15 Şubat 2010

PAYLAŞMAK SENDE OLANI

Yıllar ne çabuk geçiyor...

Hüzün yürekte ağır geliyor, taşıyorsun, ha deyince gitmiyor biliyorsun. Sen içine kaçtıkça, kelimelerin de kaçıyor en kuytu köşelere... Üzerinde bir hüzün elbisesi, yıkanmamış sanki senelerce...

Sonra bir terzi geliyor... Sana çok yakıştığını düşündüğün hüzün elbisesini çıkartıyor, çırılçıplak kalıyorsun. Mutluluk kumaşını uzatıyor. Sana yakışan kumaş budur diyor. Sen bakıyorsun. Üzerimde sakil durmaz mı taşır mıyım ki endişeni yüzüne yansıtınca; üşenmiyor, alıyor ölçünü, dikiveriyor en güzelden daha bi güzelini... Sen tüm çıplaklığınla ağlıyorken nedensiz onun karşısında; biraz ürkek uzatıyorsun elini. Kendine çekiyor seni. Sarıp sarmalıyor. Utanma diyor, her yürek acır bir zaman ve her yürek değiyorsa eğer çekip çıkartılmalıdır kendi bataklığından. Kendine dokuduğu mutluluk kumaşını seninle paylaşmaya hazır haline şaşkın bakınırken sen, çıplaklığına en yakışanı dikip bir de giydirince üzerine:

Her sabahına güzel ve mutlu uyanıyorsun. Kuşkusuz sol yanın dolu olduğundan ve tabi bir de güven duyduğun bir göğse sarıldığından... Hüzün hep içimde dediğin halin geride kalıyor, yerini bir gülümseme, bir huzur, bir mutluluk alıyor. Hüzün sokağına uğramıyor bir dostun temennisindeki gibi... Hatta hüzün, eski bir fotoğrafın sararmışında çoktan almış yerini de şimdi dönüp bakarken; ne hüzün dedirtiyor sadece. Daha öteye bile gitmiyor duygun...

Eline bir kağıt kalem alıp, iki satır karalıyorsun el yazınla:

Sen içimde çiçekler açtırdın ya bunun için bile sevebilirim seni bir ömür... Öpöylesine *...



_____________________________________________________________________
İlk Yayın Tarihi / Temmuz 2009 / Terzinin adı çokça anılınca bugünlerde, yazımı tekrar yayına vereyim dedim. Ve ne göreyim, yine ve yeniden isimsiz bir (ç)alıntı yapılmış, yazdım editörlerine... Gülüp geçebilmek istiyorum böyle anlarda, ama hep derim ya, kendi yaşanmışlığıma, duyguma, kelimelerime, özelime tecavüz gibi geliyor her defasında; gülemiyorum.
* Öpöylesine, terzinin yazılarımdan birine yazdığı bir yorumda geçmiştir. Ve içinde herşey olan bir sürü şey ifade etmektedir. Ve (ç)alıntı yapan bunun ne demek olduğunu bile bilmediğinden, ölesiye diye çevirmiştir.
Fotoğraf / DevianART

BUGÜN DE BUDUR ve BU SEFERLİK ONUNDUR ツ


Aslı Gökyokuş - Sevdalı Başım
________________________________________________

İlk kez O dinletmişti bana bu yorumu ve ben çok sevmiştim.
O, bir terziydi, hüzün elbisemi çıkartıp, bana mutluluğu giydirmişti.
Şimdilerde ben bana çok yakıştırdığı(m) o elbisemle salınıyorum hayatta.

Bazen bir şarkı dinlersiniz ve budur dersiniz ya...
Bu ses, bu yorum, bu sözler, bu ritm...
O gün buydu... 

Ve bugün burada tekrar yer alması;
Şu anda yüreği hızla çarpan, uçuşan kelebeklerine söz dinletemeyen,
Geçmiş seferlerin yenilgilerini sıkça aklına getirdiğinden belki,
Kendine izin vermeyen kadın(lar) için yayınlanmıştır.
Dilerim o kadın(lar) da uslanır...













Ah benim sevdalı başım
Ah benim şair telaşım
Ah benim sarhoşluğum
Ah çılgın yüreğim

Sus artık uslandır beni

Kaç okyanus geçtim böyle
Kaç denizde yitip gittim
Kırılmış direkler yırtık yelkenlerle
Kaç seferden yorgun döndüm

Ah benim yaralı ruhum
Ah benim insan kusurum
Ah benim isyanlarım, ah yalnızlıklarım

Gel artık uslandır beni

Ah benim iyimser yanım
Ah benim aldanışlarım
Ah benim kavgalarım
Ah pişmanlıklarım

Sus artık uslandır beni




__________________________________________________________
Söz - Müzik: Zülfü Livaneli
Fotoğraf / İnternet

14 Şubat 2010

SEN HEP OL YÜREĞİMDE



Yaşamın kendi rutin akışında,  bazen bir kahve içimlik sohbetlere karışıyoruz seninle, bazen uzun sahil yürüyüşlerinin iyotu oluyorsun buram buram... Rakı sofrasında gelip karşıma oturuyorsun en çok… Ya da bir kadeh kırmızı şarabımı elime alıp köşe koltuğuma uzanınca, uzanıveriyorsun yanıma... İyi dileklerimizi esirgemeyip yolumuza devam ediyoruz kaldığımız yerden. Yaralar açarken birlikteydik diye herhalde, kapatırken de karşılaşıyoruz her seferinde…

Olur olmadık zamanlarda düşüyorsun aklıma;
İçimden geçense hep aynı:
Gene mi çıktın karşıma...


Durup dururken bir köşeden gülümsüyorsun
İçimi kıpırdatıyorsun aniden
İyi yapıyorsun be yüreğimin sevgisi
Her şeye rağmen iyi geliyorsun sen bana…
Hep ol yarınlarımda...
Hep ol, şimdiki gibi...





________________________________
Fotoğraf  / deviantART


HOŞÇAKAL SEVGİLİM

Bazı vedaların gitme kal diye yalvardığı olur, sağırdır yürek, gider...




Yasmin Levy - Adiós Querida


Nasıl kapalı bir hava, nasıl karanlık çöktü günün ortasına...
Bilir misin, nasıl çaresizce bir ses arar yürek böyle zamanlarda...

Biriktirdiği hüzün olan bir kadın için,
Ağlamasına sebep cılız bir damla;
Taşırır bilmezsin, yüreğin daha önce bu kadar dolmadıysa...

Kadın kafasını kaldırır göğe, bir umut arar gibi...
Gök gürler; 'hazırım eşliğe' der gibi...

Yasmin Levy'nin sesine gizlenmiş o mistik damla düşer yüreğe daha ilk adioda...
Gök son bir kez gürleyerek, kadına döker içindekileri...
Kadın taşar... Kendinde saklı keridasına; adio, adio kerida diye yalvarır gibi...



_______________________________________________________________
Adiós Querida için Deep Sound'a teşekkürler...
Fotoğraf / Anca Cernoschi
Adiós Querida / Hoşçakal Sevgilim

13 Şubat 2010

BAZEN DAHA FAZLASIDIR AN / MORNA

Konsere gidelim mi dedi, hasta yatağından tuvalete gitmek için bile yardım alırken, elinde İş Sanatın o ay ki programı, bıraksan yürüyerek gidiverecek gibiydi... Gözlerindeki ışığı gördüğümde, hayır diyemedim. Eşi ve benim eşim o gece için hazırlanıp keyifle o konsere gidecektik. Heyecanlıydık, eşim daha önce yurtdışında da seyrettiği çıplak ayaklı divayı bir kez de Türkiye'de seyredecek olmaktan yana mutluydu. Bense divayla ilk defa tanışacaktım.

Akşam yemeğini, Kuledeki Sushico'da yemeğe karar verdik. Benim en sevdiğim Çinlilerden biriydi İstanbul'da yaşarken... Bak şimdi İstanbul deyince, gözümün önüne Mezzaluna geldi. O bir İtalyan... Onu da çok severdim. Ama Çinlinin yeri gönlümde bambaşkaydı. Yola koyulduğumuzda konsere iki saat kalmıştı. Arabayı eşim kullanıyordu ve o ön koltukta oturmuş neredeyse 40 yıl gittiği mekanına, özellikle de bir dönem yaşamını etkilemiş bir sanatçıyı dinlemek üzere gidiyor olmanın keyfini sürüyordu. Mutluydu. Heyecanlıydı. Enerjisinin giderek çoğalmasını seyretmek eşinin zaten parıltılı mavilikteki gözbebeklerini uçsuz bucaksız denizlere çeviriyordu. Geçmişi yaşayarak bir kez daha, bir kez daha anlatıyordu dayı... Dayı derdik ona, kızım ve oğlum derdi bize... Çok severdi, hissederdik. Ziyaretine sıklıkla gelemeyen oğlu ve kızı yerine mi koymuştu bilmem ama seslenişindeki sıcaklığını  ve içtenliği her seferinde hissederdik. O kadar heyecanla konuşuyordu ki, kelimeleri hiçbir yere sığmıyor, bir bahar akşamının ılıklığında esen rüzgara karışıp boğazın sularına bırakıyordu kendilerini...

İş Kulelerini anlattı bize, 1998 yılına kadar uzandı anılar... Sendika'da olanlar; Türkiye'nin siyasi ve ekonomik durumu üzerine göndermelerle süslenmişti... Anılar... Anılar...

İş Kuleleri, antik tapınakları andıran granit yüzeyli, kahve-bej renklerin hakim olduğu başlangıç katları ile tezat oluşturan metal-cam karışımı mavi-gri kulelerden oluşmaktaydı. İlk defa içeri girenlerin bu tezatlıktan etkilenmemesi mümkün değilmiş gibi gelmişti bana. Bu postmodern mimaride, bir Çinli... Keyifli olacaktı, belliydi. Masaya en son gelen ballı kavrulmuş ceviz hem ağzımızın tadını katmerlemiş hem de bize konser saatinin çok yaklaştığını hatırlatmıştı.

Biletlerimiz neredeyse, divanın yanındaydı. Öyle yakın öyle içiçeydik ki; ben henüz bunun ne demek olacağının tam olarak farkında bile değildim. Orkestra yerini aldı... Bir kadın, çıplak ayaklarıyla sahneye doğru yaklaşırken bile salon alkıştan yıkılmak üzereydi. Duru bir ses, ama nasıl sıcak, ama nasıl yakıyor...

An duruyor, gözgöze geliyoruz, elini uzatıyor; öyle ki beni elimden tutup sahneye çıkartıyor. İlk defa dinlediğim şarkıları onunla söylüyorum. Ünlenmesi 50li yaşlarını bulmuş bu divanın, kendi deyimiyle "aç insanlarla, dünyanın fakir halklarıyla dayanışma içinde olmak amacıyla" sahneye gösterişli ayakkabılar yerine çıplak ayakla çıkmayı tercih edişinin niyelerini, kendimi çocukluktan beri Afrikaya bağlı hissettiğimden olsa gerek, anlıyorum.

Afrika'nın kuzey batısında, okyanusun turkuazında, kendimi adalar ülkesi Cape Verde'nin puzzle topraklarına bırakıyor, bir adadan bir adaya çıplak ayak dolanıyorum. Cesaria Evora'nın sesinin tınısında, yüreğimin derinlerindeki Afrika çağrısnın köklerini bulmaya gidiyorum.

Konser bitiyor... Herkes ayakta... Herkes ayakta ve o teninin karalığında kızarıyor. Diva yerini, yüreğince insana bırakıyor, gözümde daha da büyüyor... Bis için sahne aldığında, salon kulaklardan kolay kolay silinmeyecek bir sessizlikte; o duru sesiyle şarkısına başlıyor, havada öylece süzüldüğünüzü hissediyorsunuz; huzur, tüyden kanatlarında turkuaz bir sonsuzluğa bırakıyor yüreğinizi; sonra Afrika'nın karalığında, doğasının yeşilinde, yer altı zenginliklerinin sarısında ve özgürlük uğruna akıtılan kırmızısında, onunla birlikte akıyor sesiniz gürül gürül: Sodade sodade diye diye...






___________________________________________________
Morna / Hüzünlü Şarkılar
Fotoğraflar / İnternet