13 Nisan 2010

HERŞEY AŞK

Günlerdir; yazıp silip, yazıp saklayıp, yazıp ağlayıp durdu. Bir şey yazmalı dedi. Bir şey... Onlarca kelime yazdı, hiçbiri bir şeymiş gibi gelmedi. Bir şey yazmalıydı. Anlatmalıydı olup biteni tüm açıklığı ile. Kelimeler küsmüş olmalıydı ona. Ne olmuştu ki, tam olarak ne olmuş olabilirdi ki... Bir şey yazmalı dedi kadın, mutlaka bir şey yazmalı bu gece. Oturdu köşe koltuğuna, tam klavyeye yönelmişti ki, bir ses duyuldu kapı aralığında, kelimenin biri dönüyordu köşeden tuttu kolundan kadın. Nereye dedi... Kelime bir şey diyemedi... Terk etmek, köşeden döndü ve gecenin karanlığında yitip gitti ayak sesleri...

Başka kelimeleri vardı kadının, olsundu onsuz da yazabilirdi yazılarını. Uğultu başını ağrıtmıştı. Bir şeye ihtiyacı vardı, onu sakinleştirecek bir şeye. Perdenin ucundan süzülen sessizliğe baktı. Sürüne sürüne, onu terk edişine... Alacağı olsundu o sessizliğin, en çok ona sarılmamış mıydı... En çok ona sığınmamış mıydı... Bir şey demedi, diyemedi, sessizliğin gidişini seyretti. Buruk, gülümsedi.

Kendini şöyle bir silkeledi. Kafasının içindeki dağarcıkta daha onlarca, yüzlerce, binlerce kelime vardı. Bir şey demeliydi, bu gece bir şey demeli ve barışmalıydı kelimelerle yeniden. Ne zaman, nasıl kırmıştı ki kalplerini. Akçaağaç sehpanın üzerinde, hemen yeşil mumların yanında duran hüzne baktı. Hüzün, el sallıyordu, ayakları geri geri gitse de... Gidiyordu. Gemiyi en son kaptanlar bırakırmış ya... O da kadını bırakıyordu. Kadın, çığlık attı. Yeter! Biriniz nedenini söyleyin, sevmedim mi sizi, vermedim mi hakkını anlamlarınızın. Söz söyletmedim üzerinize... Ne yaptım da gidiyorsunuz teker teker...

Kadın klavyenin başında ağlıyordu... Sessizlik onu bırakıp gittiğinden beri, terk etmenin sadece kelimeleri değil anlamları da beraberinde götürdüğünü ve içinde bir yerde hep ama hep olacağına inandığı hüznü bile yanına aldığını anlamıştı. Çığlık çığlığa ağlamalarının ortasında, yüreğinin kapısı aralandı. Parlak bir ışık bütün odayı aydınlattı. Çoşkulu bir havai fişek gösterisine hazıra durdu bütün eşyalar. Perdeler uçuştu ve mumlar yandılar teker teker... Yastıklar dizildiler yerlerine özenle, kol boyu mesafelerini koruyarak.  Kadın, yüreğinin araladığı kapıdan baktı. Orada öylece duran kelimeye gülümsedi. Onu orada bulmak, yaşamasına sebepti. Bir tek sen bırakıp gitmedin beni... Bir tek sen! deyip, klavyenin üç tuşuna sırasıyla dokundu; sonunda bir şey yazmayı başarmıştı.  Sil(me)di, sakla(ma)dı, ağla(ma)dı... Yaşadığı herşeyi bütün açıklığı ile anlatabilmiş olmaktan mutluydu. Bir şey yazdı o gece. Çok şeyi anlatmış oldu böylece...

Görsel / stock.xchng

10 Nisan 2010

KAR YAĞAR MI NİSAN'DA...

10 Nisan 1972, 03.30

 


Kar yağıyormuş ben doğduğumda
Nisan'da
İçimin üşümesi belki bu yüzden

Annem illa güneş banyosu yaptırırmış bana
Karda
Yüreğimin sıcaklığı belki bu yüzden

Çok soğuk olurmuş geceleri, sarılırlarmış bana
Uykuda
Sarılıp uyanmayı sevmem belki bu yüzden

Hiç görmedim ben doğduğum şehri
Büyürken
Bakışlarımdaki hüzün belki bu yüzden

Ne zaman düşecek olsam, tutarlarmış ellerimden annemle babam
Yaşamaya tutkuyla sarılmam belki bu yüzden

Üzüldüğüm anlarım olsa da
Çok sevdim seni hayatım ben
Bugün düşününce yılları
Gülümsemem bu yüzden




08 Nisan 2010

BEN SENİ SEVDİĞİM ZAMAN











Ben seni sevdiğim zaman
Bu şehirde
Yağmurlar yağardı
...






______________________________________

Fotoğraf / deviantart
Neredesin Firuze Film Müziği

HİÇ BÖYLE BAKMAMIŞTIM YAŞAMAYA


Geçen sabah bir konuşmanın ortasında dedi ki doktorum, sen insan seviyorsun. Fark etmiyor senin için, kilosu, boyu, posu, konumu, yaptığı iş, dili, cinsiyeti... Sen insan seviyorsun. Gözlerin parlıyor senin, Hasan Efendiyi de, Doktor Olgun'u da, çaycı Beyazgül'ü de aynı içtenlikle selamlıyor ve ışıldıyorsun. Sonra bir arkadaşını görüyorsun, aynı içtenlik ve samimiyetle ona da gülümsüyorsun. Sen, insan seviyorsun. Derdin insan senin. Ayırmadan sevmen bundan.

***

İnsanlar üzerine düşüncelere dalınca, içinden çıkılmaz bir yola giriyor insan. Beyatlı'nın dizeleri geldi aklıma, nerde okudum bilmiyorum aklımda kaldığı kadarıyla:  Yol da benzer hem uzun, hem de güzel bir masala gibi birşey diyordu şiirlerinden birinde. İnsan da benzer hem uzun hem güzel bir masala. Her masal gibi insanın yaşamı da ders verir insana, elbet, anlayana.

***

Demir almak vakti gelmişse der bir başka şiirinde... Ne çok demir aldım diye düşünürüm bazen. Üstelik, gemideki ben olmam çoğu zaman. 

***

Bazen, bir mutsuzluğu anlatırken, neden serzeniş olup ulaşır benden ötedeki yüreklere ki kelimelerim. Bakarsın, karşındaki de benzer bir hal üzerinden, senin sözlerinin onda yarattığını anlatır ki bu serseniş değildir. Ben bu dengeyi çözemedim. Karşılıklı edilen sözlerden, ilk söylenen serzeniş, sonradan gelen; ifade ediş.

ben bütün hüzünleri denemişim kendimde,
canımla besliyorum şu hüznün kuşlarını,
bir bir denemişim bütün kelimeleri,
yeni sözler buldum seni görmeyeli

der ya Süreyya. Var mı sahi, yepyeni kelimeler, biri bana da öğretmeli. Kelimelerim, şairin de dediği gibi, kifayetsiz kalıyor çünkü.

***

Yüzümü size çeviriyorum, siz misiniz? diye sorar Cansever,

Biliyorsunuz ya bir ağrısı vardır gitmenin
Nereye, ama nereye olursa gitmenin
Hüzünle karışık bir ağrısı.

diye bitirir dizelerini. Gitmek, zordur. Kalmak zor...

***

Dün seyrettiğim bir dizide, kadın diyordu ki adama, geleceğimizi değiştirebiliriz, ben gitmeye hazırım, başka bir kente, başka bir hayat kurmaya hazırım. Adam, karısına sessizce baktı. Kadın; bir yanın gitmek bir yanın kalmak istiyor değil mi? dedi. Adam, karısına sessizce baktı. Kadın, bu evlilik bitemez dediğinde, hiç aklına gelmemişti değil mi, sebebinin senin kararın olacağı dedi. Adam, karısına sessizce baktı. Kadın, sen seçimini yaptın dedi. Ağladı.

***

Kadına özgü müdür, erkeğin söyleyemediğini, kıvrandığını görüp de son sözü söyleme hali. Hani kendi inandığı ve seçtiği bir durum değilse bile, bunu dillendirip, havada asılı olanı dinlendirme hali.

***

Bu gibi durumlarla karşılaştığımda hep aynısı olur, kendimi, bir köprüden geçerken bulurum. Durur etrafıma bakarım, çoşkun denizlere, güneşe, bulutlara, kuşlara ve ormana. Düşünü kurarım, o anda orada olmasaydım nerede olurumun. Şelaleye takılır gözüm, anlarım. Gözyaşlarımdır taşkın akan; yaşamak telaşı alır beni, şairi anarım.

Hiç böyle ısınmamıştım;

Daldaki vişneye,
Vitrindeki aydınlığa,
Salça kokusuna mutfağımın,
Akan dereye, uçan buluta,
Hiç böyle ısınmamıştım yaşamaya.


Öyleyse, neden üşüyorum şimdi.





07 Nisan 2010

KAÇAMAĞIN BÖYLESİ


Koloniyel kapıdan içeri girdiğimde o rüyadan uyanmak istemeyeceğimi anlamalıydım.


Nilüferlerin süslediği orta bahçeden
toprak rengi binaya doğru ilerlerken 
düşleyebildiğim tek şey
içeride beni beklediğine inandığım huzurdu

 

Tek katlı, yüksek tavanlı binanın
koridorlarında ilerlerken gördüğüm havuz
turkuaz sesiyle ardımdan adımı seslendiğinde
anlamalıydım



Odamın bahçeye açılan kapılarını ardına kadar açıp,
yaşamın sunduğu güzellikleri fotoğrafladım



Yol yorgunu bedenim uzandığında doğaya
bir on yaş gençleşmiştim aslında


Yorgunluğu alan eller bir de kahve ikram edince bana,
gerçek olamayacak bir dünyada olduğumu anladım


Akşam yemek saati geldiğinde,
artık uyanmak istemediğim bir rüyadaydım


Hamaktan düşünce havuzun sularına
Uyandım

Gün ortası yaptığım kaçamakta
Ben uyuyakalmıştım

***
Rüyadan uyanmak istemeyenler için
daha fazlası da var