03 Şubat 2010

AH ETME NE OLUR

BİLMEM

Yağmura karışan bir AH sesi
Yürek kabartınca
İçten olduğu belli
Bilmem sızladı sadece
Belki kırıldı ortadan
Ama ses çok netti
Kısa
AH
Yürekten geldi
Yüreğe gitti mi

Bu satırları karalamışım vakti zamanında, ah bir sızının sesidir aslında, ama bir de ah etmek hali vardır... Büyükler ne derler bilirsiniz, ah döner dolaşır gene seni bulur. Ama yürek bu; elde değil, ah diyorsa, sen sustuğunda avaz avaz bağırıyorsa, o zaman ne yapacağız hiç düşündünüz mü? Yani ah etmiyor, sadece ah diyor.. Sadece ah...

Sen burada duruyorum dedin
Ben birkaç adım geldim
Ben burada dururum dedin
Ben birkaç adım gittim
Gitmek ve gelmek uzaklıkla ilgili değildi
Bütün mesele ödün verebilmekti
Şimdi herşey dengelendi
2 adım ileri gitmiştim
2 adım geri geldim
Şimdi ben burada duruyorum
Peki sen bir kaç adım gelebilecek misin?

Yaşam; sen bir adım at ben sana koşarım üzerine kuruluysa bir yürek için, işi zor. İlk başta adımı atan da, koşan da, sonunda kaçan da hep kendisi oluyor.

Dün akşam bir süper modelin yaşamı üzerine bir belgesel biyografi seyrederken, onca güzelliğine rağmen aldatılışını anlatırken ki hüznüne takıldım. 20 yaşında aşık olup evlendiği adam için yaşadığı kenti, ailesini, herşeyi bırakıp eşinin peşine gitmiş o konser senin bu konser benim dolanmış bir şehirden başka bir şehre. Sonra bir gün, konserin olduğu kasabaya gitmemeyi tercih edip şehirdeki lüks otelde kalmış, çünkü ertesi gün eşi tekrar o şehre dönecekmiş. Gece eşini yalnız bıraktığı için huzursuzlanıp, bir taksi ile onca yolu göze alıp, bir süpriz yapmak üzere yola çıkmış ve asıl süprizle oraya vardığında karşılaşmış. Eşi, giyinme odasında dansçı kızlardan biriyle sevişiyormuş. O anda orayı terk edip, boşanma davası açmış. Ben asıl sonrasında kurduğu cümle ile uğraştım bütün gece:

Bütün erkekler aynıdır, yüreğinizi teslim ederseniz, ihanetleri kesindir?
Çünkü ilişkiler, güç dengesidir.

Gece uyku ile uyanıklık arasında dolanırken düşündüm.
Yüreği teslim etmeden sevmek mümkün mü?
Peki pratikte ki sonu hep aynı ise, yani ihanet kesinse, o zaman bir ilişkiye yüreği teslim etmemek mi gerekir? Yüreksiz bir sevgi...  Mümkün değilmiş gibi...

_____________________________________________________
Fotoğraf / deviantART

KUMAR


Candan Erçetin - Vakit Varken

Kazananı ya da kaybedeni yoktu
Havaya demir bir kuruşu atıp beklediler
Ya yazı gelecek ya tura dedi adam
Bekleyip göreceğiz
Kalleş bir rüzgar esti
Kuruş rüzgara teslim olup uçtu gitti

Kadın ya yazı gelseydi dedi
Adam sonucu değiştirmezdi dedi
Kadın o zaman kuruşun bir önemi olmadığını bildi
Üzüldü
Kumar kötü şeydi


_____________________________________________

02 Şubat 2010

KARAR



haydi birini seç dedim
kararsız kaldı
hem pembe kır çiçeklerini
hem de mor sümbülleri severdi
mor sümbüller
bendim
pembe kır çiçekleri
o
gözlerini kapadı
sımsıkı sımsıkı kapadı
seçmesem dedi
yok öyle hem karnım doysun hem pastam tam kalsın dedim
gözlerini sımsıkı sımsıkı kapadı
kararsızdı
ben asla pembe kır çiçeklerinden vazgeçmem dedi
cümlesi bittiğinde
mor sümbüllerimi alıp yola koyuldum
ben senden vazgeçerim dememiştim ki dedi
ben sadece pembe kır çiçeklerinden asla vazgeçmem demiştim diye yineledi

ben mi yanlış anlamıştım
birinden vazgeçmem demek diğerinden vazgeçerim demek değil miydi?

___________________________________________________________________

AKLINA GELMEYEN









En acısı neydi biliyor musun? Kal bile demedi...
Belki git diyememiştir, hiç düşündün mü?


Bir sohbetin ortaya yerindeyiz, nasılsın diye soruyor, iyiyim diyorum; galiba...
Ne oldu ki diyor, anlatıyorum olanı biteni, yüreğime değenleri...
Ben uzun bir sessizlikten sonra, sorumu soruyorum o beni başka bir soru ile yanıtlıyor.
Ayrılıyoruz caddenin duraklarından birinde, o karşıya geçip kendi yönünce ilerliyor.
Ben kalalalıyorum.
Hiç aklıma gelmeyenle başbaşa, yürüyorum.
Yol uzun, söylenen çok.
Tüm söylenenler içinde, ben daha çok bir iddaaya takılıyorum.
Sana söyleyeceğim ve son olacak...
Kendimi düşünüyorum da, hiç büyük iddaalarım olmadı benim.
Sadece sevdim.
Öylesine içten ve samimiyetle...
Oysa sen öyle miydin; sen sonsun, senden sonra gözüm görmez, kulağım işitmez, yaşamak bile boş ve anlamsız derdin. Bilirdim, son olmadığımı, gözünün benden sonra da göreceğini ve yaşayacağını dolu dolu. Öyle de oldu, ben daha yaralarımı saramadan, evleneceğin haberi geldi, hemen akabinde bir çocuğunun olduğu.
Ben senin gibi iddaalarla sevemedim seni.
Ama sevdim, çok sevdim.
Öylesine içten ve samimiyetle...

___________________________________________
Fotoğraf / Neslihan Öncel

01 Şubat 2010

ZAMAN GEÇERKEN DENİZ BİN DEFA TAŞAR

Yolculuk nasıl geçti diyorum, önce iyi diyor, sonra bana Bay E'den bahsediyor... Uzun uzun dalıyor gözleri... 15 yıllık evliliğin ardından 24 saat bile sürmeyecek bir ayrılığın içine sığdırılan 7 telefon konuşmasının yürek arasına sıkıştırılmış kelimelerini koyuyor masanın üstüne. Şeffatle dokunup her birine, ilk çıktıkları ağızdan nasıl çıktılarsa aynen öyle söyleyebilmek için çaba harcıyor, gözlerinde bir damla yaşa dur diyemiyor.  Bayan N, güzel kadın; ellesinde, kızıl saçları, 175cmlik boyu, ince ve biçimli bedeni ile bir çok erkeğin düşünü kurmaktan alıkoyamayacağı biri, hala... Ama o birinin düşü değil gerçeği olabilmek istiyor. Ne doktorlar, ne avukatlar istemiş hikayelerinin tek düzeliğinde yitip gitmiş koca bir hayat tek başına. O aşık olmak istiyor ve bir o kadar da sevilmek. O anlatırken düşünüyorum, aşık olmak ve sevmek, bir arada ne kadar zor bulunur iki hazinedir. Ve ayrı ayrıyken bile ne çok değerlidir.

Bir arkadaşımın, yıllar önce, aşık olduğu adamdan vazgeçip çok sevdiği adam ile evlenme hikayesi geliyor aklıma. Sürmezdi derkenki sesinin soğukluğunda bugün bile titrerim hatırladıkça. Aşk doğası gereği mi kısa, yoksa biz öyledir diye mi kısa kesiyoruz.

Oysa sevmek öyle mi, hiç sevmeyi kısacık zaman dilimlerine sığdıran birini tanıdınız mı, sevmek uzun solukludur; emeğin yoğun, beklentinin rafine hali midir sevmek gerçekten. Seven değer bilir demişti bir dostum, değer bilir... Değer nedir ki? Kimin değeri daha fazladır. Hayatımda olsun dediğinin mi, hayatımdaydı dediğinin mi yoksa hayatında hali hazırda var olanın mı? Hepsinin değeri farklıdır kuşkusuz ve her bir değer bir diğeri ile ölçülemez pahadadır ama hayat öyle midir? Yaşayıp giderken, bilir miyiz, bize değer verenin değerini... Yoksa herşey; geçmiş di'li zamanlara ait birer anı mıdır dost dertleşmelerinin o buram buram anason kokan masalarında?

Zaman akıp gidiyor, kahveler içiliyor, fallar bakılıyor. Bayan N, gözleri yaşlı, kendine ait olmayan ve olamayacak bir adamın yasını tutuyor. Bir cümlesi öyle içime işliyor ki, bana yüreğimi alıp kalkmak kalıyor:

İnsan en çok aşkı yaşayamadığına üzülüyor biliyor musun...
Sevilmenin nasıl bir duygu olduğunu hiç bilememiş olduğuna...

Akşam eve dönerken, arabanın direksiyonunda dalıp gidiyorum kendi geçmişime. Anılar, anılara doğru yol alırken usul usul, bir Sezen şarkısı dolanıyor dilime ki; bazı albümleri kendi kişisel tarihimin en yaralı zamanına denk gelmiştir. Sezen şarkılarını kaç yol boyu dinledim, kaç gece bağır bağır söyledim hatırlamıyorum ama bugün o odadan ayrılırken; nasıl bir duygu olduğunu biliyor oluşuma (hali hazırda yaşadığım da düşünülürse) gülümediğimi biliyorum.

40lı yaşlarına merdiven dayamış bir kadın olarak yaşanmışlıklarıma selama duruyor ve bağıra bağıra  Sezen'e eşlik ediyorum:
 
Her ayrılık bir vurgun değmeyin yaşlarıma,
Benden selam söyleyin bütün aşklarıma...


Çiçeklerim dökülür her mevsim
Sonra yeniden açar
Ümidimin boynu bükülür
Sonra deniz bin defa taşar
Bin defa taşar









_________________________________________________
Fotoğraf  / Geometry of Wawes by ~ValentinaDorogan