18 Ekim 2009

AYNADAKİ YANSIMA




Sabah erkenden kalktı yataktan, yağmura inat sahile inip yürümek istedi. Sevdiği adamın sıcağından çıkmak istemedi önce ama, rahat durmayıp onu uyandıracağını da biliyordu. Yanağına küçük masum bir öpücük verdi ve sessizce hazırlanıp, köpeği de alarak sahil yoluna inen köşe başına geldi. Başını geriye doğru çevirip baktı, gülümsedi... Yol boyu yağmura direnen kır çiçeklerine baktı... Islakken de kuruyken de ayır ayrı güzel olan hallerine... Çiçekleri severdi; en çok kır çiçeklerini, papatyaları ve firezyaları ama illa beyaz olanları...  Sahile indiğinde, yağmura inat, bulutların arasından göz kırpan güneşi görür gibi oldu bir an. Yakamozlar yoktu bu sabah ama gökyüzü görülmeye değerdi. Işık hüzmelerinin büyüsüne kapılıp, türlü çeşit hayaller kurardı insan, öylesine büyülüydü gökyüzü...


Az ilerdeki, henüz açılmamış çay bahçesinde soluklanmaya karar verdi. Köpeği saldı ve bir sandalyeye oturup hayallere daldı: Bir tren yolculuğu, özellikle de Avrupayı trenle gezmek ne keyifli olurdu, zaten adamın da en çok istediği bu değil miydi... Ne çok konuşurlardı üzerine... İkisi de sokak aralarında yürümeyi severdi... Ellerinde fotoğraf makineleri, havanın durumuna göre giyinilmiş rahat ama şık kıyafetler... Arada çocuk halleri ile sataşmalar... Aklı o yolculuklardan birinde yapılmayı bekleyen başka bir hayale doğru yol alırken, köpeğin havlamalarını duydu...

Nasıl da şımarıyordu onu sevene; adam yüzünde kocaman bir gülümseme ile yaklaştı ve öptü... Bensiz bu sahilde kaparlar seni, öyle güzel gözüküyorsun ki... Adam kadına sarılınca bir sıcaklık yayıldı bedenine... Üşümüşüm dedi kadın... Adam kimi düşünüyordun öyle dedi, dalmıştın.. Kadın hayallerimizi dedi... Tren yolculuğunu kaçırdım mı yoksa dedi adam sıcacık bir keşke hissedildi sesinde... Kadın evet ama araba yolculuğu duruyor daha dilimin ucunda... Adam, masal tadında anlatırsın şimdi bıraksam saatlerce dedi... Gülüştüler ve şakalaşarak, oynaşarak sahilde yürümeye devam ettiler... Nerden başlayacaktı senin bu araba yolculuğu dedi adam kadına, kadın her seferinde değiştiyorum diye soruyorsun ama bu sefer artık karar verdim: Edirneden... Yahu bir turun Edirneden başlaması için senin ya da benim kentimden bir yola çıkış olması gerekmiyor mu, bir sabah mucizevi bir şekilde uyanacaz sanki Edirne'de... Neden olmasın, hayal bu dedi kadın ve başladı koşar adım hoplaya zıplaya mutlulukla dans etmeye... Bahçeli bir evde yaşama hayalini kurduğu günler geldi aklına... Bir sabah uyanmıştı ve bahçeli bir evdeydi, hem de sevdiği adamla... Demek ki dedi, hayallar gerçek oluyormuş... Hayalleri gerçek kıldın ya diye bağırdı uzaklaşırken adamdan...

Eve dönüş yolunda, içini bir sıkıntı kapladı... Önce sesine sonra yüzüne yansıdı bu hali. Adam yanağını öptü, nereye kaçtın gene dedi... Kadın sevmezdi bu huyunu, kısacık bir ana yüklenmiş umutsuzluk halini hiç sevmezdi... Bir de aniden kabaran ama kısa süren öfkesini... Bir de aceleci yanını... Bir de kırılganlığını... Neyse ki, çabuk sıyrılırdı bu ruh hallerinden, Nefreti, kini yoktu. Haksızlığa tahammülsüzdü, çabuk tepki verirdi ama bu sonuçta iyi bir şeydi... Küçüçük şeylerden kocaman mutluluklar çıkartmayı bilirdi. Tıpkı az önceki öpücüğün içine gizlenmiş kocaman bir yüreğin onu tekrar hayata bağladığı gibi...

Eve yaklaştıklarında yan komşunun çöpü gene getirip, onların kapısının önüne koyduklarını gördüklerinde, köpek bile sinirlenip, hırlamaya başlamıştı. Hayır adam hem yalancı hem bencil hem de tembel herifin teki... Ne gıcık olurum böyle adamlara dedi, kadın öfkesine yenilmişti gene... Neyse ki adam sakinlikle yaklaştı, durum değerlendirmesi yapıp, bunun tekrarlanmaması gerektiğinin altını çizdi yan komşuya... Nasıl sakin, nasıl olgun bir adamsın sen... Seviyorum ben seni...  Şu kızarken ve en sinirlenmiş halinde bile bir olgun tavır ve bir karşıdakini anlama halin var ya... Ah be adam seviyorum seni dedi, eve girdiklerinde boynuna atlayıp, az önce aklından geçenleri dillendirdi ve adamı defalarca öptü... Köpeğin, beni de der halleri ile oradan oraya zıplayışına ve kapıyı açarak içeri girmeye çabalamasına ikisi de çok güldü, sonunda adam dayanamayıp bir öpücük de köpeğe verdi... Uzaktan ama içtendi...


Kahvaltı masasına oturduklarında, ikisininde en büyük keyfi gazetelere göz atmak olurdu...  Çaylarını yudumlarken ve güne hazır edilmiş; fırından yeni çıkmış börekler, çeşit çeşit peynirler, domates, biber, yeşilliklerle zenginleştirilmiş görsel bir şölene dönen kahvaltı masasının olmazsa olmazı keyif anlarından biriydi, uzun uzun sohbetlerin arasına sıkıştırılmış gazete haberleri... Bazen bir üçüncü sayfa haberine odaklanırlar, bazen güncel siyasete, bazen bir diziye, bazen bir ünlünün son özlü deyişine...  Öyle güzel geçerdi ki sabah saatleri, bazen öğleni bulurdu mutfaktan çıkmaları... Dalıp gittikleri bir anda; dünyası başına yıkıldı diye bir haber okudu kadın, ünlü şarkıcı eşini kaybetmişti, büyük bir aşkla bağlılarmış birbirlerine... Kadın gazeteyi indirdi, adama baktı... Onu kaybetme duygusuyla sarsıldı... Kaybetmek seni dedi, dünyamın başıma yıkılması gibi bir durum olur ki, biliyorum kalkarım ayağa, hayat devam eder ve edecek ama daha en güzel günlerimiz yaşanmadı ki diye geçirdi aklından... Gözleri doldu, gazeteyi bıraktı elinden, kalktı ve adamın gazetesini alıp, kucağına oturdu yanlamasına... Öptü, öptü, öptü... Allah uzun ömür versin onlara dedi... Adam kime dedi, annemle babama, onları da kaybetsem kahrolurum, biliyorum, dünya başıma yıkılır ama seni de kaybedersem... Cümlesini tamamlayamadı... Adam, ne okudun gene sen gazetede... Valla yasaklayacağım gazete, haber okumanı falan... Hem ben kaybolmam merak etme, hem adresi biliyorum hem de ev telefonunu; 5 yaşında öğretmişlerdi annemle babam bana, bir gün kaybederlerse ben evimi bulabileyim diye dedi... Kadın, deli ya dedi ve gülümsedi... Ben gene de söyliyeyim de dedi, şımarık bir tavırla masadan uzaklaşırken, ben yokken özle beni, hatırlatmasan özleyeceğim de yoktu dedi adam... Kahkahalar sardı evin her yanını...

Hayat acısıyla, tatlısıyla yaşanıyordu. Anların hepsi değerliydi... Hepsine sıkı sıkı sarılır, üzerine konuşurlardı da...  O akşam üzeri kadın, bir haftalığına ayrılacaktı evden, bavulunu hazırlarken bile tekrar dönecek olmanın heyecanı sarmıştı her yanını... Gara giderken, göz göze, el eleydiler... Her zamanki gibi pencere yanında aldı kadın yerini... Ellerini cama koydu, yüreğini, adamın yüreğine emanet etti... Adam kadını uğurlarken, kaybolma diye seslendi, kadın kaybetme diye...

______________________________________________________________

Beş soruluk bir mimdi kendisi kısa ve öz yazılası... Haykırış göndermiş, aldım ve alırken de dedim, sakin bugün yarın bekleme, keyfim ne zaman gelirse...Bilen bilir, öyle mimleri alıp hemen yapasım yoktur; keyfim gelecek, aklıma düşecek ki yapayım. Ama bu sabahın erkeninde, adamda uyuyorken uykunun en derininde, sessiz sakin yazıverdim soruların cevaplarını bir öykünün tadında... Nily bu aralar tembele bağladı, belli mi olur belki harekete geçer bu mimle... Özledik kelimelerini Nily, canın isterse, bir de vaktin olursa diye sana gelsin... Mim olması şart değil... Sen yaz yeter... Güne bir not düş mesela, yepyeni bir not...

1. En sevdiğiniz 3 çiçek ismi;
2.Gerçekleşmesini istediğiniz 3 hayaliniz;
3- En sevdiğiniz ve sevmediğiniz 3 huyunuz;
4- Gıcık olduğunuz 3 hareket;
5-Bu benim bu güne kadar olan en kara günümdü, dünya başıma yıkıldı ve bir daha ayağa kalkamam diye düşündügünüz olay..

____________________________________________________________

Fotoğraflar; Bahçe Kapısı, Sahilde Yürüyüş, Kahvaltı Tabağı


17 Ekim 2009

Kendimi Dinledim ya da 133 / 93


Bugünlerde ne çok karşılaşıyoruz seninle... Bir cumartesi gecesinde, ya da ne fark eder cumayı ertesine bağlayan gecede, ya da her hangi bir gecede... Gece de olması şart değil aslında, gün içinde ve hatta günün en erkeninde, çıkıyorsun karşıma. Gelebilir miyim demek yok, dilinde sadece bir geldim ben... Başımın üstüne de demiyorum ama gelip kuruluyorsun. Öyle de ağırsın ki, tarif et deseler beton derim; soğuk, kesin ve sancılı bir dille... Yakışmadın sen cumartesi gecesine...

Bir cumartesi sevmiştim seni, bir cumartesi akıp gitti elimden hayat... Başka bir cumartesi sen çıktın karşıma, daha başkasında aşk... Cumartesi... Cuma ertesi... Kaç cumartesiyi beraber geçirdik, daha kaç cumartesi var üzerine hayaller kurulan. Bir cumartesi var mesela aklımda, ortancaları eve getirişimiz, biri mavi biri pembe, biri sen biri ben... Söylemiş miydim, geçtiğimiz cumartesinlerden birinde kuruyup gitti mavi olanı. Pembe olan geçen cumartesi filizlendi yeniden... İmgelere anlamlar yüklemeye kalksan, sen öldün ben yeşerdim yeniden.

Sen öldün, evet, evet öldün, ölmesen, yani göçüp gitmesen benden, rüyalarıma gelmezdin. Gelmezdin değil mi? Sen öldün, evet, evet öldün. Bir perşembeydi öldüğünde, hatırlıyorum. Ben cenazene gelememiştim. Haberim var mıydı, bak ondan da emin değilim. Perşembe... Hatırlıyor musun o son perşembeyi... Yemekteydik, iki bira söyledin. Geri gönderip, şarap açtırdın. Gözyaşlarımın sonu yoktu. Akıyordu, istemsiz ve sağanak... Parçalı bulutlu bir geçmişin, son akşam yemeğinde, elimde kadeh kan kırmızı, gözlerim ton sür ton, bakıyordum sana... Ağzımdan dökülüverdi kelimeler: Hayatımın en büyük aşkını yaşatan adamla, en derin mutsuzluğunu yaratan adamın aynı bedende buluşması ne acı...

Acı bir pazardı; fişini çekmiş, hemşireler koşup yetiştiler ama kurtaramadık dediklerinde muhtemelen saçlarımı boyatmak üzere yeni oturmuştum aynanın karşısına. Boyam hazırlanmış, şarap kızılı saçlarıma 3-4 fırça darbesi değmiş değmemişti çok emin değilim. Telefonum çaldı: Annemi kaybettik... Telefon kapandı. Saçımı yıkattım yola çıktım. Yaklaşık 2 saat süren yol neredeyse 20 saat olmasına rağmen henüz bitmemişti. Pazar ertesi uçağım vardı. Annenin oğuluna gidecektim. Annesinden öpücükler ve iyi dilekler götürecektim. Tek yapabildiğim, bekliyoruz seni diyebilmek oldu. Salı günü uçağı indiğinde, sarıldı sımsıkı. Onun yanında olduğun için teşekkür ederim dedi. Değildim dedim, başka bir şehirde sana gelmek üzere hazırlanıyordum ve daha o sabah konuşmuştuk; yarın uçuyorum demiştim, o da yüreğim rahat artık, sarıl gidince ve oğluma iyi bak. Sana emanet diyebilmişti sadece...

Emanete ihanet olmazdı, ben de ona emanettim ama o bu sözü daha önce duymamıştı. Bir cuma sabahı, o balıkçıya değil de etçiye gittiğimizde, anlamalıydım. Anladım da... Ama aşıktım... Çişi gelmiş de son dakikaya kadar tutmuş çoçuk gibiydim. Önce bir iki sıktım kendimi, sonra bacaklarımı çapraz yaptım. Kaçınılmazı öteliyordum, biliyordum ama bir iki de zıpladım yerimde... Çişimi altıma etmeye ramak kala, koştum tuvalete. İlişkilerin bitişine dikkat ettiniz mi hiç... Sanki biraz çişin en uca gelme hali gibi... Son dakkaya kadar türlü çeşit tutmaya çabalama ve sonra rahatlama...

Çarşambayı sel mi almış benim hayatımda... Hiç anı kalmamış sanki o günden bana... Zaten günler üzerine değilki bu yazı... Karışık ortaya gibi olmuş... Biraz senden, biraz benden, biraz ondan var...Başlığa yerleşen ve ilk paragrafta yer alan tansiyona ne demeli. Gidip bir daha ölçmeli, şakası yok, çişe benzemez. Bir pıhtı attı mı, ölsem dersin... Ölsem... Ölmek üzerine konuştuklarımızı hatırladın mı? Anlaşmamı, şimdi daha uzun olsun istiyorum hayat... İçine onlarca cumartesi sığsın... Onlarca tren yolculuğu, farklı şehirlerin sokak araları, farklı sahillerin yakamozları, farklı simitçi fırınından alınmış sıcağı tüten simitler, farklı onlarca düşün tek tek gerçeğe dönüşmeleri ve daha niceleri bir kahve kokusunun tanıklığında gerçekleşsin istiyorum.... Kafam karışsa da, aklım türlü oyunlarla bana çelme taksa da, tansiyonum damarlarımı sonuna kadar zorlasa da; ne istediğimi biliyorum ve neyi istemediğimi... Bir cumartesi gecesi, hayat öğrettirdi gene... Galiba seviyorum bu cumartesileri... Aslında bütün günleri seviyorum, ya da şöyle demeli; hayatı seviyorum... Evet, ben hayatı seviyorum ve bana sunduklarını da... Şanslıyım galiba... Karışsada herşey, ayrılıyor sonunda... Sen sen oluyorsun, ben ben, hayatsa senli benli bir an... Ama ne an...

AŞIKSIN / Sen Aşıksın Arkadaş (Melodisiyle)


Arabesk bir geceden elde kalan saçmalıklar...



senin  medlerin var ve bazen cezirlerin...
ve sen o medlerle cezirler arasında sıkışıp kalmış bir aşıksın ve ne yazık ki aşıksın...



Ne zordur aşıksan gidiyorum demek ve ne zordur kalmak... Aşıksan, yitip gidecek diye korkarsın ve buldum diye deliliğin sınırlarını zorlarsın. Herşey mümkün gelir sana, herşey ama herşey... Dünya senin etrafında dönecek sanırsın... Ya da aya ayak basmaya koşarak gitmeye kalkarsın. Aşıksın ya, dünya durdu sanarsın. Ya da denizler üstünde yüremeyi denersin. Birden sevinir, birden üzülürsün... Aşıksın ya bir daha hiç ağlamayacağım sanarsın. Birden ağlarsın, gözyaşında sel oldu sanır, sığınaklara diye bağırırsın. Dururken koşar, ağlarken güler, dinlerken oynar, otururken dalar gidersin. Aşıksın ya, herkes seni anlasın, sen sadece anlat istersin. Bir sabah uyanır, gün bitmeyecek sanırsın, bir gece korkar yıldızları sayarsın. Kuzuları çitten atlatırken, aniden dalarsın uykuya, çitin kapısını açık bırakırsın. Aklın uçar saçmalarsın. Kelimeleri ortaya serpiştirince, cümleleri kuracak akıllı biri çıksa dersin. Özneleri unutur, yüklemleri kaçırırsın. Zamirler peşinden düdük çalar, gece bekçisi sanır pencereni kaparsın. Aşıksın ya, gitmen gerektiğini bir türlü söyleyemez, geceyi sabaha bağlarsın. Ağlar ağlar ağlarsın... Tependekini koca kara bir bulut sanarsın. Sabah olunca susup, kederine yanarsın. Güneş doğdu sanar köyün horozu çığırıınca; kalkın millet sabah oldu diye, sen kafasına terliği atarsın. Ne de olsa uykun gelmiştir yeni yeni, hem bulutlar da dağılmıştır öte beri... Hadi bir kere daha yat uykuya, aşıksın ya elbet sabah ola hayrola...

________________________________

Görsel / deviantART

16 Ekim 2009

Soru / Cevap Üzerine Bir Deneme

Aklında onca soruyla uyandığında,
Ulaşmak isteyip de ulaşamadığnda,
Seslenip duyuramadığında,
Uzanıp tutamadığında,

Kelimeler boğazında düğümlenip kaldığında,
Akıl isyanlarda,
Yürek hüzünlerde,
Sen lal olup kaldığında,
İçine kaçıp; kapandığında,

Söylesene; özlem değil de nedir cevabın,
Eğer soru doğru sorulursa...
________________________________________________

Kadın o sabah erkenden kalktı. Ense kökünde betonlaşan ağrıya oralı bile olmayacaktı, eğer yataktan kalkar kalkmaz sendelememiş olsaydı. Ama sendelemişti işte ve hatta tutunmasa yatağın kenarına, kaybolan dengesi ile halı desenine yakından bakıyor bile olabilirdi o anda... Aklında onca soruyla uyandığında da böyle olmuştu. O sabaha gitti aklı... Oturdu yatağın kenarına... Elleri...

Telaşla telefona sarıldı.... Dıt... Dıtttt.... Dıtttttt... Uzun uzun çaldırdı telefonu, ulaşmak isteyip de ulaşamadığında, elleri titrerdi... Elleri...

Oturdu sallanan koltuğuna, sesi öyle cılız öyle kuruydu ki kendi bile duymakta zorlanıyordu. Ama seslendi. Arka odada otururdu eşi, hep o yola bakan camın önündeki kanepenin köşesinde. Seslenip duyuramadığında, bir ümit bir çan almıştı, onu usul hareketlerle kımıldatırdı. Kendi sesinden bile cılız çıkardı sesi çanın, ama adam duyardı ve ses verirdi... Adam yerinden kalkar bazen salona kadar gelir, eşinin hemen karşısındaki koltuğa oturur, hiç konuşmaz, sadece dinlerdi. Kadın bir kol mesafesinde bile, uzanıp tutamadığında adamın ellerini, hüzün kaplardı yüreğini...

Böyle zamanlarda kelimeler boğazına düğümlenip kalırdı, kelimeler boğazında düğümlenip kaldığında, bilirdi, birikmiş onca kelimenin hiç bir karşılığı olmayacağını bildiğinden sustuğunu... Akıl isyanlarda, yürek hüzünlerde olurdu böyle zamanlarda... Suskunlukları asır sürerdi. Suskunluğu bozan adam olurdu; sen lal olup kaldığında, ya da içine kaçıp, kapandığında ölüm yakın diyorum kendime, nolur susma...

Kadın sallanan koltuğunda bir iki sallandı. Bir iki adamla göz göze geldi; bazı zamanlar bir asır biter, yeni bir asır başlardı suskunluklarında. Kadın, neyin var aşkım diye sorsa adam, tek bir soru sorsa, vereceği cevabının olduğunu biliyordu ama adam ne soru soruyordu ne cevabı bilmek istiyordu. Söylesene dedi kadın sessizliğin sesine çarpıp geri döneceğini zannettiği tiz sesiyle: Söylesene... Nedir bu kadar uzakta seni tutan, yalnızlığa iten... Adam kaldırdı yere düşen gözlerini, topladı tek tek yitip gidenlerini, diline kadar geldi de kelimeler, çıkmadı işte... Kadın sessizliği bozduğu yerden devam etti; özlem değil de nedir cevabın... Adam, evet diyebildi, evet; özlem... Kadının elleri titredi... Elleri...

Yatağın kenarına dayadığı ellerinden aldığı güçle kalktı ayağa... Banyoya doğru ilerledi... Elini yüzünü yıkadı. Sevmezdi ıslak kalmalarını. Havlu ile kuruladı. havluyu yüzünden aşağıya kaydırırken, tam çenesinin ortasında iki avucunun arasındayken, aynaya yaklaştı; yüzündeki çizgilere baktı ve ellerine... Elleri...

Salona geçti. Bir sigara yaktı. Sallanan koltuğuna oturdu. Çan yerinde duruyordu. çalınması için hiçbir sebep yoktu. Derin bir nefes aldı sigarasından, derin bir iç çekişle daldı gözleri... Eğer soru doğru sorulursa, hep verilecek bir cevap vardı. Özledim dedi. Soruyu duyan olmadı, elleri titredi... Elleri...

__________________________________________________

Soru / Cevap bundan bir kaç ay önce şiir tadında yayınlandı... Şiirleri öyküleştirmek ya da bir öykünün anlattığını şiirleştirmek... Verilen kelimeler üzerine yazı yazmak, metin yazarlığı dersinde hocalarımızın bize verdiği alıştırmalardı. Bu alıştırmalar Denemenin Tadı olarak yer bulacak bundan sonra dünyamda...

15 Ekim 2009

Kahve Kokusu Sindi Üzerime





Yüreğimin derinlerinde kapalı bir kutu
Arala da bak içeri, korkma…
Ama bir iyice bak olur mu?
Eğer görürsen bir tohum
Bir de hatta filizlendiyse
Güneş sızmıştır içime
Sen yüreğimi sevince (*)







Biliyorum sana yazılmış olsa bu satırlar, duyardın sesimi, ve gelirdin...
Ve gelirdin, sarıp sarmalardın beni, öperdin yaralarımı tek tek...
Tek tek, tel tel ayırırdın saçlarımı, hüzünlerini ayıklardın, sonra kırıklarını...
Sonra kırıklarını toplayıp yüreğinin, benden aldıklarına karıştırır harmanlardın bir güzel...
Bir güzel yoğururdun onları kulak memesi kıvamına gelinceye kadar, bekletirdin bir yarım saat dinlensin de kabarsın bir iyice...
Bir iyice kabarırdı mutluluk içinde, arasıra kontrol eder, bakardın ki kıvamı kaçmasın...
Kıvamı kaçmasın diye baktığın her seferinde, bir tutam sevgi koyardın, bir tutam da aşk eklerdin üzerine...
Eklerdin üzerine bildiğin, gördüğün, yüreğinden geçen bütün huzur anlarını...
Huzur anlarını anlatırdın fırınlarken hamuru, yanında mutlaka bir kahve keyfiyle...
Kahve keyfiyle keyfime keyif katardın sen ve ben sadece o kahve keyfi anı kadar bile sevebilirdim seni...
Sevebilirdim seni, çünkü biliyorum sana yazılmış olsa bu satırlar, duyardın sesimi, ve gelirdin...

Oysa sana yazıldı bu satırlar...
Henüz sen yoktun yazıldıklarında...
Olma ihtimalini sevdim ben...
Hep ol istedim...
Sensiz çok yalnız olacağımı...
Tam olmayacağımı bildim...
Hep seni aradım ben...
Hep sana seslendim...
Şimdi varsın...
İyi ki varsın...
İyi ki geldin...
Kahve kokusu sindi üzerime...
İyi geldi günüme...




__________________________________

Sen Bilsen şiirimden alıntı...
Fotoğraf / deviantART







14 Ekim 2009

Yargı Sürecinde Bir Kaç Soru


Sen vazgeçmiyorsun ya hayattaki duruşundan ve sonunda yalan söylemek zorunda kalıyorsun ya benim yüzümden bana... Şimdi soru şu:

Yalan söyleyebilecek kadar değişiyorsa hayattaki duruşun,
kapıyı kapatmak da bir seçenek olabilir o zaman değil mi?

Ya da şöyle sorayım, vicdanın hangisinde daha az sızlar söylesene?
Dur cevap verme, vicdan değerden yana sızlardı, sen öğretmiştin daha önce...
Ve bana yalan söyleyebildiğine göre, değerimi anladım, daha fazla zahmet etme...

_________________________________________________

Yukarıdaki satırlar bir yargı üzerine kurulmuş cümleler...

Yargı şu: Beni kırmak pahasına vazgeçmeyecek misin bildiğinden üzerine yapılan bir tartışmada taraflardan biri şunu der: O zaman bundan sonra bana bu konuda tek bir kelime bile etme... Ben eminim ki - yargı cümlesi işte tam da burada kuruluyor - sen zaten bildiğini yapacaksın.

Gelinen son tahlilde, bildiğini okuyan taraf, bir gün yalan söyler... (Kaçınılmazdır, ne yapsın ki, doğruyu söylese karşı tarafın yeter deyip gitme ihtimali kuvvetli... Eeee bir de uyarı almış; bu konuda tek bir kelime etme diye... Bak şimdi, bu arada bir soru daha takıldı kafama: Herhangi bir şey söylemeyip, yaptıklatının üstü örtüldüğünde ve bu bir şekilde öğrenildiğinde, bildiğini okuyan taraf yalan söylemiş olmuyor değil mi?)








Ah ah... Soru soruyu doğuruyor farkındayım;
Şimdiki soru şu:

Şimdiye kadar söylediğin hangi doğruya inanayım?







__________________________________________

Fotoğraf / deviantART