04 Şubat 2010

AZICIK SEVGİ

Gece geç vakit döndüğüm yemek sonrası, kapıyı açmak üzereydim ki, karşı komşunun kapı tıkırtısını duydum. Bu paket size gelmiş deyip uzattı. Şaşırdım, alalade bir paket kağıdına sarılmış, dikdörtgen bir kutuydu. Üzerinde sadece el ile yazılmış adım vardı. Evren'e... Teşekkür edip aldım ve eve girdim. Akşam için kafamdaki planı gerçekleştirmek üzere, önce gidip üstümü başımı değiştirdim. Düşük belli bir eşofman altı ve gri yarım kollu bir tişört giydim. Ev sıcaktı, dışarıdaki havayı dikkate alıp, ısıyı düşürmemiştim.  Ellerimi yıkayıp, aynadaki gülümseyen bene bir öpücük verdim. Bu gece her zamankinden güzeldim.

Mutfağa geçerken, hemen kapı girişinde durmakta olan pakete gözüm takılsa da, henüz açmaya niyetli değildim. Mutfağa girdim, önce malzemeleri çıkarttım: Küçük boy, mümkün olan incelikte, turuncusu göz alan iki havuç, orta büyüklükte kabuğu ince ve kokusu göz yaşartmayan soğan, yeşili iç ısıtan tadı mayhoş görüntüsü hoş bir elma,  kokusu insanı kendinden alan, kabuğu ince bir portakal, antalyada dalından az önce koparılmış dişleri gıcırdatmayan bir limon ve iki kişiye yetecek  bir kereviz, sapları daha sonra çorbalara katılmak üzere kesilmiş...

Müziksiz iş yapamadığımdan, hemen salona geçip kendi ritmimi buldum.

Yemeğimin tüm hazırlığını bitirince, kendimi salondaki kanepeye atıp, elime kumandayı aldım. Televizyon seyretmekten vazgeçip, köşe koltuğuma kuruldum. Biraz bloglarda dolanıp, keyfime keyif kattım. Yabancı bloglardan birinde gördüğüm bir fotoğrafa fena halde takıldım, kendimi ılık sulara bıraktım.

Yemeğimin piştiğini haber veren saatimin çalmasıyla bir düşten uyandım. Mutfağı saran muhteşem kokuyla yarın geceki mezuniyet davetimde harikalar yaratacağımı anladım. Altını kapatıp, düşüme kaldığım yerden devam etmek üzere, tekrar koltuğuma koştum. Gözlerimi yummak üzereydim ki, kutuyu açmak için ne bekliyorsun dedim kendime.  Kendim, evet ne bekliyorum ki deyince,  fazla heyecanlanmama izin vermeden, salondan çıktım.

Paketi elime aldım; heyecanlandım: Ya ondansa diye mi, yoksa ya ondan değilse diye mi bilemedim. Köşe koltuğa gidip, paketi yavaşça açtım.


İçinde bir kart, ve bir çikolata vardı: En sevdiğimdi; Lindt Petits Desserts Mouesse au Chocolat hem de Dark... Gülümsedim... Sımsıcak bir duygunun, çilolatanın damağa yapıştırılıp emildiğinde insanın bütün duyularına seslendiği gibi bütün hücrelerime seslenmesine izin verdim. Canlandım... Kış uykusuna yatmaya hazırlanan yüreğim uyandı. Gülümsemem bütün yüzümü kapladı. Gözlerimin içine kadar yayıldı. Hüzne kapılmış, ağlamaklı gözlerimde bir ışıltı, gecemi aydınlattı. Bir koşmak isteği, bir koşmak isteği ki; beni benden aldı. İçim koştu. Ona kocaman sarıldı. Azıcık sevdi, çokça öptü, bolca kokusunu içine çekti. Çok özledim biliyor musun dedi. İçim yaptı bütün bunları ben köşe koltuğumda oturmuş, gülümsüyordum. Kocaman sımsıcak, sevgi yüklenmiş bir gülümsemeyle dışarıda yağan kara baktım. Düş gibiydi...


Kartın üzerinde yazan 'Azıcık Sevgi' ile çoktan çözülmüş olan buzlarımın eriyen hallerine gözyaşlarımı karıştırdım. Onları avuçlarımda toplayıp, hemen yanıbaşımdaki ortancalara ulaştırdım; filizlenmiş hallerine gülümseyip, kartın içini açtım.

"Biliom üzüom seni bazen, ama inan anladığın şeyler değil hallerim, ben öleyim işte; duygularımın samimiyetine güvenim fazla belkim. O an yüreğimden geçen zengin onu ben biliomda karşıdaki bilmio belkim o anda, ben bunu bilemiyom bazen, sonra farkediom, ama çare olmuo bu"

Aslında oluyor deyip, gülümsememin yüreğime kadar yayılmasının keyfini çıkarttım. O gece alnıma konan öpücüğün değerini, her zamankinden fazla bildim. O gece, hiç uyanmadım. Sabah uyandığımda, dışarının soğuğu yüreğime yetmedi, hala öyle sıcak öyle sımsıcaktı işte...


___________________________________________________________
(*) Azıcık Sevgi / Küçük Bir Aşk Hikayesi
(**) Dany Brillant / Histoire dun amour
(***) Yemek tarifi için Cafe Fernando

03 Şubat 2010

ŞARAP OLSA DA İÇSEK


Use me...




Önce bahardı
Bir dağ evinde güneş batarken;
 Kurbağa seslerine eşlik ederek şarap içmek vardı

Sonra kar yağdı
Bir dağ evinde kar yağarken;
Şöminede yanan odun çıtırtılarına eşlik ederek şarap içmek vardı


______________________________________________________
Fotoğraflar / Colombiada  bir kasabadan

YİNE Mİ BE YÜREK YİNE Mİ


Oturmuş koltukta hayıflanıyorum bir günün daha bitişine... 
 ...


Kendimin en kuytusuna gidip oturuyorum. İçimde bir sıkıntı. Bugün aldığım haberden belki. Belki kendime dokunan ucundan. Belki hayatı sorgularken takılıp kaldığım bir andan... Sebebi çok, sebebi yok hallerimdeyim.


Tarifi olmayan mutlu anların sonrasındaki amansız, yola gelmez, söz dinlemez hüzün çeşmesinin başında durmuşum da kırılan testilere bakıyorum sanki.

Güvenimi aldı benden, geceleri rahat uyumalarımı ve sabahlara mutlu uyanışlarımı

diye haykırıyordu, kendisine tecavüz eden adamla mahkemede karşılaştığında. Dizinin senaryosunu yazan daha önce tecavüze uğramadıysa nasıl olur da yazabilirdi tecavüze uğrayan bir kadının haykırışlarını diye düşünürken yüreğime edilen tecavüzün sonrasında benzer kelimelerle boğuştuğumu fark ettim.


Uzun zaman oldu. Tedavisine geç kalınmış bir hastalık şimdi bendeki... Oysa tedavi oldum sanıyorsun. Hazırım diyorsun. Çevrendekileri kandırıyorsun bir süre. Seni tanıyan dost arıyor, mutsuz, temkinli, kızgınlığını gizlemeye çalıştığı düşük tonlu sesi ile... Kendini kandırmaya daha ne kadar devam edeceksin. Daha ne kadar onarmadan ruhunu dayanabileceksin. Daha ne kadar yüreğini acıtabileceksin. Daha ne kadar acını saklayabileceksin. Daha ne kadar yaralı yüreğini onaracak birini arayacaksın. Gönüllü olur mu sanıyorsun sana biri... Demiyor da sen o telefonu kapattıktan sonra sorularla kalıyorsun başbaşa. Oysa dostun sadece "lütfen diyor lütfen yeter..."


Aylar öncesiydi, bu yazıyı yazmaya sebep hallerimin üzerinden geçeli çok olmuştu. Bir cümle, onca zamandır içimde saklı olan yaranın kabuğunu kopartmıştı. Aylardan Mayıstı. Üzerinden geçen onca aydan sonra kanamaz sandığım yüreğim, kanadı. Günler sonra, bir cümle, çıkıp geldi uzun zamandır saklandığı belli yerinden, taa yürekten. Çok şeydi, yüreğime sarılıp sarsıla sarsıla ağladım. Şimdi yine ve yeniden o uykusuz gecelerdeyim; dilimin ucunda benzer bir cümle, kurmaya korkuyorum, sessizce içime ağlıyorum...

Yine mi kandın sözlere, yine mi dağlandın
Yine mi yıprandın, yine mi korunmadın
Yine mi yürek, yine mi aldandın...




____________________________________________________________________
Görsel / Pino

AH ETME NE OLUR

BİLMEM

Yağmura karışan bir AH sesi
Yürek kabartınca
İçten olduğu belli
Bilmem sızladı sadece
Belki kırıldı ortadan
Ama ses çok netti
Kısa
AH
Yürekten geldi
Yüreğe gitti mi

Bu satırları karalamışım vakti zamanında, ah bir sızının sesidir aslında, ama bir de ah etmek hali vardır... Büyükler ne derler bilirsiniz, ah döner dolaşır gene seni bulur. Ama yürek bu; elde değil, ah diyorsa, sen sustuğunda avaz avaz bağırıyorsa, o zaman ne yapacağız hiç düşündünüz mü? Yani ah etmiyor, sadece ah diyor.. Sadece ah...

Sen burada duruyorum dedin
Ben birkaç adım geldim
Ben burada dururum dedin
Ben birkaç adım gittim
Gitmek ve gelmek uzaklıkla ilgili değildi
Bütün mesele ödün verebilmekti
Şimdi herşey dengelendi
2 adım ileri gitmiştim
2 adım geri geldim
Şimdi ben burada duruyorum
Peki sen bir kaç adım gelebilecek misin?

Yaşam; sen bir adım at ben sana koşarım üzerine kuruluysa bir yürek için, işi zor. İlk başta adımı atan da, koşan da, sonunda kaçan da hep kendisi oluyor.

Dün akşam bir süper modelin yaşamı üzerine bir belgesel biyografi seyrederken, onca güzelliğine rağmen aldatılışını anlatırken ki hüznüne takıldım. 20 yaşında aşık olup evlendiği adam için yaşadığı kenti, ailesini, herşeyi bırakıp eşinin peşine gitmiş o konser senin bu konser benim dolanmış bir şehirden başka bir şehre. Sonra bir gün, konserin olduğu kasabaya gitmemeyi tercih edip şehirdeki lüks otelde kalmış, çünkü ertesi gün eşi tekrar o şehre dönecekmiş. Gece eşini yalnız bıraktığı için huzursuzlanıp, bir taksi ile onca yolu göze alıp, bir süpriz yapmak üzere yola çıkmış ve asıl süprizle oraya vardığında karşılaşmış. Eşi, giyinme odasında dansçı kızlardan biriyle sevişiyormuş. O anda orayı terk edip, boşanma davası açmış. Ben asıl sonrasında kurduğu cümle ile uğraştım bütün gece:

Bütün erkekler aynıdır, yüreğinizi teslim ederseniz, ihanetleri kesindir?
Çünkü ilişkiler, güç dengesidir.

Gece uyku ile uyanıklık arasında dolanırken düşündüm.
Yüreği teslim etmeden sevmek mümkün mü?
Peki pratikte ki sonu hep aynı ise, yani ihanet kesinse, o zaman bir ilişkiye yüreği teslim etmemek mi gerekir? Yüreksiz bir sevgi...  Mümkün değilmiş gibi...

_____________________________________________________
Fotoğraf / deviantART

KUMAR


Candan Erçetin - Vakit Varken

Kazananı ya da kaybedeni yoktu
Havaya demir bir kuruşu atıp beklediler
Ya yazı gelecek ya tura dedi adam
Bekleyip göreceğiz
Kalleş bir rüzgar esti
Kuruş rüzgara teslim olup uçtu gitti

Kadın ya yazı gelseydi dedi
Adam sonucu değiştirmezdi dedi
Kadın o zaman kuruşun bir önemi olmadığını bildi
Üzüldü
Kumar kötü şeydi


_____________________________________________