorum. Çünkü, içinde sen varsın ve ben varım... Gerisi boş geliyor, o kadar doluyuz ki seninle... Şimdi sabahın köründe aklıma neden geldiğini biliyorum: Her ayrılık birbirine benzer ya...

Bir sınır vardır hani, sürekli öteye kaydırırsın, aşk bu; haklısın yeri gelir sınırları bile kaldırırsın ama sonra bir an, tek bir an geçilmez bir sınıra dayanırsın... Kararsız beklersin sınırda, kendini ve onu acıtırsın, bilerek veya bilmeyerek, yaparsın bunu. İsteyerek veya istemeyerek...

İstanbul'da bir ajansta çalışıyordum, ajansın metin yazarı; her sabah koca kara gözlüklerle gelmelerime istinaden; bir sabah uyandığında elinde valizin çıkıp gideceksin demişti. "Demek ki hala zamanı var. Ağlamaktan vazgeç ve o ana kadar yaşa."

Ağlamak yaşamak değil midir diye çok düşünmüş, hiç sormamıştım ona. Eşinden yeni boşanmıştı, acısı tazeydi ve belli ki çok ağlamıştı, gözleri hala nemliydi.

Ah zaman, neden durup durup vuruyorsun ki...
Neden benzer sorularla insanı sınırlara sürüklüyorsun ki...
Neden bir çığlığın; üstelik birbiri ile çelişen en az iki nedeni var ki...
Soru niye olacaktı dimi?
Peki cevabı biliniyorsa sorunun ne önemi var ki!!!
Yani cevabı gerçekten biliyorsan, hani kendine dürüstsen aslında, beklediğin neyin zamanı ki...


______________________Bir Dip Not_________________________

Geçenlerde bir yazıya yorum olarak deneyimlediğim bir şeyler karalamıştım:

İnsan gidebilse, ne gitmeyi düşünür ne de gitmeyi dillendirir, insan gidebilse, gider sadece...

Demek ki zamanı var, beklerken yaşamı es geçme! (Derim ben, ben geçmiştim, kendimden bile vazgeçmiştim, sonrası zor oldu, tutunmak hayata, boğulmamaya çabalayarak çırpınmak hüzün denizlerinde ve yakıp da bitiren bir tutkunun ardından küle dönüşüp, tekrar küllerinden doğmak çok zor olmuştu... Sanırım yaş aldıkça, yaşamayı öğreniyor insan ve en çok öğrendiği de bu oluyor galiba)

______________________________________________________________________
Fotoğraf / deviantART

28 Ocak 2010

HÜZÜN DENİZİ

















                     Dimdik durdum ayakta
                                    Süzüldüler hüzünlerim
                                          damla
                                                damla


___________________
Fotoğraf

DİMİ AMA?





Bu gece biraz sarhoş olabilirim...
Sokaklara çıkıp "Seni Seviyorum" diye bağırabilirim
Gelemeyişlerine kızgın olabilirim
Sırf bu yüzden gülümsemeyebilirim
Geldiğinde kocaman sarılabilirim
Bütün bunları seni özlediğim için yapmış olabilirim.

Bunu sana buradan söylemiş olmayı istemiş olabirim
Yarın sabah uyandığımda
Sarhoşum hiçbirini hatırlamıyorum diyebilirim
Ama seni sevdiğimi ve özlediğimi inkar edemeyebilirim

___________________________________________________
Fotoğraf / deviantART