12 Mayıs 2009

VELİM OLUR MUSUN?

Hep düşünmüşümdür iyilik mi ediyoruz kötülük mü diye... Hani kırmızı ışıkta dururlar da camı silerler ya... Bazılarımız ürküp kapıyı kitleriz, bazılarımız bozukluk sıkıştırırız ellerine... Mendil satarlar en çok, kalabalık yerlerde. İnsanların telaşla eve gitmelerine aldırmadan önlerine dikiliverirler hani. Bazılarımız görmezden gelir geçip gideriz, bazılarımız iki kuruş sıkıştırırırz ellerine... Lokantaların camlarına yapışırlar ellerinde sandıkları, siz yemeğinizi yerken içiniz sızlar hani. Bazılarımız sırtını döner, bazılarımız çıkışta bir ekmek tutuşturur ellerine...
Bir proje var VELİM OLUR MUSUN? diye...
İki kuruş sıkıştırmak çözüm değil diyenlerdenseniz bir bakın derim bu projeye...

11 Mayıs 2009

KEYİF ALMAK HAYAL KURMAK


Lena Horne çalıyordu: İçli içli yaşamak için bir şey söylüyordu- Something to live for. Kadın müziğin ritmine uygun bir ruh taşıdığını bildiğinden, ruh hali değişsin diye Mic Max, Como El Viento dinlemeye karar verdi. Karnı acıkmıştı ama evde hazır hiçbir şey yoktu. Müziğin ritmine uygun salınarak gitti mutfağa, üzerindeki ince askılı küçücük elbisesinin omuzdan düşmüş askısının yansımasını görünce mutfak camında, gülümsedi haline. Yemeğe başlamadan önce bir şarap açtı ve el yapımı üfleme saydam cam üzerine kırmızı dağınık şeritli yüksek ince ayaklı olanını seçerek şarabını biraz da yüksekten köpürterek kadehe koydu. Şarabını karafa koymadan içeceği zamanlarda hep böyle doldururdu kahedine... Buzdolabının kapağını açtı. Peynir, krema, kereviz yaprakları, karabiberli hindi füme ve bir paket tavuk bulyon vardı sadece ve bir kaç yumurta. Erzak dolabına yöneldi. Papardelle vardı bir paket ve bir de konserve mısır. Seçilmiş durum irmiğinden üretilmiş farklı bir tadı vardı papardellenin. Oldum olası gülerdi bu durum buğdayı, durum irmiği meselesine. Sarımsak var mı diye kontrol etti ve makarna yapmaya karar verdi.

Makarnası bittiğinde ikinci kadeh şarabı da bitmek üzereydi. Sevmişti bu Avusturalya Shirazını. Yemeği bittiğinde çalan, Willow Weep For Me'yi pek keyifle dinlerdi. Açtı sonuna kadar müziğin sesini ve elinde kadehi dans etti... Mumlarını yakmadığını fark etti, ikisi yerde ikisi sehpada duran 4 mumu yaktı önce. Sonra masanın üzerinde, bodrum dokuması peştemalinin üzerinde duran kırmızı tea lightı yaktı ve son olarak, pencerenin iç kısmında duran mumdanlığına portakal esansı damlatıp içindeki mumu da yaktı. Artık best smooth jazz dinleyip bir sigara yakma saati gelmişti. Üzerine polar bir şal aldı. Çıplak ayaklarına pufidik bir çorap giyip balkona çıktı. Akşamın ayazı vururken tenine adamı düşündü. İçi ürperdi, yanımda olsan dedi, karşılıklı şaraplarımızı içip ne güzel sohbet ederdik bu gece; dream a little dream of me üzerine...


__________________________________

Fotoğraf / draw of wine© Kruno Debenc

ÖLMEDEN ÖNCE DEĞİL HEMEN ŞİMDİ TEKRAR OKU MİM


Anneme gittim bugün çağdaş milli kütüphane kıvamındaki kitaplıklarının başında dolanıyordum, kitaplarına sulanma konusunda "alıp gidiyorsunuz kitaplarımı, sonra ben aranıp duruyorum" diye söylenmelerine gülümseyerek kitap seçeceğimi biliyordum ama bu sefer farklı oldu. Evde yer kalmadı, nereye koyacağım ben bunları diye söylenirken bulunca, hazine bulmuş korsan, oyuncak bulmuş çocuk, ciğer bulmuş kedi misali atladım olaya. Ben bir kaç kitap alayım gelmişken senden diye... Ve bir çanta dolusu yaklaşık 20 kitap ki bazılarını okumuştum, aldım geldim... Hangisinden başlasam diye düşünürken sevgili Kırmızı Günlük beni mimlemişti bir zaman önce "ölmeden önce okumak istediğim 10 kitap" ile ilgili... Ben mimi her zaman yaptığım gibi biraz değiştirdim ve hemen şimdi okumak istediğim kitaplar yaptım... Ve işe mimi yazmakla başladım. Kitaplar daha önce okunmuş olabilirler ki çoğu öyle ve bir ikisi zamanında okunamadığı için içimde kalanlardır. Herhangi bir sıralama yoktur... Yapılan açıklamalar ya ön sözden ya da kitap arkasından alınmış olacağından fikrimi beyan etmemektedir. Mimi kime mi paslayacağım; hımm aslında aklımda üç isim var biri Yalnızlık Okulu ki daha bir önceki kitap mimini bile yapmadı ve diğeri de Laparagas ki o da bir önceki mimi geri çevirerek özür diledi. Bir deneme daha yapmaya kalksam belki bu sefer başarılı olurum...Üçüncü kişi ise tahmin edeceğiniz üzere Şaşkın Kova, muhtemeldir "ben sana mimleme demedim" mi diye çemkirmesi ama olsun, denemeye değer... Dediğim gibi mimin aslında ölmeden önce okumak istedikleriniz ama benim gibi hemen şimdi diye de yapsanız olur. İçinizden nasıl gelirse yani ya da işinize nasıl gelirse...
Ve şimdi mim:
1. Hermann Hesse / Demian: Her insanın yaşamı, onu kendine götüren bir yoldur, bir yo ldenemesi, bir yol taslağıdır... Hepimiz aynı derinliklerden çıkıp geliriz ama bir taslak olarak, derinliklerden çıkıp gelen bir yaratık olarak herbirimiz kendi öz amacımıza varmak için uğraşıp didiniriz. Birbirimizi anlayabilir ama kendimizi ancak kendimiz açıklayıp yorumlayabiliriz.
2. Aslı Erdoğan / Kabuk Adam: Bazen insana hiçbir şey hatırlamak kadar acı veremez, özellikle de mutluluğu hatırmalak kadar. Unutamamak. Belleğin kaçınılmaz intikamı. Herhangi bir iz taşınıyorsa eğer, bu bir zamanlar yara açıldığındandır.
3. Franz Kafka / Aforizmalar: Doğru yol gergin bir ip boyunca gider; yükseğe değil dehemen yerin üzerine gerilmiştir bu ip. Üzerinde yürünmek için değil de, insanı çelmemek içindir sanki.
4. Toni Morrison / Sevgili: Bazı yalnızlıklar, sallıyarak uyutulabilir. Dizleri yurakı çekip kolları kavuşturarak bu hareketi, gemi salanışının tam aksine tekrarlaya tekrarlaya sallanabilir ve huzura kavuşabilirsin. Bu içten gelen bir şeydir - deri gibi sıkıca sarar seni - ama bazı yalnızlıklar dolaşıp durur. Sallayarak onu yerinde tutamazsın. Kendi başına canlıdır. İnsan kendi ayak sesleri uzaklardan geliyormuş gibi çevreye yayılır.
5. Emile Zola / thérese raquin: Hastalıklı kuzeniyle evlenmek zorunda kalan, yaşamının renksiz ve tekdüze akışına boyun eğmişken acımasızca bir tutkuya kapılarak gözü kapalı atıldığı serüvenin acı sonuçlarına da katlanan kadının öyküsü bu.
6. Oya Baydar / Kayıp Söz: Şiddet nerede başlar? laboratuvarda deney hayvanlarını keserken mi, savaşta ölürken mi? Çocuğuna kendi değerlerini dayatırken mi, insanın acısının fotoğrafını çekerken mi? Töreyi uygularken mi, sevişirken mi, yoksa yabancıyı ötekileştiriken mi?
7. Carlo Levi / İsa Bu Köye Uğramadı: Az sonra tren almış görütüyordu beni uzaklara. Romagna'nın dilim dilim topraklarından Piemonte'nn bağlarına geçtik. Önümüzdeki sürgün, savaş ve ölüm yılları o gün göklerde belli belirsiz bulutlar gibi çok uzaklarda görünüyordu.
8. Mustafa Balbay / Afrika'nın Uçlarında: geziye ilişkin en büyük hayallerimden biri, Afrika'nın dibinden doruğuna, doğusudnan batısına, deyim yerindeyse sürüne sürüne yolculuk etmek... En büyük fakirliğim zaman beni böyle bir zenginlikten yoksun bıraktı. Bunun yerine Afrika'nın üç ucunu seçtim: Güney Afrika, Mısır, Fas
9. Yılmaz Odabaşı / Sakla Yamalarını Kalbim: 'Kentlede ve yaşamda hala kiracı' olanlar bilir en çok, hayata dair ne varsa; sürgün yıllar küskün aşklar, kapanmayan yaralar, yitik anılar, tükenmeyen umutlar, solgun yalnızlıklar, inatçı direnişler, "lime lime" yoksulluklar, çoğalan suskunluklar...
10. Gabriel Garcia Marquez / Yüzyıllık Yalnızlık: 'Yüzyıllık Yalnızlığı' yazmaya başladığımda, çocukluğumda beni etkilemiş olan her şeyi edebiyat aracılığıyla aktarabileceğim bir yol bulmak istiyordum. Çok kasvetli kocaman bir evde, toprak yiyen bir kızkardeş, geleceği sezen bir büyükanne ve mutlulukla çılgınlık arasında ayrım gözetmeyen, adaları bir örnek bir yığın akraba arasında geçen çocukluk günlerimi sanatsal bir dille ardımda bırakmaktı amacım.

10 Mayıs 2009

AŞK YEŞERSİN BAHÇENDE



Ne ekersen onu biçiyorsan
Hüznü biçmek için ne ektim ben farkına varmadan ?
Mutluluk biçmek için ektiğim neden kurudu söylesene...

Ne ekersen onu biçiyorsan?
Sen beni ne zaman ektin ki topraklarına
Daha ben çiçek açamadan biçtin alel acele?

Kurusun diye köklerim kaç yıl bıraktın beni nadasa
Yağmurlarını üzerime yağdırsana hayat
Aşkı biçmek için yeşertsene beni yeniden

Ne ekersen onu biçiyorsan
Yüreğimi eksene topraklarına
Biçmek istemeyeceğin bahçen olayım
Yaseminin, en güzel kokulu
Leylağın, en morundan
Çınarın asırlık

Hayat, yeşertsene beni yeniden
Babilin asma bahçeleri bile kıskansın yüreğimden geçenleri
En güzel bahçen ben olayım
Gören bir daha dönüp baksın bana
Durma hayat ek beni
Aşk yeniden yeşersin toprağımda



İSTİMİN KEBABI OLUR DA GÜNÜ OLMAZ MI?

Annemin telefondaki heyecanlı sesine uyandım dün akşam üstü akşam üstü... Yarın dedi, dağa gidiyoruz tamam mı? Tamam da yarın anneler günü, hani kahvaltı ederiz, sen ayaklarını uzatırsın kraliçemiz olursun diyecek oldum ki sağ omuzdaki melek dürttü beni: "Saçmalama annenin en sevdiği şey dağdaki küçümen ev ve bahçeyi ekip biçmek, hazır baban tamam demiş" dedi. Tamamdır dedim ben de anneme en mutlu sesimle.

Sabah erken uyandım ve onlarda buluştuk. Benim arabayı orada bırakıp babamın araba ile yola devam ettik. Neymiş araba doluymuş. Yok artık ikna oldum, babam kesin benim şoförlükten memnun değil...

Yeşilin tonlarında yolculuğumuz devam ede dursun, biz babamla üniversiteyi ve dolaylı olarak Türkiye'yi kurtardık. Tansiyon yükselince annemin uyarısı ile konuyu yaz tatiline getirdik. Sıcak kumlardan soğuk sulara atlama fantazisinin sakinleştirdiği beden ve ruhumuzla evimize vardık. Yan bahçenin köpeği bizim bahçeyi de sahiplendiğinden kendisini gene evin önüne kurulmuş bulduk ama lokması bitmediğinden gelişimize pek oralı olmadı. Sonradan öğrendik günlerdir bahçede dolaşıp başı boş farelerle beslenen gelinciği mideye indirmekle meşgulmuş. Hay allahım dedim, yok muydu gereksiz bir hayvan etrafta onu yeseydin... (Doğal seleksiyondan yanayım da...) Bir sonraki gelişimizde fare avına kahveden üç beş arkadaş götürmek gerekecek bu durumda...

Bakla oda nohut sofa evinden kafayı uzatan 19 yaşındaki Şifa elinde oyuncak kıvamında tuttuğu, benle aynı gün, ay doğumlu 30 günlük Görkem Beylerle kapıya geldiğinde kendimden utanmadım desem yalan olur; büyüyünce bir balta, odun, öküz, dana ve en iyi ihtimalle beyfendi olacak olan afacana sahip olamadığım için şu hayatta... Neden erkek çocuk derseniz ruh annem Sepo bana erkeği, Şuşuya kızı yakıştırırmış evlat olarak, biri gerçek olmak üzere eh diğeri de olur dimi?

Ev temizliği, bahçe düzenlemesi derken, annemin hazırladığı börek ve sarma ile ara öğün yapmaya karar vermiştik ki; annem Şifa'nın henüz 24 yaşında olan kocası Muhittin'i yalvar yakar ikna etmeye çalışıyordu; bir bardak çay ve börek için... Nafile... Muhittin herkes haddini bilsin Bilge Hanım gelmem ben masanıza tavrında ısrarcı olunca annem çayla böreği aldığı gibi Muhittinin yanına gidiyordu ki, Muhittin yanımıza geldi ama masamıza ısrarla oturmadı...

Annem; geçen yıl doğudan gelen, köylülerden birinin hayvanlarına bakan çoban Ömer'i anlattı... Bizim evin arkasındaki çamlık bölgeye doğru bir alanı çevirip hayvanları oraya koymuşlar... Babam bir akşam rakı sofrasını kurmuş, mangalı yakmış... 20'li yaşlarında batıydaki dağ köyüne gelen çoban Ömer de bizim evin arkasında naylondan inşaa bir barakada kalıyor. Seslenmiş babam Ömer'e... Ömer gel diye... Ömer bu, İsmet Bey çağırır da gelmez mi, bir koşu gelmiş. Babam demiş, gel yemek ye bizimle... Yok diye ısrarcı olmuş Ömer ama babamla annem bir olunca ayıp olur diye oturmuş masaya. Babam Ömer'e rakı koymuş, Ömer gene yok olmaz demiş. Anneme bakmış, annem de ama az iç demiş ki annem tam bir yeşilaycıdır... Ömer bir yudum almış rakıdan gözleri dolu dolu; kim derdi ki demiş, İsmet Bey'le aynı masada rakı içeceksin şehirde... Muhittin hikaye bitince az önce dillendirmediği tavrını döküverdi yüreğinden... "Herkes haddini bilmeli"... Çayını bitirdi döndü işinin başına... Annem hep böyledir, apartmana yeni taşınana tepsi tepsi çay götürülür. Geçen yıl apartman boyandı 2 blok 20 daire biz çay ocağı kıvamındaydık bir süre ki yaza denk geldiğinden soğuk su servimizde mevcuttu haliyle. İyi ki böyle bir ailede büyüdüm diyorum her seferinde, önce insan, önce sevgi, önce değer olmazdı herhalde bugünümde...

Öğeden sonra öyle bir rüzgar çıktı ki, hava serinledi, güneşte bulutların arkasında saklanınca iyiden iyiye soğudu hava... Sobayı yakmaya karar verdik. Babam soba yakmanın inceliklerini anlatı. Meşe odunu olacak - aslında kömür var aşağıda ama akşam kalmayacağız, daha iyi yanar, uzun süre ısıtır - çam koyma sakın is yapar. Soba kovasının altına kalınları üzerine inceleri yerleştir ve kurumuş kozalakları koy en üste... Dikkat et kurumuş olsun... Bir iki çıra ile de yak ve sobanın altını aç... Teorikte harika duran bu anlatı pratik de nedense olmadı ve rüzgarın ters dönüp basması sonucu evin içinde bir is, bir duman neredeyse, boğulmak üzereyiz. Ben çaktırmadan kozalak torbasının içindeki yaş kozalaklar ile yaş dalları sobaya atmış olma ihtimaline karşı ortalıkta gözükmiyeyim diyorum ve son anda rüzgar meselesi beni kurtarıyor...
Ve evin akıllısı olarak neyse ki Muhittin var diyorum da; Muhittin demez mi ben telefonla tarifle öğrendim soba yakmasını diye... Uğraş uğraş yaklaşık 1 saat sonra ev istim, ben evden istim, annem bahçe çapalayacağım diye, babam duman bana dokunur diye, Muhittin karıkları yetiştirmek lazım diye teker teker terk edince evi kaldım mı bir başıma evde... Bütün pencere, kapıları açmama rağmen, boğazımda bir yanma, gözlerim yaşarmış halde inatla bitirdim temizliği. Ahlatın rüzgardan uçuşan çiçekleri ise kar gibi yağıyordu evin içine kadar, onları temizlemek bile istemedim, öyle düşseldi evin içindeki halleri...
Rüzgar hızını artırınca ve babamın üşüme riskine göze alamayacağımızdan dönmeye karar vermiştik ki, soba keyfini yaymaya başladı evin içine.
Ama ne keyif, çıtıt çıtır gelen odunun sesi, dışarıdaki kuşların sesi ile karışıyor ve ben günün yorgunluğu ve istim kokan tenimin rahatsızlığı ile uzanıyorum sedirlerden birine
ama ne çare vakit doldu, şehre dönmek gerek... Aynı hızla kalkıyorum yola çıkmaya hazırım da, aklım fena halde kalıyor evde. Nedensiz bir burukluk içimde. Ya haftaya geldiğimde kokmazsam böyle istim istim... Ya gerek kalmazsa soba yakmaya... Keyfim kalıyor yarım... Dilerim haftaya tamamlarım... Bundan böyle her yıl Mayıs ayının 2. pazarını İstim Günü yapacağım, hepinizi beklerim...
_______________________________________
Fotoğraflar / Evren

KENDİME SORULAR?











  • Düşünüyorum var mıyım?

  • Telefonum çalmayalı ne kadar uzun zaman oldu, kimin aramasını istiyorum ki?

  • Küçük bir mesaj göndermişsin de ben okudum da ne demek istedin bilemedim, umrunda mı?

  • Televizyon da izleyecek bir şey bulamadım, mesela yan komşu ne seyrediyor da hala ışığı yanıyor acaba?

  • Film arşivimdeki hiç bir film bana hitap etmiyor bu gece, neden ki?

  • Arkadaşlarım aradı erken saatlerde dışarı çıkalım diye ama mecalim bile yoktu nasıl bir ruh halindeyim diye anlatmaya, anladılar mı bilmem?

  • Uyku geldi ziyaretime 1-2 saat önce yüz bulamayınca o da gitti, üzüldü mü acaba?

  • Yazı yazmak için oturdum klavyenin başına da parmaklarım yazacak kelimeleri bilemedi, olmaz dı böyle ama?

  • Nasıl bir haldeyim anlamadım, anlayan var mı?

  • Yorgun değilim dinlendim, yeterli değil mi ki?

  • Mutsuz değilim dünden kalanlarla en az iki gün daha idare ederim, ederim dimi?

  • Umutsuz değilim istersem ulaşabilirim diye düşünürüm, yeterince istemiyor muyum?

  • Garip bir ağırlık var üzerimde çözemediğim, düğüm mü oldum?

  • Üniversitede öğrenciyken, gece uyku tutmadığında makarna yapar yerdik, paramız çikolata almaya yetmiyor muydu ki?

  • Ne dersiniz bir makarna iyi gelir mi ki gecenin bu saatinde ruhuma ya da bitter fıstıklı bir çikolata?




ANLAMAK MÜMKÜNMÜŞ ANNE OLMADAN


Ne güzeldir anneye yazılan şarkılar.
"Annem annem sen üzülme..."
Ama mümkün müdür anne olup da üzülmemek.
Erkekleri bilmem ama kızlar annelerini 30’lü yaşlarına gelince anlarlar.
Sezen’in şarkısındaki gibi…


“Anneni daha sık anımsıyorsan hatta anlıyorsan…”

Bugün Anneler Günü...
(Sevmiyorum böyle günleri, önceden ısmarlama sevgi gösterilerini. Sevgililer, anneler, babalar... Bence önemli bir gün daha eklenmeli bu ticari yarışa... Kardeşler günü...)


Vatan Gazetesi’nin ekinde Dilek Önder’in 2006 yılındaki yazısı tam da benim düşündüklerimi dile getiriyordu. Kısa bir alıntı;

“ Annenin yaptıklarını yapmaya başlayınca… Onun kullandığı bir kelime ilk defa ağzından çıktığında…
Kendini onun en sinir olduğun hareketini yaparken bulduğunda… Önce şaşırıp kalırsın, gülersin. Sonra da onu daha çok sevmeye
başlarsın.”

Anne kız olmanın kanunu mudur bilemem ama, durum bundan ibarettir.
İlk gençlik yıllarındaki itirazlar, sonrasında isyanlara bırakır kendini.

Sonra kaçınılmaz 30’lar gelir.
Kendinizle baş başa kaldığınızda şapkanızı önünüze koyar düşünürsünüz.
Bir şarkı takılır aklınıza dalar gidersiniz.


“Ağlama anne benim için ağlama…”
Ama her anne ağlar kızına…
“Keşke” ler çoğalıp, bi de “evet ya…” lar eklenince yaşanmışlıklara...
Ve evet kızlar da ağlar analarına ama ancak 30’larında.

Seni Seviyorum annem... Çok üzdüm çok ağlattım seni... Yaramaz bir çocuk, söz dinlemez bir genç kızdım ben. Yakışmayan, hak etmediğin kelimeler de söyledim biliyorum. Ne kadar özür dilemiş olsamda, dilesem de az yürek üzüntülerine bunu da biliyorum. Kafamın dikine gittim de hep anlamanı bekledim sadece... Hiç anlamaya çalışmadım ben seni gençliğimde, geceleri sabahlara bağlarken duyduğun endişeye kızdım en çok... Ne gerek var dedim yat uyu işte... Uykusuz kalışına sinirlendim. Ama anneydin sen, uykusuz kaldın, yüreksiz kaldın, güçsüz kaldın ama hep yanımdaydın. Dik kafalılığımın yürek üzüntülerini yaşarken ve hayata yeniden tutunurken yine sen vardın yanımda... Anne olunca anlayacaksın demiştin de olamadım işte... Anne olmadan da anlamak mümkünmüş de biraz büyümek gerekiyormuş sadece...

Dünümde, günümde ve hep yanımda olduğun için teşekkürler annem...
Yarınlarımız çok olsun, sağlıkla gülümseyelim, mutluluk çoğaltalım...