Vakti zamanında, yanlış hatırlamıyorsam, 2008 Aralık sonu,
Nily mimlemişti beni... Sevdiğim mekanları yazmam için; şöyle başlamıştım söze:
Sevdiğim mekanlar…
Sevdiğim mekanlar…
Sevdiğim mekanlar…
Uzun uzun düşündüm
Yazmaya başlarsam aklıma gelir dedim.
Yemek yiyebileceğim salaş mekanları severim mesela…
Düşündüm…
Aklıma gelmişti tabi gelmesine de, mim gene çıkacak gibiydi yolundan.
Deniz kenarlarını severim…
Dağları tepeleri ormanları severim…
Rock müzik dinleyebileceğim mekanları severim…
Şık yerleri severim... Hani şu beyaz masa örtüleri şık, yakışıklı garsonların olduğu…
Jazz Barları severim…
Bol çeşit olsun bir de soul müzik, kahvaltımı edeyim ama mümkünse kalabalık olmasın brunch mekanlarını severim.
Balıkçıları severim.
Limanları.
Ben en çok sevdiklerim yanımda olsun isterim, mekan bahane olsun gönlümüz hoş olsun isterim.
Bazen salaş bazen şık ama mutlaka gülümseyerek anacağımız mekanları severim.
Yazdıkça fark etmiştim ki, bana o mekanı sevdiren, o mekanı paylaştığım dostlarla çoğaltabildiklerimdi. O mekanlara tek başına gittim mi diye çok düşündüm. Ama o mekanlara, dostlarımla çok gittim.
Nişantaşı’ndaki şık manavı bilirim… Bebek’teki soğuk sandviççiyi… Taksimdeki salaş ocakbaşını, hani umut pişirip kahkaha içtiğimiz. Uludağ’daki köy evini, Çeşme’deki denizi severim.
Bursa, Eskişehir, İstanbul, Alger, Bursa... 38 yıla sığdırdığım dört kent... Sonunda başladığım yere döndüm kendi yolculuğumda... Şimdi dönüp baktığımda, anılarda yer tutanlara, mekanlar geliyor gözümün ucuna, mekanlar ve o mekanlardaki tatlar dilimin ucuna, ama en çok, yaşamdan aldığım lezzetin keyfi yerleşiyor yüzüme. Gülümsüyorum. Yaşadıklarımdan aldığım lezzeti, güne yayacağımı biliyorum.
Soğanlı parkı severim, aşkı sandiviç yapıp keyfini çıkartabildiğimiz için. Ada’yı severim mumlar yakıp dilekler tuttuğumuz için. Moda, Fenerbahçe, Caddebostan'ı severim sahilinde yürümekten bıkmadığımız için. Taksim’i severim her şey bir arada olduğu için. Porsuk kenarını severim,bira içip, ilk aşkın heyecanlarını ona kustuğum için. Beşiktaşı severim Ortaköy’e yürüme mesafesinde olduğu için. Kozahan’ı severim simit ve çay en güzel orada gittiği için. Tünel’i severim iki ucu da keyfe açıldığı için. Alger'daki balıkçı kasabasını severim, jumbo karidesleri soğanla yiyebildiğim için. Caddeyi severim süslenip püslenip Kırıntı'da yemek yediğimiz için. Garın oradaki Ali Abinin köfte ekmeğini severim, tükürük midemi bulandırmadığı için. Mudanya'yı severim bir de tabi Yalova'yı balık yemek deniz kokmak için. Evimi severim dostlarım geldiğinde, herşeyin lezzeti katmerlendiği için. Trilye'yi severim, Tiffany'de Kahvaltı tadında bir duyguyu bana yaşattığı için.
Yazımı okurken fark ettim ki, hayatın lezzetini ailemle ve dostlarımla alıyorum ben, Mezzaluna'da yediğim pizzayı da, sahil kasabasındaki salaş balıkçıda yediğim balık ekmeği de lezzetli kılan, an. O anı orada, onlarla yaşamasaydım, o lezzet kalır mıydı aklımda çok da emin değilim. Kızılkayaların dürümünden aldığım lezzetin, Caddede yediğimde, Taksimde yediğim ile aynı olmayışının nedenini fark ettiğim gibi: Dürüm, Hayal'den Line'a uzayıp, Jazz Stop'da sonlanan bir gecenin ardından yendiğinde lezzetliydi. Soğanlı Parkta yediğim sandiviçin lezzeti, her zamankinden farklı hazırlanışındaydı, hazırlanan kişiyle onu paylaşırken hissedeceklerimde saklıydı en çok da.
Bu nedenle, lezzetlerim var benim, ama mekanlardan çok, yaşamda, yaşamın içinde... Bu şöyle anlaşılmasın, bilirim ki, iyi kebapçılar, iyi Fransız ahçılar, Bolu'lu Ustalar vardır... Bilirim ki, onların ellerinden yediğiniz Adana'nın, Foie Gras'nın, Gırma Böreğinin tadı başkadır. Yine de inanırım ki; lezzeti yaratan ve unutulmaz kılan, onu paylaştıklarındır... O an'dır.
Beni hayattan aldığım lezzetlere çıkarttığı yolculuk için
stuven'a teşekkür ederim. Dilerim, kurallarına uyamadığım için çok kızmaz bana. Mimin konusu güzel, almak isteyen, üzerine yazmak isteyen olursa, keyifle okumak düşer bana... Lezzetinden sual olunmaz bir haftasonu dilerim hepinize...