07 Mayıs 2010

TAS TAMAM



Hangimizdik tam söylesene
Hangimizdik sevdadan susan

Ben seni küsurlarında sevdim
Kusurlarınla da severdim

Söylesene
Neydi tas neydi tamam


__________________________________

06 Mayıs 2010

TETİK/LENME


Bu geceyi bana tarif et dese biri az önce okuduğunuz cümleyi kurabilmek isterdim. Cümle bana ait değil ama kulaklarım o sesi duydu. Gözlerim gerçeğin karanlık yüzünü gördü. Yazarla aynı hassasiyet üzerinden olup olmadığını bilmediğim bir bağ kuruverdim cümle bittiğinde. 

Bir göl üzerinde, uzun zamandır kıpırtısız bir havada öylece durmakta olan sandaldayım. Karşı kıyı uzak, yola çıktığım kıyı da. Tam ortasındayım desem, geçeli çok oldu, sonuna yaklaştım desem, sanki daha başındayım. Bana ruh halimi sormuştun ya, kurabilsem az önce yukarıda okuduğun cümleyi kurardım sana.  Gerçek ne diye sorma bana, yalan ne diye sorarsan aslında ona da bir cevap bulamam hali hazırda. Sen sadece ruh halimi sor bana.

Okuduğu tek bir cümleden yola çıkıp da dilin ucuna gelen onca kelimeye hızı yetişse, taramalı bir tüfeğin, bilinçsiz bir elde, oradan oraya hem savrulup hem de savurarak ateş etmesi gibi sıralı ve hızlı bir yağmuru yağdırabilirdi aslında. Ama o durdu, sesi dinledi. Gecenin tenhalığında az önce banda aldığı kırılan kalp sesini dinletmeye karar verdi ona. Çevirmeli telefonun 3'üne parmağını soktu kısa bir çevirme sesi, hemen ardından 9 ve bir 9 daha ki, onlar uzun uzundu. Sonra bir sıfır çevirdi, geri dönüşü uzun sürdü ve ardından bir 5... Sakindi, az önce kırılan kalbinin sesini ona dinletecek ve gecenin karalığına çalacaktı bütün kederlerini. Sesi duydu, yüksek sesli bir dramın hemen öncesinde, hüzne ritmini veren o sesi. Kırık kalbe bıçak darbeleriyle defalarca, defalarca, ama defalarca girip çıkan bıçağın yüreğe her değişindeki o iç burkan sesi. Telefonun kapanma şiddeti yerel magnitüd ölçeği ile tespit edilemedi ki, kırık kalp sesinin değeri o anda sıfırı gösteriyordu. 

Yalan olan neydi diye sorma bana ve gerçeği isteme benden, kırık kalbin hikayesi ise başka bir anlatıcının ucu körelmiş kurşun kaleminde, ağır mı ağır gidiyor kelimeler. Ağır mı ağır bu gece. Ağır mı ağır bir roman olur yazsam, taşıyamazsın orada gizlenmiş hüzünleri.

Kadın bir cümlenin kendisini tetiklemesi ile otursa da yazmaya, kanıyor sadece. Damla damla kanarken farkında bile değil, az önceki bir tetiklenme değil be kadın, az önceki bir telefonun, yerel magnitüd ölçeği ile tespit edilememiş kapanma şiddetinin çıkarttığı ses değil. Az önceki, az önce duyduğun ve kanamana sebep bir tetik/lenme. Derin kuyulardan sesi gelen bir dram. Gerçeğin ta kendisi, yalancının kim olduğunu bana sorma. Söyleyemem. Ben bu gece oturup senin hallerini resmedenim sadece; resim dersinden ilkokulda sınıfta kalan.





 * Bazen bir tek cümle yeter aslında, siz yazmış olmayı dilersiniz ve o cümleyi siz yazamadınız diye darbe alan her bir harf ağlar ardınızdan, bizim suçumuz ne diye.

** Cümle için, Kalabalık Odalardan, Burcu Yıldızer'e teşekkürler...

NEREDE KALMIŞTIK


Aslında durum şu, hatırlarsanız  bir yolculuğa hazırlanmıştı yüreğim, hayat kahkahalarla güldü bana, sen kim oluyorsun da benden ayrı plan yapıyorsun tek başına diye. O güle dursun, kararını vermiş bu yürek çıkacak illa yola ya, tam karşıdan gelmez mi bir mim o anda, Journey To Blue dedi ki, kalk da bloglar arasında dolan bari. Niyetim en azından bu sefer, nadiren kurallarına uyduğum bu mim olayında uslu çocuk olmak.
Sonuca bakacağız elbet...

ÖNCE KURALLAR...

• Takip ettiğiniz bloglardan ya da bloğunuzda yer verdiğiniz blog listesinden baştan 3. sıradaki bloğa girip, onun takip ettiği bloglardan (blog listesinden) -daha evvel görmediğiniz- bir bloğa tıklıyorsunuz.
• Oradaki yazılara göz atıp birini gözünüze kestiriyor, okuyorsunuz.
• Hoşunuza giden bir paragrafı alıp bloğunuzda paylaşıyorsunuz.
• Bu paragrafla alakalı birkaç cümle sarfetmeyi de ihmal etmiyorsunuz:)
• Alıntı yaptığınız bloğun son yazısına yorum olarak bu mimi düşüyor, kendi yazınıza link veriyor ve bu blog sahibini de mimlemiş olduğunuzu iletiyorsunuz.

• Son olarak mimlemek istediğiniz başka blogdaşlar varsa mimi onlara da yolluyorsunuz.

BUYRUN BURADAN YAKIN...
 
Ben artık bloglarımı readerdan takip ediyorum. E o da malum, alfabetik sıralama yapıyor ama ben 3 katagoride takip yaptığım için çetrefilli bir durumla karşı karşıyım. Hangi katagorideki üçüncü blogu seçeyim ki... Tamam kısa bir düşünme payı ve ya şundadır ya bunda usulu ile portakalı soyan versin kararı diyor ve durumu yüce divana taşıyorum.
 
Ve işte 3. blogum: Ahkam Defteri
 
Ve onun takip ettiği 3. blog, şu gün, şu saat itibarı ile güncellenen: Hepsi Detay (burada bir karışıklık olduğunu fark ettim ama, bu blogu bilmediğimden, hiç oralı buralı olmadan gezinmeye devam ettim.)
 
Ve işte etiketler içinden gözüme   kestirip, üzerine tıklayıp, baştan sona okuduğum yazı dizisinden bir bölüm : Gracia & Park Güell
 
Seçtiğim paragraf ve fotoğraf, üzerine bir kaç kelime etmem mi gerekiyor, tek bir kelime etsem: 'Görmeden ölmek istemiyorum'; ama seninle, ama seninle, ama seninle diye de ekleyip, sevgiliye bir mesaj içerikli göndermede bulunsam...
Park Güell de bu eserlerden biri, esasen Barselona'daki zenginler için bir uydukent gibi tasarlanan Park Güell'e çok fazla talip olmayınca burası belediye tarafından satın alınmış ve halka açık hale getirilmiş. Hemen girişindeki Hansel-Gretel evlerinden tanıyabileceğiniz bu büyük parkta renkli mozaikler göze çarpıyor. Parkta aynı zamanda Gaudi'nin evi olan Casa Museu Gaudi de yer alıyor. Burada Gaudi'nin çalışma odası ve yatak odası gibi yerleri gezebiliyorsunuz.
 
İşte böyle bir mimin daha sonuna geldik. Bak gene uymamışsın falan anlamam, gayet de uydum. Mimi paslamayacağım ama yeni bir blog keşfetmek için harika bir yöntem olduğunun altını çizmek istiyorum. 

05 Mayıs 2010

GEÇEN YIL BU ZAMANLAR

ucu yanık bir mektubum var geceye
umut koydum bohçama
huzur, sağlık ve mutluluk ekledim bir tutam
aşkı unutur muyum hiç aşkı da koydum elbet
kelimelerimin kıfayetsiz kalma riskine karşı
yüreğimi koydum bir de aklımı tabii
ama en çok hislerimi doldurdum bohçaya
hüznü ekledim bir tutam
tenimin kokusunu koydum bohçama
nefesimi eklemeyi unutmadım elbet
en masum en içten gülüşümü ekledim
bir de en güzel düşümü koydum içine
ucu yanık bir mektubum var geceye
adettendir dediler bir ateş yak
anlatamadım onlara
ben yüreğimin yangınlarını da koydum bohçama
bu gece gül ağacının dibine koyacağım bohçamı
ve içinde bulacaksın ucu yanık mektubumu
sabah kalkınca bakacağım penceremden
gül bükmüşse boynunu anlayacağım sen bulamamışsın hazırladığım bohçayı
ama gonca, dönüşmüşse açan bir güle
bayram edeceğim; tez elden cevap gelir bana bugün yarın diye

Yazmışım da beklemişim cevap gelir elbet diye, kocaman kokulu bir güle dönünce gonca...
Uzak yollardan gelmiş cevap, gelirken aşk getirmiş...
İyi ki gelmiş...


 
Not:
Bir ara yazacağım uzun uzun...
Merak edip soranlara bir ses vereyim istedim: İyiyim, çok öperim.


_________________________
Fotoğraf / Mektup



30 Nisan 2010

VAR


SİZE ANLATACAKLARIM VAR
Yabani meyve gibiyim
Mevsimim geldi mi
Tadıma varılmaz benim
Şimdi izninizle
Yolculuğa hazırlanıyor yüreğim
Anlatacaklarım var
Dönüşümü bekleyin

***




SANA İSE FISILDAYACAKLARIM
Bir yolculuğa hazırlanıyor yüreğim bugünlerde
Yatağımın yanında hazır bavullarım her an sana gelmeye

Ben çalmadan açacaksın kapını
İçmekte olduğun kahvenin dumanı tütüyor olacak masanın üzerinde
Oturacağız karşılıklı pencerenin yanındaki ahşap masaya
 üzerinde yazdan kalma tek bir kurutulmuş ortanca
Bir kahve uzatacaksın bana nasıl içtiğimi sormadan
Avuçlarında ısıttığın sevda yorgunu yüreğimi geri verirken bana
Öpeceksin dudaklarımdan bir teşekkür etmeye fırsat bile tanımadan
Sahilin rüzgarı getirirken dalgaların nemini yüzümüze
Gözünün gözümü sevdiği o anda, uzanıp masaya sonsuzu koyacaksın(*)


O nedenle bir yolculuğa hazırlanıyor yüreğim bugünlerde
Yatağımın yanında hazır bavullarım her an sana gelmeye

Az kaldı bekle...


_________________________________________________________________

(*) Dize Edip Cansever'in Masa da Masaymış Ha! adlı şiirinden esinlenmedir...