01 Kasım 2010

Sana, Ona, Kendime



Bazen mektuplar yazıyorum sana, ona, kendime.

Bazen o mektupları okuyorum yüksek sesle, sana, ona, en çok da kendime. Gönderilmemiş mektuplarım var ve gönderilememiş ve gönderilemeyecek olanlar... Bir yerlerde birikiyor duygularım, yüreğimin içinde mesela ve hatta gözbebeklerimde. Çıktılar sanıyorum yazınca, ya da ağlayınca akıp gittiler sanıyorum. Kurduğum barajların kapakları kapalı, farkına bile varmıyorum. Birikiyorlar bir yerlerde kelimelerim üste üste. Birikip birikip taşıyorlar olur olmadık zamanlarda, olur olmadık insanlar içinde kabarıyor duygularım, biriken gözyaşlarıma izin veriyorum. Utanır oldum kaç zamandır sebepsizmiş gibi gözüken ağlamalarıma. Nedensiz kelime yığılmalarıma...

Geçen sabah kutuya attım elimi, gözlerim kapalı, aklımdan bir şey geçmesine izin vermediğim bir hızla çekiverdim bir tanesini, göz açıp kapanamadı bile... Bahtıma ne çıkarsa, dedim.  Bahtıma sana yazılmış bir mektup çıktı. Ona bazı yerlerini yüksek sesle okudum. Kendime çoğu kelimesinde sessizce ağladım. Zamanlaması yanlış duygusu hassas mektuplarımı ellerimle okşadım. Kelimeye dökmeyi başardığım her duygumun içimdeki yeri sızladı. Ağladım. Ne çok, ne kolay akar oldu bu gözyaşları, sana, ona en çok da kendime bir anlamı var mı kavrayamadım. 

Bazen mektuplar yazıyorum sana, ona, kendime.
Bazen o mektupları yırtıp atıyorum. İstemiyorum bulunsunlar, okunsunlar bir yerde. Yitip gidiyor kelimelerim, sana dair duygularım yitip gidiyor, ona dair kırgınlıklarım azalıyor gitgide, kendime kızgın değilim eskisi gibi. Bunu sana söylüyorum, ona söylemeyi istediklerimiyse kendime saklıyorum. Kendimle barışalı beri, saklımda olanları bir bir güneşe bırakıyorum. Kuruyorlar zamanla. Küçülüp, büzüşüyorlar. Yok olmuyorlar ama varlıkları da eski tadında değil gibi. Bazı duyguların kurusu bile yeter adama diyor iç sesim. Onu öpüyorum. İç sesimi kendimle barıştığımdan beri daha bir seviyorum. Anlaşamasak da konuşacak birinin varlığında mutlu olmayı öğrendim. Yok henüz delirmedim. Delilikle karıştırılsa da, o da bir çeşit kendini var etme biçimi değil mi?

Farkındayım uzun zamandır üç kişilik bir yükü tek başıma sırtımda taşıyorum.  Sana, ona en çok da kendime haksızlıklarım. Bunu sana anlatmaya çabalasam da, ona dediğim gibi, kendimi sana tam olarak teslim edebilmeyi başaramıyorum. İçimin yitip gittiği bir yerde, içinin sesiyle karşılaştığımdan beridir, sana, ona ama en çok da kendime alışıyorum. İnsanın kendine alışması ne çok zaman alıyor bir bilsen. Kendinle kavgan bitiyor bu sefer de iç sesinle dövüşe başlıyorsun. Velhasıl zor zanaat insanın kendini sevmesi. Kendini bütünüyle teslim edebilmesi. Bak bunu bir kere de buradan sana, ona en çok da kendime yazıyorum. Anlaşılamasa da sözlerim, duygularımın yarattığı karmaşadan yükselen toz bulutları gözle görülebilsin istiyorum. Bu gördüğün, bildiğin toprak patikadan koşar adım uzaklaşırken senden, ondan, en çok da kendimden, arkamda bıraktığım toz bulutlarım. Ben köşeyi döndüğümde gözden kaybolmuş olacaklar. Başımın üstündeki karalıklarına bakıp da aldanma, yağmur bulutları çoktan terk etti yüreğimin sevdasını. Boşuna da ardımdan hayıflanma, çünkü ben ağlamıştım, sana, ona, en çok da kendime vakti zamanında.



31 Ekim 2010

Güneşli Sabahlar ve Pazar/lık

Soğuk kış günlerinde güneşli sabahlara uyanmayı seviyorum. İçimi kaplayan heyecanın tarifi var mıdır? Ben henüz bu duygumu tarif edemiyorum. İçimde bir yerde bir kelebeğin sessiz çırpınışını duyuyorum. Bir çiçeğin açmaya çabalarken ki yorgunluğuna rağmen aldığı keyfi duyumsuyorum. Bir bulut geçiyor gözlerimden, uçuk mavi, beyaza yakın, ipeksi... Dokunuyorum. Ben güneşli sabahları çok seviyorum. İçime dolan yaşama sevincini, harika bir sabah kahvaltısı ile sergiliyor bu arada da kendimi şımartıyorum. Bol vakitli, az uğraşlı pazar günlerini kendime ayırıp kendimle olmanın keyfini sürüyorum. İçime düşen küçük kurtları, sesleri çok çıkmaya başlayınca, balkondaki saksı çiçeklerinin dibine bırakıyorum. Onlarla bir pazarlık yapıyorum. Onlar bir süre toprakta mutlu mesut debeleniyor ben o sırada bütün iç seslerimden uzak bir zaman diliminde huzuru ve mutluluğu çoğaltıyorum. Sonra onlarla birlikte kaldığım yerden devam ediyorum yaşamaya. Onlarsız olamayacağımı biliyorum. Ayrıca da onların beni ne kadar büyüttüğünü bile bile onlarsız kalmayı da göze alamıyorum.

Bu sabah güneşi görünce heyecanlanan kalbime, akıldan tepki gecikmedi tabi ki... Salıverdi kurtçuklarını sağa sola, topladım hepsini özenle, kasımpatının toprağına bıraktım onları. Yeşil yaprakları üşümelerine engel olur, biliyorum. Ben az sonra kendime bir kutsama hazırlığına girişeceğim. Bugün pazar ve turuncu bulutlarıyla parıl parıl parlayan bir gök yüzüm var. Yüreğimde güneşler açmış. Kolları uzansın sevdiklerime, yüreği üşüyenlere ve kendini yalnız hissedenlere.

Henüz sabahın çok erkeni, yani henüz sabah kahvaltısı için bir güzellik düşünülmedi ama geçen haftalarda yaptığım ve sizinle paylaşmayı düşündüğüm tost fikri yazılmak için bekliyordu sırasını. E gün güzel, ben de öyle... O halde işte size harika bir pazar için pratik bir öneri...

Malzemeler basit, ekmek, kaşar, pastırma (ben çemensiz ve hindi tercih ediyorum), köz yağ bireri, yumurta... Siz malzemeyi kendi keyfinize, bütçenize ve malzemenize göre değiştirebilirsiniz tabi.






O sabahı hatırlıyorum, o sabah içim gene kıpır kıpırdı. Rahatsız bünyemin "açımmmmmm" sinyalleri çalışına istinaden, buzdolabının kapağı açıldı. Malzeme kısıtlı ama yaratıcılığı teşvik edici türdendi. Klasik bir pazar sabahı kahvaltısının ötesinde bir güzelliği hak etmiştim. Nedeni bende gizliydi. Mutlulukla gülümsediğimi hatırlıyorum. Hatta şu anda o mutluluğu bu sabahkine ekleyip gülümsememi büyütüyorum. Gördüyseniz sizin de yüzünüzde kaçınılmaz bir gülümseme oluşmuştur. Yok ben göremedim diyorsanız, aynaya bakın...

Malzemeleri tek tek çıkarttım tezgâh üzerine. Kaçınılmaz olarak sahanda yumurta tarifi çıkıyordu önüme. Oysa ben farklı bir şey istiyordum. Uzun zamandır tost yememiştim. Fikri bile yetti keyfimi katmerlemeye. Önce 2-3 dilim pastırma tavaya gösterildi. Pıt pıt, iki yüz de ısıyı alıp yumuşadı. Tost ekmeği olarak seçilen susamlı ekmek, özenle ortasından kesildi ve içine, ince ince dilimlenmiş iki parça kaşar boylu boyunca yerleştirildi. Kaşarların arasına pastırmalar konuldu. Tost makinesi üç dereceye getirildi ve içli ekmek, iç çeke çeke yapışmaz tavaya yerleştirildi ve üzeri üşümesin diye kapatıldı. Bu esnada yumurta tek kişilik tavaya, bir nohut büyüklüğünde tereyağ ile beyazı tamamen sarısı da hallice pişirilmek üzere konuldu. Kırmızı yağ biberleri üçgen üçgen kesildi. Yumurta da buradan nasibini aldı ve onlar da üçgen oluşturacak şekilde sekiz parçaya ayrıldı. Tost, oldum ben artık diyen erimiş kaşar sesleri eşliğinde tabağa konuldu ve aynı şekilde üçgenler oluşturarak servis tabağına alındı. Her bir lokmalık parçanın üzerine bir kırmızı yağ biberi kondu ve en üste yumurta eklendi. Servis tabağının kenarına bir dal taze nane ile yemeğe hazır hale getirildi. Yanına o günler yazdan kalma olduğundan soğuk çay ile servis edildi, afiyetle mideye indirildi.

Az sonra benzer bir girişimde bulunmak üzere mutfağa gideceğim. Kendimi şımartmak için bana verilen bu fırsatı değerlendireceğim. Dilerim sizler için de güzel olsun bu pazar. Dilerim, fırsatınız varken şımartın kendinizi ve sevdiklerinizi.



30 Ekim 2010

Ama Ama Neden?



Ama ama neden bir adam hem yetenekli, hem zevkli,
hem eli kalem tutan hem de aynı zamanda elinin lezzeti olan bir adam olur ki...

Ona
ya da
ulaşabilirsiniz...




Üşüme/k

 
İnsan çok yorgun olunca, ağlayamıyormuş.
Okudukları karşısında dolu dolu gözyaşları
Öylece donup kalıyormuş.
İnsan bu yüzden yüreği yorgun düşünce çok üşüyormuş.

29 Ekim 2010

Seninle Büyümek


Seninle büyüdüm ben
Seninle büyüsün isterim çocuklar
Cumhuriyeti bilsinler
Kitaplarda okutulduğu için değil
Yaşatıldığı için öğrensinler