Tek katlı, 20 metrekare bile olmayan bahçesine mutfaktaki kocaman kapı ile geçilen, 100 metrekare tabanlı bu eski eve karşı hissettiği; ilk görüşte aşktı. Ya başkasına kiralarlarsa diye iç geçirdiğini emlakçıya belli etmemek için nefes bile almıyordu. Evin çatısı ciddi bir tadilat istiyordu ve banyo ve mutfak mutlaka elden geçmeliydi. Camlar macunlanmalı ve boyanmalıydı, aslında evin tamamı boya istiyordu. Hiç üzerinde durmadı, o aşkın körlüğünde sadece güzellikleri görüyor, tüm zorluklara göğüs gerebileceği inancı ile düşler kuruyordu.
Emlakçıda imzalanan evrakların ardından, yüklüce yapılan ilk ödemeden sonra - ilk 6 ayı peşin ödemişti - anahtarı alır almaz, evin yolunu tuttu. Ahşap zemini beyaza boyayacaktı ve salon kesinlikle turkuaz ağırlıklı olacaktı. Bazı duvarlar yıkılmalıydı ve bazı camlar daha da büyük açılmalıydı; güneşe, rüzgara ve yağmura. Evde dolaşırken kopuk, anlamsız kelimeler gelip çarpıyordu kulağına ara ara. Dikkat kesilmeye niyeti yoktu. O henüz heyecanını yansıtamadığı, aşkın flörtöz evresindeki mahçup kızdı. Bahçeye bakan pencerenin kenarında durdu. Kelimeler onu arkadan itiyor gibi iyice yapıştı cama, öyleki, nefesinden buğu oluştu camda. Bir anlam veremiyordu, kafasının içinde mi dolanıyordu onca kelime. Anlamsız kelime öbekleri gibiydiler... Rüzgarda savrulan çöl çalıları gibi, öbek öbek, yuvarlanıyorlardı.
Çok ...... ..... ... Anlatmak ..... ............. yaratan, '...... ........ önce ........... ........ ben' ....... ... ......... , üzülmüştüm, ..... .............. hali... ...... ......... bunu ...... ......... mıyım, ...... ....... ettiğimi ..... ........ ? Kırıldığımı, ...... ......... ... Bilmeli ......... ?
......... mıyım? ......... ...... yokmuş, .......... , ............... gibi ........ ......... ? Silebilir ......... ? ............ mi? ........; ........... ince, ..... ........ , bazen .... ........ , bazen .... ........, bazen .... ........ ses, ..... ......, bir ..... .... ........... ondan ........ ............ sendeki ............... ... ....... şimdi ...... ......... , çok ...... ...... , bunu ....... .......... mıyım?
Ne gereksiz bir gerginlik yaratıyordu kelimeler kafasında... Susturmaya çalıştı, yeni heyecanını yaşamak, üzerine düşler kurmak istiyordu. Kafasındaki anlamı olmayan bu kelime öbeğinden bir an önce kurtulmak için, bu eve getirmeyi düşündüğü eşyaları yerleştirmeye başladı. Mor koltuğu pencere önüne koymaya karar verdi. Böylece hem bahçeyi görebilecekti hem de aydınlığı içeri buyur eden o pencerenin önünde okuyabilecekti. Hemen karşı duvara, turkuaz çalışma masasını ve bir ada gezisinde, ailesi eski İzmirden olan, antikacı Rum kadının ısrarları ile edindiği abajuru üzerine koyacaktı. Sağa sola bakınırken, gözü, pencere pervazının dökülen macunlarına takıldı ve işte yine o anlamsız kelime öbeği oradaydı. Akıp gidiyordu camın üzerinden, birleştirmeye ve bir anlam çıkartmaya çabalarken yakaladığı; kendi çaresizliği oldu. Hiç bir anlamı yoktu bu kelimelerin, bir öbek olmaktan başka. Ne başı belliydi, ne sonu... Onlarca yitik kelime kokusu sardı evi. Pencereyi açıp hava almak ihtiyacı duydu. Pencerenin koluna takılı kalan 'emin değilim'in eline bulaştığını fark edemedi. Beyni, neden çok emin olmadığını bulmaya çalışa dursun, o, düşlere daldı.
- Sen etlerden haber ver...
- Önce patlıcanlar ve kırmızı yağ biberleri...
- Herse mi?
O gün, o bahçedeki kalabalık arkadaş grubunun içinde, nasıl da eğlenmişlerdi, nasıl da gülmüşler, nasıl da çoğalmışlardı. Eski günler...
Eski günleri yüksek sesle söyledi. Camı kapattı. Hüzün denizlerinde yüzmenin bir anlamı yoktu. Yeni bir ev, yeni bir yaşam onu bekliyordu ve bu ev, o evdi: Hep hayalini kurduğu, turkuaz pancurlu, beyaz ev... Eve yapılacakları bir kağıda not etmeye, listeler hazırlamaya başladı. Yapılacaklar listesi, alınacaklar listesi, tamir edilecekler listesi... O listesi, bu listesi derken, yaklaşık 4 saati o evde, ayakta ve o kelimeleri duymadan geçirdiğini fark etti. Siliniyorlardı. Sevindi...
Ertesin gün sabahın köründe iki usta ile geldi eve, ustalar ölçüp biçip, bakıp anlayıp bir fiyat çıkartacaklardı. Kafasında bir ödeme planı yapıyordu. Ustaların kamyonuna attığı mor koltuğunu koydu camın önüne ve başladı gene notlar almaya. Hesap kitap işlerinden oldum olası haz etmezdi: Çarptı, böldü, topladı, çıkartı... İçine sinmeyince, bir kez daha, bir kez daha... Fiyatı verecek kendisiymiş gibi, hesap kitaba gömülmüştü. Daldı; kulağında yine öbek halinde kelimeler...
Ustanın sesi ile kendine geldi, usta uzun uzun yapılacak işleri, bedellerini, toplam işçilik maliyetini ve yaklaşık malzeme fiyatlarını, vade koşullarını söyledi. Üzerinde düşünülmüş bir konuşma metninin önceden ezberlenmiş hali gibi takılmadan, aralara aaa, hımm gibi bekleme süreleri koymadan konuşan ustanın akıcılığında fark etti kelimelerin neden öbek öbek kulağına takıldığını. Bir buluşun parlaklığı beliriverdi gözlerinde. Usta, o bakıştan bu iş tamam anlamını çıkartsa da, o ustanın söylediği hiç bir detayla ilgilenmiyordu. Günlerdir kafasının içinde dolanan kelime öbeklerinin nihayet anlamını çözmüştü, sanki... Ayağa kalktı, ustaya bütün bu ayrıntıları bir kağıda dökmesi gerektiğini, kendinin yapabileceği ödeme planı çerçevesinde anlaşırlarsa, hemen yarın ya da bir ertesi gün işe başlayabileceğini söyledi ve ustayı kovar gibi hızla kapıdan uğurladı.
Kendi konuşma ritmi kulaklarına takıldı. Nefes almayı bile unuttuğu o gergin zamanlarında annesi ne derdi: İki sus bir konuş... İki sus bir konuş... O zamanlardan kalma bir alışkanlıkla, yazardı, içindekileri. Sürekli bunu tekrarlıyordu. İki sus bir konuş... Koltuğuna oturdu. Gün batmak üzereydi. Eline kağıdı kalemi alıp yitik kelimelerini yazmaya başladı.
..... emin değilim... ............. konusundaki kararsızlığımı ..........., 'bunu daha ........ de yaşamıştım .......' ....... ... Yaşamıştım, ........... , çok üzülmüştüm ....... ... O nedenle ....... sana anlatmalı ........, yani fark .......... bilmeli misin? ..........., üzüldüğümü... .......... misin?
Susmalı ..........? Susmalı ve ..........., olmamış, yaşanmamış ........... silmeli miyim? ....... miyim? Silinebilir ......? İz; bazen ......, bazen kalın, ........ bir sözcük, ......... bir hece, ......... sadece bir ........, bir bakış, ........ susuş... Hepsi ........ kalan izlerin .......... yansımaları... Ben .......... oturmuş düşünüyorum, .......... emin değilim, ......... sana anlatmalı .........?
Kafasındaki seslerle yazdığı yitik kelimeleri birleştirince fark etti ki, o olayın olduğu gün, o, susmayı tercih etmişti. Şimdi de aklı, annesinin tembihini gerçekleştiriyor, iki susup bir hatırlıyordu. Pencereyi açtı, yeni bir yaşamda yitik kelimelere yer yoktu. Aklında dolanan ve susmak bilmeyen kelimeleri havaya savurdu. Söylen(e)memiş kelimelerini, ruhu ve yüreği ile birlikte özgür bıraktı. Susmak, onu ilk defa özgürleştirmişti. Bazı kelimeler alaca karanlığa kucak açan limon ağacının dallarına çarptı, birkaçının kanadı kırıldı, birkaçı küçük kızın elinden kaçan balon gibi bulutlara ulaştı... Pencereyi kapadı, koluna takılı kalan 'emin değilim'i fark edemedi.
Mor koltuğuna oturup, bir mum yaktı... Arabanın bağajından şarabını ve kadehleri aldı. İçeri girdiğinde, elindeki iki kadehe bakıp, gülümsedi. İki kadeh, tek bir koltuk ve yitik kelimelerden arda kalan koku bu gece herşeyiydi. Koltuğuna oturdu, şarabını açmak için kapıya yöneldiğinde bir araba sesi duydu. Önce korktu, heyecanlandı, sonra komşular olmalıdır diye kendini rahatlattı. Kapı çalmadan kapıyı açtı. Adamın gözlerine takıldı, bir elinde kırmızı örtüsü kenarlarından taşmış hasır piknik sepeti, diğer elinde katlanır plaj sandalyesi ile karşısında duran görmüş geçirmiş bir adamın bakışları değildi; daha çok yeni yetme bir delikanlının muzip ve sevecen tavrının ardına sakladığı, hesapsız bir özrü, kabule sunuşu vardı o bakışlarda. Komik gözüküyordu. Kadın dayanamayıp bir kahkaha attı. Gülme sana da getirdim bir sandalye dedi. Bu gece uzanıp salonun orta yerine, evi kutsayacağız birlikte diye ekledi. Kadın, uzun zamandır sınav sonucunu bekleyen bir çocuk ürkekliğinde kapıyı kapattı. Adam, elindekileri yere bırakıp, şöyle bir evi dolaştı. Demek burası dedi... Kadın, sınavı başarı ile tamamlayan çocuk şımarıklığı ve gururuyla evet dedi. Adam, pencereye yöneldiğinde, kadın koluna takılı olanı fark edip, adamdan önce koştu ve kelimeleri avucuna aldı. Adam pencereyi açar açmaz, nazik bir hareketle onları özgür bıraktı. O sıra, dallara çarpıp, kanadı kırılan ve anda takılan bütün kuşlar havalandı. Adam, kadını kendine çekip, dudağına fısıldadı: Biliyorsun değil mi, alabora olmaz bizim teknemiz... Kadın, susmanın, bir limana sığınmak olduğunu o zaman anladı ve açık denizlere yol almak üzere şarap şişesine ayağının ucu ile dokundu. Kokusu, yitik kelimelerin kokusunu bastırdı, adam kadını öptü, eve aşkın kokusu yayıldı.