28 Haziran 2009

İKİ




Özlemişim biliyor musun...
Akşam serinliği çıplak omuzlarıma vurduğunda, bir elimde elin, diğerinde şarabım seninle sohbet etmeyi... Çocukların geceye inat top sahasındaki neşeli kahkahalarına eşlik eden, iç çekmelerimi... Ayağımı uzatıp yarı çıplak bacaklarımı masanın uzun örtüsü ile örtmeyi... Sen; elin rahat durmadığında rüzgara bulup bahaneyi üşüdün mü diye sorarken bana, elinin tenimde gezinmesini... Özlemişim biliyor musun gece yatağa girdiğimde sol yanımda olmanı. Göğsünde uyumayı... Sarıp sarmalamanı... Gece yarısı yangınlarını... Sabah uyandırmak için dudağıma kondurduğun o şefkatli öpüşleri... Özlemişim kokunu içime çekerek kulağına fısıldamalarımı... Salaş bir barın o en kalabalığında gözlerin gözlerime değdiğinde aynı bedende atan tek bir yürek olmayı... Yüreğim yüreğine attığında fark ettim ki; özlemişim benli senli bir hayatı... İyi ki geldin...

25 Haziran 2009

YILDIZ SEN MİSİN





parlak bir yıldız bölüyor gecenin karanlığını
buradayım diyor
bir bulut geliyor önüne geçiyor
ama o inatla
ve tüm parlaklığı ile
buradayım gözünün ucunda diyor
zaman geçince de
dünya dönünce de
gözünün gördüğü
yüzünün güldüğündeyim diyor
zaman geçiyor
sanki giderek yaklaşıyor bana
beklesem
altı saat sonra parmak uçlarımla değer miyim yıldıza
tut ki değdim
korkar mı bir kelebeğin kanatları kadar narin yüreğim
tut ki öptüm
acır mı yüreğim açılan yaralarımı kanatacak kadar derin
tut ki sevdim
güler mi yüzüm ilk oyuncak bebeğini kucağına alan bir çocuk mutluluğunda
şimdi ben beklesem camda
gün ağırınca olur musun hala gözümün ucunda
yıldız sen misin
güneş
ay
gündüz
gece
hayat sen misin
bana hayatı öğretir misin




___________________________

Fotoğraf / Stars© Angela Vicedomini

24 Haziran 2009

EKSİK KALDI Y


aşk, a ile başlayıp k ile bitmiyordu
adamla kadının nefesinde aşk,

a'dan z'ye tekrar yazılıyordu
kadın uzandı kilime
adam uzandı kadının yerine
baktılar gökyüzüne
kayan her bir yıldız bir harfti
aşk yeniden yazılıyordu
kendi bildikleri dilde


aşkın 3 harfine sığdırdılar
aşkın 3 halini o gece
önce gaz oldular sonra sıvı sonra kaskatı kesildiler
elleri birbirine kenetlenmiş bulundular bir sokağın köşesinde
adam gözleri açık
kadın gözleri yaşlı
yürekler kaldırımda duruyordu bir polis kordonunun girilmez uyarıları üzerine...


yüreksiz kaldılar öylece

a'dan z'ye yazarken aşkı
y'si eksik kaldı
geriye kalan harfler neye yarardı...

________________________________________

Fotoğraf / cold stairs to my heart© Serban Mestecaneanu





23 Haziran 2009

SAÇMALAMİİM

Durum şudur, sıcak... Ama çok/Akrem vardır bi de dimi... Diminin misinin ayrılmadığını öğrendiğim gün bugün değil... Bugün Salı...Sallanır elbet... Sallansın bana mı sordu sanki. Hem sorsa ne olacak cevabım var mı ki sözüm olsun üzerine. Üzerime geliyor herşey bir/bir/dir/bir... Çocukkken oynayacağım diye tutturdum. loto da üç. Bazen hayat ne güç/lümüsün sen benim kadar o zaman yap bi ayar... ah yarrrrr ne gerek vardı üzdün beni/geceler yarı yarı peşimde rüzgar bile esmiyor iyi mi balkonda... ahaha ne komik olurdu salonun ortasında bir anakonda... hem bak takıldım şimdi ben bunun ana konla bir ilgisi varmı? Neden mısı bitişik oldu bunun sanki. Dur ayırayım ben bunları en iyisi : VAR__________MI... üzüldünüz mü ayrıldınız diye/diye dilimde tüy bitti... kalmadı gitti.... giden geri gel/medi/um... orta mı demekti ingilizcede/dim... sen bana bir cevap verdin.. hatırlamıyorum iyi mi? mi...


____________________________________


Valla ben bu kadar saçmalayabildim... Gereksiz Yazar beni mimlemiş... Ben de persona noN grattayı mimliyorum. Ve veeeeeeeeeeeeeee tahmin ettiniz: şaşkınım... (şaşkına not: ben saçmalamıştım zaten deyip yırtmak yok... onlar seçmeydi. sayılmaz :)


Saçmalayın bakalım :)

AĞLAMAK İÇERİME


Neden huzursuzluk gelir çöreklenir yüreğine hiç düşündün mü?
Nedir o anda olan?
Nedir başlatan....
Bir söz müdür?
Bir bakış?
Bir duruş?

Nedir söylesene...

Nedir ağlamaya hazır hale getiren seni...
Sabahtan akşama değişen nedir durup dururken?

Ağlamak içerime
Nasıl birşeydir sen bilmezsin.
Bilemezsin bazen susmak acıtır, bazen konuşmak...
Bazen soru acıtır bazen cevap...
Bazen gelmek acıtır bazen gitmek...

Nicedir kabarmamıştı yüreğim kahve fincanının dibinde...
Nicedir karanlık çıkmıyordu içim... Sıkılmamıştı böylesine...
Nicedir bir yolu özlemle beklemekteydim ben divane...

Yarın hatırlat da bir fincan kahve içeyim.
Belli mi olur falımda çıkar yarın ertesi düşlerim,
Belki de düşüşlerim...
Sana kapılıp gidişlerim...

Ama sevmek herşey değil dimi?
Aşk da öyle...
Bazen yenik düşer biri yek diğerine...
Bazen küçüğüm, sevmek herşeydir.
Öğrenirsin yaşın yaşıma erişince...

Yollarına mürdüm eriklerinin çiçeklerini döşedim geleceksin diye
Bekliyorum sonsuz yeşilliklerin tam ortasında
Yerini husursuz kılma bende...
Yerin sevda senin
Yerin sevda
Senin...





Sting Shape Of My Heart


_____________________

Fotoğraf

21 Haziran 2009

LE ZAHIR

Paulo Coelho’yu 1990’larda Simyacı ile tanımıştım ve hemen arkasından Piedra Irmağının Kıyısında Oturdum Ağladım’ı okumuştum. Neden bilmem etkilendiğim halde takipçisi olduğum bir yazara dönüşmedi. 2006 yılı hayatımın akışının değiştiği bir yıl olacaktı, ben henüz ocak ayında bunun farkında olmamakla birlikte aralık ayına geldiğimde gerçekle yüzleşmek için güzel bir tarih seçmiştim: 25 Aralık…

Zahir dilini bilmediğim bir ülkeye bir kez daha denemek üzere yola çıkarken her zaman kitap aldığım dükkandaki çok satanların köşesindeydi. Bana bakıyordu. Simyacının etkisi ile hatrıma gelen Paulo Coelho’nun kitabını elime aldığımda – her zaman yaptığım gibi – önce kitap arkasını okudum.

Bilmediğim bir kitapsa, sonrasında mutlaka şöyle hızlı bir göz geçirme ile yakaladığım cümlelerin beni alıp götürüşüne göre almaya karar veririm. Eğer belli bir kitabı alma niyeti ile gittiysem de davranışı farklı olur tabi ki…

Zahir için kitabın arkasındaki; italik times new roman karakteri ile yazılmış 4 satır, kitabı alınacaklar çantasına atmam için yeterli olmuştu:
‘Seni kendimden bile daha çok seviyorum.’ Bunu söylersem kendimle barış içinde yaşayabilirim; çünkü bu aşk beni rehin aldı.
Zahir, Jorge Louis Borges`in ünlü bir hikayesi aslında. Söyleşisinde okuduğuma göre, sadece adından çok etkilenmiş Coelho… Bense ‘çünkü bu aşk beni rehin aldı’ ya takılıp kalmıştım. O dönemki ruh halimin; yaklaşık 11 yıl süren bir aşk hikayesinde rehine rolünü üstlenmem ve kendi durduğum yerden baktığım da beni derinden sarsan, hem mutluluk, hem mutsuzluk anlamında, bu aşk hikayesinin öznesinin: Seni kendimden bile daha çok seviyorum” olduğunu fark edemeyecek kadar karmaşık olması ve ‘ben’den ötürü ‘sen’in varlığının yüceltildiği bir nefes alma halini algılayabilmesi mümkün değildi.

Kahramanın çok sevdiği karısının ortadan kayboluşu ile başlayan; Fransa’dan Orta Asya’ya uzayan yolculuğunun “iç yolculuğa” dönüşen satırlarında kayboluşumu benzer bir yolculuğa Bursa’da başlayıp Afrika Kıtasının dilini bile bilmediğim bir ülkesindeki kayboluşuma eş değer tutuşumda tahmin edeceğiniz üzere; erkek kahramanla kendini özdeşleştiren bir sevda yolcusuyken ben; Zahir elimdeydi...

Kitaba adını veren Zahir`in Buenos Aires`te 20 centavo değerinde çok rastlanan bir para olması zahirin kaburgasını oluşturan; aşkta rehin olma durumuna gönderme olma olasılığı nedir bilemem ama TDK sözlüğünde 'açık, belli, dış yüz, görünüş' ile kısıtlanan zahirin, öyle hafife alınacak bir kavram olmadığı da aşikar sanki… Zahir bu romanda takıntıya - ki bilenler bilir bir önceki blogum Evrenin Takıntılı Dünyası idi – vurgu yapıyor ve bu hali ile; bilinenin ötesinde, hani görünen, var olan halinden farklı bir algıyla Zahir’i okumama neden olucağını takdir edersiniz herhalde. Takıntılı olma halimin uzunca bir roman olacak anlatımlarını parça parça yazılarımda bulmanız mümkün kuşkusuz ama takıntının o esir olma haline dönüşme sürecinin kolay anlatılabilir bir iç hesaplaşma olacağından çok da emin değilim… Belki biraz daha büyüyünce…


Dönelim Coelho’nun Zahir’ine…
Birbirini seven, ihtiyaçları olan her şeye sahip, ama birbirleriyle artık konuşamayan bir çiftin hayatla kavgacı olan erkek kahramanıydım ben. Ve evet kavga ettim ben; adam için; adamla evlenmek için, adamla onun istediği gibi yaşamak için, adamla denemek, bir daha denemek ve bir kez daha denemek için, sonrasında bitirmek için… İşte Zahir tam da o denemelerin orta yerinde o kapak arkası tek bir cümlesiyle esir etmişti beni kendine. Akıcı olmayan bir dilde, yayınevinin özensiz baskısı sonucunda okumamak için defalarca elden bırakılacak ki tanıdığım ve okurluğuna inandıklarımın okuyamadık biz o kitabı demelerine inat ben 2 günde bitirmiştim. Roman; sıkıcı diyalogları, zorlama kurguları ve araya zorla sıkıştırılan mistik öğeleri ile okunamaz bir iteklemeye sürüklüyor gerçekten de okuyucuyu hele de benim gibi bir ruh halinde değilseniz – tavsiye edilmezler listesine bile girebilir kitap…

`Kaybedecek daha fazla bir şeyim kalmadığında, bana her şeyi verdiler. Ben olmayı bıraktığımda kendimi buldum. Rezil olduğumda ve hala yürümeye devam ettiğimde, kendi kaderimi seçmekte özgür olduğumu anladım. Belki de, bende yanlış olan bir şey var, bilmiyorum, belki evliliğim biterken bile anlamadığım bir düştü. Bütün bildiğim, onsuz yaşayabildiğim halde, hala onu yeniden görmek, birlikteyken hiç söylemediğim şeyleri söylemek istediğim: Seni kendimden bile daha çok seviyorum. Eğer bunu söyleyebilirsem, o zaman kendimle barış içinde yaşamayı sürdürebilirim, çünkü bu aşk beni rehin aldı…. `

Bu paragrafın altını kaç kez çizdim bilmiyorum… Kaç kez okudum dönüp dönüp… Sevgiye bürünmüş sevgisizliklerle karşılaşmak bir iç yolculuktaki en büyük hayal kırıklıkları; kabul… Ama bu yolculuğa hiç çıkmamak, sevgisizlikle örülmüş kozalardan hiç çıkamamak demek ki, roman tatmin etmeyen sonunda; o yolculuğa çıkmanın insanın kendi sevgi ve sevgisizlik hallerini resmetmesi gerektiğine vurgu yapıyor ki dediğim gibi bu benim ruh halimin o yolculuğa denk düşer zamanları için iyi bir tesadüftü… Yoksa tesadüf diye bir şey yok muydu?

Amaca ulaşmada yolun önemini hatırlatan bu romandan sonra hayatta ne istediğimi sorgular bulmuştum kendimi… Ve amacımın içinde olduğum halde o amaca beni götüren yoldan ne keyif almıştım ne de keyif almaktaydım o anda. Oysa amaca giden yolda yaşama sevincini, dokunmayı, konuşmayı, hissetmeyi, hayal kurmayı, duyarlı olmayı, farkında olmayı bir kenara bırakmamak gerekiyor… Amaca ulaşılmasa da yolun kattıklarından alınan lezzet, o yaşamdan alınan zevki katlıyor kendi içinde…

Ne mi kaldı bu romandan: Aşk; tüm hesaplaşmalardan, amaca odaklanmadan bağımsız geliştiğinde ve bir sonlanma halinin resmedilmediği durumlarda bir anlam buluyor kendine ve esir etmiyor birini yek diğerine…

20 Haziran 2009

SÖZ MÜ GÖZ MÜ?

bazen ağır bir sözü tercih edersin
o bakışı hissedince sen, kör olsam dersin...

öyle anlar vardır ki;
sana bakan bir çift göz yerine yerin yedi kat dibinde yalnızlığı tercih edersin...

bir daha bakma öyle... göz koyma sözümün üstüne... n'olur...










_______________________

Mysterious Eyes © :::momoclax:::