04 Mart 2009

NEREDEN NEREYE



Benim bir siyasi duruşum var dansımın içinde, izleyici nasıl okur bilemem. İskemle benim için çıkış noktası… Bu ülkede işkence var… İskemle solo projesinde, ben onu dansıma yansıttım. İzleyici şöyle okuyabilir; kadın kendi kendine çığlık atıyor, kendi iç hesaplaşması, Türkiye’den bir çığlık, işkence çekenlerin çığlıkları diye bilir. İskemle 2, kadın erkek ilişkisi üzerine… Neden ilişkiler kopuyor diye soruyoruz, evinde iki kişi bir arada yaşayamıyorken savaşların varlığı şaşırtmıyor insanı. Evin içine bakın oradan da dünyaya…


Kendini anlatırken seçtiği kelimeler, sesi, duruşu… Nasıl izlememişim dedirtti bana. Neler kaçırmışım. Genco Erkal ile gerçekleştirdiği Nazım’a Armağan projesinde, Nazım’ın Dünyanın En Tuhaf Mahluku şiiri Genco’nun sesiyle yükselirken, hiç müzik yokken Zeynep Tanbay dansı her kelimeye yetişip, her kelimeyi bedenine sindirip yansıtırken; Nazım büyüyor, Genco büyüyor ve bütünlük insanı sonsuz büyülüyor…

Televizyonda seyrederken sorsalar nerede olmak isterdin diye… Kesinlikle onun dans ettiği herhangi bir yerde derdim. Sahnede, önünde… Çok şey kaçırmışım, geç kalmışım tanımak için. 2000 yılında Türkiye’de yaptığı çalışmalara tanık olmamak ayıptır sadece kendi adıma. Ufuk Uras’ın dansçı eşi olması dışında belleğime kazımamışlığımdır yüzümü kızartan. Kendine bu kadar dönük yaşamanın, hayatı sadece Onda buldum sanmanın kaybıdır daha çok. Hayata tekrar bakmak için de önemli bir tokattır bana. Kaldığım yerden devam etmek için bir sestir aslında. Hayatın içinden çıkıp gidişin, zorunlu bir dönüşüdür dansını izlemek.


İz kanalını seviyorum. Tematik kanallar içinde zevkle seyrettiğim, öğrendiğim, yetişmek için geliştiğim, dünyayı başka bir gözle gördüğüm, insanca bir bakış açısıyla hayatı seyrettiğim, tanıdık geldiği ve öylesine içime girdiği için şişmeden seyrettiğim kanallardan biri.

Diğer tüm yandaş olsun olmasın kanalları seyredemez oldum ben son yıllarda. Giderek artan bir sinir krizi eşiğinde seyrettiğim haberleri bile seyredemez durumdayım. Bu ülke değerlerini hızla kaybederken, bu ülke insanları ve özellikle kadınları ülkesine, ATA’sına bu kadar sahip çıkmazken geldiğimiz noktada gelecek için hala titremiyorsak ve durup durup çığlık atmıyorsak NEREYE diye, diyelim ki atıyoruz ama karşılık bulamıyorsak KORKMALIYIZ…


Bugün bir arkadaşım uğradı. Din derslerini oğlunun sevmediğini, ilk derste öğretmenin anlattığı hikaye ile korktuğundan derse bile gitmek istemediğini anlattı. Din Hocası ilk derse burna giren bir örümcekten bahsetmiş, eğer örümcek beynimize girdiğinde aklımızda dolaştığında kötü fikirlere rastlarsa beynimizde kalacakmış, Yok eğer kötü fikirlerle karşılaşmazsa zarar vermeden çıkıp gidecekmiş. NASIL YANİ?

Ben de daha önce defalarca birçok yerde paylaştığım kendi Din ve Ahlak Bilgisi Dersi hocamdan bahsettim. Duayı bilmediğim ve arkadaşımın kopya vermesine karşı çıkıp boş kağıt verdiğim için, sınav sonuçları açıklandığın da geçer not almıştım. İtiraz ettiğimde “Bu ders Din ve Ahlak Bilgisi dersidir ve sen kopya çekmeyerek bu dersin gereğini yerine getirdin. Unutmayın dürüstlük dua kadar değerlidir.” dedi.

Dedim ki arkadaşıma, “bugün bile yüzünü hatırlıyorum hocamın, nur denen şey hocamın yüzündeydi” Arkadaşım güldü, “bizimkinin yüzü de dedi, örümcek kadar kara”

İnsanın içi yansıyor yüzüne…
Öğrettiklerine de…

Çocuklar hayatı daha farklı sevse, keşke daha farklı öğrense. Sevse… Korkmasa…
Ama ülkemde her şey korku üzerine kurgulanır oldu. NE YAZIK…

***

Senle başladık büyük insan, senle bitirmek lazım;

***


DÜNYANIN EN TUHAF MAHLUKU

Akrep gibisin kardeşim,
korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.
Serçe gibisin kardeşim,
serçenin telaşı içindesin.
Midye gibisin kardeşim,
midye gibi kapalı, rahat.
Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.
Bir değil,
beş değil,
yüz milyonlarlasın maalesef.

Koyun gibisin kardeşim,
gocuklu celep kaldırınca sopasını
sürüye katılıverirsin hemen ve âdeta mağrur,
koşarsın salhaneye.

Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,
hani şu derya içre olup
deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf.
Ve bu dünyada, bu zulüm senin sayende.
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,
— demeğe de dilim varmıyor ama —
kabahatın çoğu senin,
canım kardeşim!

1947
Nazım Hikmet


__________________

Fotoğraf / çocuk / Scorpion by Shazeen Samad

BİLEMEDİM



Söz,
sözü vereni mi bağlar söz verileni mi?


Güven;
duyulanı mı yaralar, duyanı mı acaba?


Seni seviyorum,
söyleyeni mi acıtır, yoksa söylenen mi acır zamanla?


Azar,
işiteni mi burkar sadece, azarlayan da bir tuhaf olur mu mesela?


Hırs,
insanı çürütür mü zamanla, karşısındaki mi çürür yoksa?


Şiddet,
uygulayan mı acizdir, uygulanan mı özünde?


Yalan,
sen misin, yaşanlar mı anlamadım mesela?


Yürek,
bendekiyse, sendeki taş mı acaba?




___________________________________


Fotoğraf / Exhaling the bad? by Marcus Björkman



03 Mart 2009

TEŞEKKÜR VE VEDA





42 yıl devlete hizmet etmek ve sevilmek, sayılmak...

Hikayesini uzun uzun anlatırım bir gün hem annemin hem babamın... Köyün ilk okuyan çocuğu babam... Öğretmeni tutmasa elinden ve 130 km. ötedeki ilçeye götürmese babamı, yatılı okula kaydettirmese kafası çalışıyor diye... Bambaşka bir hayat yaşıyorduk şimdi biz.

Annemi bulması ve hayata birlikte tutunuşları ise apayrı bir roman olur.

Dedem İsmet Bey'siz sofraya oturmazdı. Öyle gurur duyardı oğluyla.

Kızı olarak, Üniversite'den ayrılırken arkasından hep benzer cümleleri duyduğumda rahmetli dedemi biraz daha anladım.


Baban insan gibi insandır...

Babanızın bana çok hayrı oldu. İyilikleri saymakla bitmez...

O kadar çok hayır duası almıştır ki, hocama bir şey olmaz...

İsmet Bey harikadır...

İsmet abisiz biz ne olacağız bilmem ki...

Babam o benim, ötesi yok...



Bildiğiniz üzere, geçtiğimiz haftalarda sürpriz bir şekilde hastanedeydik.

Çıktık dün itibarıyla, artık evdeyiz... İYİYİZ




Bugün bu satırlarda babamın devlete 42 yıl, Uludağ Üniversitesi'ne 34 yıl hizmet ettikten sonra veda edişini aktarmak istedim.

Desteğiniz, dualarınız ve sevginiz için hepinize TEŞEKKÜR EDERİM.





_________________________________________________________________

VEDA...

Üniversitenin Değerli Mensupları,

İstanbul Üniversitesi, Bursa Tıp Fakültesi iken, 1975 yılında göreve başladığım üniversiteden 26 yılı Tıp Fakültesi Sekreteri, 8 yılı Genel Sekreter olarak çalıştıktan sonra 22.03.2009 tarihinde yaş haddinden emekliye ayrılmam kaçınılmazdı. Ayrılık zamanı gelip çattığında, düşüncem, mümkün olduğunca herkesi ziyaret edebilmekti. Rektörlük tarafından düzenlenecek emeklilik töreninde bir araya gelmeyi arzu ederken, teşekkürlerimi veda konuşmamın sonunda sunmayı planlarken, sizlere bu şekilde seslenmek durumunda kaldım.

Üniversitede çalışmaya başladığım ilk günden bugüne 34 yıl süren Uludağ Üniversiteli olma yolculuğumda, dostluklar edindim, rahmetli bir dekanımızın ön görüsüne uygun olarak üniversitemize öğrenci olarak girip çeşitli kademelerde yönetici olan seçkin bilim adamlarıyla çalışma şansı yakaladım, genç kızken girip anne olan, delikanlılığını geride bırakıp sorumluk alan çalışma arkadaşlarım oldu. Kimi baba dedi, kimi abi, kimi hocam dedi. Bana sorsanız bugün hangisi olmak istersin diye ben tereddütsüz hepsi derim. Çalışma hayatım boyunca, benim de kendilerinden çok şey öğrendiğim saygın bilim adamı hocalarım oldu. Değerli çalışma arkadaşlarımın hepsine teşekkür ederim.

Devlete hizmet etmek için başvurduğumda hem iyi hal kağıdım hem de sağlık raporum bu işi yapmak için uygun olduğumun göstergeleriydi. İyi hal kağıdımla ilgili her hangi bir sorun yoktu. 42 yıl sonra emekli olurken, sağlıklı olup olmadığımı anlamak ve emekliler kervanına kabulüm için sağlık raporu almak – genel bir tarama yaptırmak üzere hastaneye başvurdum. Eskilerin tevekkül sahibi dedikleri adamlardanım aslında… Sağlık taraması sırasında geçtiğimiz hafta yapılan tetkiklerde, ameliyat olmamı gerektiren bir durumla karşı karşıya kalınca beni yakından tanıyanların bildiği üzere, sonuca odaklı çözüm adamı olduğumdan hocaların planladığı ameliyat tarihini derhal kabul ettim. Böyle bir kararın sonucunda da ben sizleri ziyaret etmeyi planlarken, sizler beni ziyaret etmek durumunda kaldınız.

Rahatsızlığım süresince ziyaret eden, başımdan hiç ayrılmayan, gerek telefon gerekse çiçek göndererek yanımda olduğunu hissettiren, çok uzaklarda olsalar da dualarını esirgemeyen tüm dost yüreklere teşekkür ederim. Değerli hekimlerimizin ve ekip arkadaşlarının özenli tetkik, tedavi ve bakım süreci sonunda, hayata devam raporumu alarak emekliliğe adım atıyorum. Herkese sağlıklı bir yaşam ve emeklilik hayatı diliyorum.

Saygılarımla ve Sevgilerimle…

02.03.2009
İsmet Topuz
Genel Sekreter

__________________________


Fotoğraf / flowers by Giorgio Lorcet



02 Mart 2009

... SEN


gözyaşlarım dağıldılar bir ovada

her başak dikeni üzerinde bir damla bıraktım sana

her biri ayrı bir an hayatımdan

anlayabil -sen

bilebil -sen

duyabil -sen


çok şey istemedim ki senden


dur ovanın orta yerinde

haykır sen adımı dağlara

cevap vereyim sana


sen diyeyim

bir tek sen anlarsın onların dilinden

içinden-içimden-kopup-gelenden


____________________

DÖRDÜNCÜ CEMRE





Yokluğunla üşüdüm dün gece


Sabah uyanınca öğrendim ki;


İlk cemre düşmüş havaya


İkincisi suya


Üçüncüsü bugün yarın düşer toprağa


Bir dördüncü olsun istiyorum


Senden uzakta dokunsun bana


Düşsün yüreğime


Isıtsın beni

Sen canımıniçi


Cemrem olmak ister misin acaba?



_______________________



GÜNE UYANDIM



ÖNCESİ... Kadın bütün gece düşündü… Sesin yüzünü görmeye çalıştı. Gözünü kapattı, açtı, beyninin kıvrımlarında dolaştı… Sesin yüzü yoktu. Kafası karışmıştı. Nasıl bu kadar tanıdık bir ses, nasıl bu kadar görünmez bir yüz olabilir diye düşündü.

Sabah ezanını dinledi. Severdi. 5 vakit okunan ezan içinde en çok sabah ezanını severdi. Ezan okuyan bir arkadaşı, makamı farklıdır belki ondan dedi. Anlamazdı öyle makam falan... Dinlerdi ve severdi.

O sabah tam da ezan bittiğinde telefonuna bir mesaj düştü.

Hazırlan hadi... Zaten bütün gece uyumadın. Ilık bir duş al iyi gelir tenine…
Kadın gülümsedi. Yatağından kalktı. Ilık duşunu aldı. Bir faydası olur belki sesin yüzünü görmeye diye, gözlerini kapadı. Olmadı.

Duştan çıktı.
Üzerine giyeceklerini dün geceden hazırlamıştı.
Koyu renk bir kot… Geçmişi düşündü…
Beyaz t-shirt… Geleceğe gülümsedi…
Siyah spor bir ceket… Kalkandı en olumsuz an'a…
Siyah postallar… Yürüyüp gitmek içindi…
Siyahtan griye renk geçişli fular… Tutkuyla sarmak için…

Saçına baktı son bir kez. Aynadaki gözler kendine ait gibi gelmedi. İçindeki heyecanı aradı gözlerinde, mutluluk için bakındı sağa sola… Yok yok onun değildi bu gözler, sanki bir şey eksikti.

Oysa gün pazardı. Yarın'a sadece bir an kalmıştı.
Dudaklarına baktı aynada, bir şey söyler gibi bir halleri vardı. Düşünürken ne söylemek istiyorlar acaba diye… Telefonuna bir mesaj geldi…

Düşünme! Gözlerin de dudakların da bulacak anlamını yakında. Heyecan da gelecek o zaman, mutluluk da…

Kadın gülümsedi. “Neden” dedi “sesin yüzü yok bende” soru işareti koymadan cümlesini bitirdi.

Kahve için sözleştikleri yer Gönül Kahvesi ’ydi…
Özellikle bu olsun istemişti adam…

Erken gitmişti 20 dakika kadar. Kalabalığın içinde bir yer buldu oturdu. Etrafına bakındı, kendi gibi tek başına 3-4 kişi daha vardı. Ya tanımazsa beni ya da ben onu diye düşündü. Günün gazetesini aldı eline. Garsona bir kahve siparişi verdi. Ayıp olur mu acaba diye düşündü. Düşüncesi düşmeden akla, mesaj geldi telefonuna…

Olmaz canım... Sen iç kahveni… Bir de unutmadan; tanırım ben seni…:)

Kadın gülümsedi. Nasıl biliyor bütün cevapları diye düşündü. Delirdiğine kanaat getirecekti bir adam çıkıp gelmezse… Her şeyi kafasında yaratan şizofrenik bir durum muydu yoksa… Anlık bir sanrı… Ya mesajlar, peki ya o telefon konuşmaları... Hepsini kendi uydurmuş olabilir miydi? “Daha neler…” dedi. Kahvesinden bir yudum aldı.


Kafasını kaldırdı bir an, içinde bir tel koptu sandı, dönüp kapıya baktı. Adam gecikmişti. Kahvesinden bir yudum daha aldı. Bir tel daha koptu. Dönüp baktı gayri ihtiyari... Bir adam girdi içeri… Gülümsedi… Adam kadına yaklaştı. Elinde bir paket vardı. Bir de en sevdiği çiçek...Tekti, özeldi ve adam biliyordu. Sahi nerden biliyorsun dedi içinden...

Adam yanağından öptü kadını, geciktim bir bahanem yok dedi. Çiçeği verdi sadece. Ceketini çıkarttı. Elindeki paket altta kalacak şekilde yandaki sandalyeye bıraktı. Kadın, sandalyeye verdi dikkatini.

“Merak etme o da senin” dedi adam.
Sustular, baktılar, anlattılar…

Kadın, dinledi adamın son yıllardaki bütün hikayesini. Adamın buğulu sesi kulaklarında asılı kaldı kadının. Kadın anlattı hikayesini… Kadının gülüşleri asılı kaldı yüreğinde adamın... Öyle tanıdık geliyordu ki adam kadına… Buğulu ses...Kadının kendi gülüşündeki tını... Dinledikçe sevdi adamı… Sevdikçe, ses yüzünü buluyordu… Kadın “sen” diye bildi ve devamını getiremedi…

“Evet” dedi adam… “Evet, ben o emanetçiyim…”

Güleç yüzlü iki dost gibiydiler, gün geceye karışırken kalktılar o kahveden. Kadın “bana gidelim” dedi. Adam sessizliği ile onayladı.

Eve geldiler. Kadın bir çilingir sofrası hazırladı adetleri olduğu üzere… Sustular bütün gece… Kadın o pakette ne var acaba diye geçirdi aklından sessizlikten de sessizce...

“Merak etme dedim ya o da senin. Vakti var sadece…”

Şöminenin ateşi geçmek üzereydi. Masayı toparladı kadın… Yardım etti adam. Mutfaktayken baktı kadın adama bir kez daha...

“Nasıl olur diye düşünme boşuna, oldu işte, en son gidişinden sonra öyle avucumda gülüşünü bırakınca ve ben ertesi güne o gülüşle uyanınca, kendime geldim. Saçı sakalı kestirip bir de ceketi giyince üstüme, adama benzedim.”

Öyle dolu dolu bir kahkaha attı ki… Kadın da eşlik etti adama. Susmadılar uzun bir süre. Adamın cümlesi miydi onları bu kadar gülümseten… Bilmediler... Bildiler mi yoksa...

Kal bu gece, dedi sessiz… Kalamam, dedi sesli
Sarılsan, dedi sessiz… Gidemem o zaman senden, ölürüm an'dan sonra ben dedi sesli
Sadece, dedi sessiz… Sadece, dedi sesli

Soyundular ne varsa odanın kapısında…
Kadın geçmişi bıraktı yerde
Adam geleceğini…

Çırıl çıplak uzandılar yatağa… Titriyordu bedenleri, değişime korktukları belli... Adamın isyankar sesi vurdu duvara... Kadının ağlamaklı sesi kaldı halıda. Çocuk çığlıkları yükseldi yatağın iki ucundaki komidinde... Adam baktı içine, kadının sesini aldı kaldırdı halıdan, koydu yüreğine. Çocuk çığlıklarını topladı komidinin üstünden, öptü alınlarından, onları da ekledi yüreğine... Sesi duvara çarpıp geri yumuşacık dönünce, yüreğindeki ağırlık damarlara baskı yapmaya başlamadan hemen önce;

“Hadi dön sırtını bana. Çek bacaklarını karnına doğru” dedi adam… Sarıldı kadına sımsıkı, içene çekti kokusunu… Öptü bir kelebeği öper gibi usulca. Kadın anladı, yaşananlar bir sanrı değildi, bir an'dı. Donsun istedi zaman. Dursun, yarın olmasın bir daha...

Kadın “iyi ki burdasın” dedi sessizce...

Adam “iyi ki kaldım” diye karşılık verdi aynı sessizlikle...

...
...
...


Gün ağarmak üzereydi.
Adam kalktı yataktan...

Gidiyor musun dedi kadın sessizce... Evet dedi adam sesli...

Sarıldın dedi kadın... An'dı dedi adam.

Sustu kadın.

Sustu adam.


Mesajlar diyebildi kadın sadece... Gülümsemendi dedi adam...

Telefon konuşmaları... Onlar da gözyaşların...

Peki ÇÖZÜMÜM diye isyan etti kadın
Yüreğince, yüreğinden geçtiğince İNSAN OLMAK dedi adam...


Adam giyindi, tam çıkıyordu ki, kadın ellerini uzattı, adam kadına baktı, kadın adama… Kadının elinde yüreği vardı. Adam aldı yüreğini kadının. Kapadı avuçlarını sıkıca. Camı açtı kadın sabah ayazında. Adam öptü, korudu kadının yüreğini bu sırada... Kadın çekti içine hayatı yeniden, hücreleri üşüdü ama olsundu... Hayattı bu hissedilen... Adam camı kapattı önce, sonra yüreğini verdi kadına geri. Bir de yanında getirdiği sandukayı bıraktı komidinin üzerine...

“Bu sanduka” dedi, yüreğindeki ağırlık baskı yapıyordu damarlarına...Zor konuşuyordu ve duruyordu ayakta. “senin…....... Sen dört yıl önce ilk kez bana geldiğinde… Ben Sen-dim........ Gözyaşlarını bırakıp gittin bana. Gözyaşlarını dinledim 4 yıl boyunca. Biterler bir gün dedim. Anlatacakları elbet biter an gelir........ 20 gün kadar önce bana geldiğinde ve gülüşünü bıraktığında, sustular, bir an'da..... Bir daha hiç çıkmadı sesleri..... Gülüşün başladı anlatmaya olup biteni…...... Seni öyle derinden hissediyordu ki gülüşün, dayanamadım. Geçen sabah, mesaj attım onun dilinden sana......... Gülümsemeni gördüğüm an, işte o an, karar verdim bendeki emanetlerini geri vermeye. Gülüşü olmazsa yarınları olmaz dedim. Gözyaşların da kutuda; artık mutluluktan aksınlar diye onları da geri veriyorum sana…”

Kapattı kapıyı başka bir şey demeden adam. Kadın elinde sanduka öylece kaldı bir an’da. Dışarıya baktı. Gün ağarıyordu. Yağmurlu bir sabahtı. Banyoya gitti. Sandukayı açtı. Kendine baktı. Gözyaşlarını eline aldı. Gözbebeğine koydu usulca. Gülüşünü aldı ve yerleştirdi suratının ortasına. Saçlarını düzeltti. Kendine gülümsedi. "Sevdim" dedi. Yanağına bir damla düştü, telefonuna bir mesaj...

Ne kadar yakışıyor gözündeki gülümseme sana bir bilsen… Kendini benim gözümde görebilsen… Sen beni görsen… Sen beni… SenBen
...
...
...

___________________________

01 Mart 2009

GÜNE UYANDIM (MI) - DİPNOT


Sevgili Okuyucu,

Biliyorum günü bekledin, heyecanla, sabırsızlıkla...

Ama gün yeni başladı, an yaşanmadan anlatılmaz.

Üstelik uyanmak gereken bir yarın var, oysa bugün daha pazar...

Yarın bu saatlerde an yaşanmış olur, gün yarına dönmüş...

İzninizle hazırlanmam gerek önce an'a, sonra yarınlara...

Görüşmek üzere,

Sevgiyle...