22 Eylül 2011

Geceye Kanmaca





Uzun zaman olmuştu koltuğun bir köşesinde oturup da düşünmeyeli... Stella Starlight Trio çalıyor: Tanted Love! Kısık, sarı bir ışık vuruyor sol yanımdan yüzüme doğru. Güzel gözüküyor muyum acaba? Kim bilir... belki!

Kendimle "yalnız kalmanın huzuruna teslim" oyunu oynuyorum. Ama oyuna dahil olmak gibi bir niyeti olmayan aklımın kaba saba konuşmasına engel olmak isteğim şiddete meyl eden bir hal almaya başladığından beridir, kendimden korkuyorum. İnsan kendinden korkar mı? Korkar... İnsan belki de aslında bir tek kendinden korkar. Yok yok! Cümleyi şöyle kuracağım: İnsan, gün gelir bir tek kendinden korkar. 

Geceye kanıp, kendimle kalmanın huzurunu çıkarabilecekken aklımın köşe kapmacasından yorgun düştüm. Uykuya mı sığınsam? İnsan, kendi kendine konuşurken uyuya kaldığında rüyasında kendi ile didişmeye devam eder. Evet! Ben bunu daha önce deneyimledim. Bir köpektim. Rüyamda yani... Kendi kuyruğunu yakalamaya çalışan bir köpek. Nasıl da salak görünüyordum kendime. Uyandığımda gördüğüme gülmek isterdim. Ama ben bildiğin ağlıyordum. Kuyruk diye ısırdığım yüreğimmiş. Kanıyordu. Oh olsun sana, dedim. Yüreğim elimdeydi. Kanıyordu ve ben en büyük kötülüğü kendime yapıp, tuzlu gözyaşlarımı üzerine serpiyordum. İlk o zaman kurmuştum o cümleyi; İnsan, gün gelir bir tek kendinden korkar. 

Beklemiyorum desem de... Gözümün, saatin tik taklarında salınmasının kendime yaptığım bir kötülük olduğunu biliyorum. O kapı belki de bu gece hiç çalmayacak ve ben yine rüyamda bir köpek olup kuyruğumu yakalamaya çalışacağım. Elimde tuzluk uykuya dalıyorum. Olur da gözyaşlarım kalmamışsa diye kendimi büyük bir acıya hazırlıyorum.

Ne demiştim yazının bir yerinde: İnsan, gün gelir bir tek kendinden korkar...
Yok yok! Cümleyi şöyle düzeltmeliyim; insan bir tek kendinden korkmalıdır. Kendinden ve kafasının içinde tuzlukla dolaşan hayal gücünden.



Edit: Kapı çaldı... Dudağımda bir kavun kokusu... Uykuya az kaldı. 




Görsel / deviantart

19 Eylül 2011

Saat Beş Mektupları - III




Canım Evren,

Çıktığın yolculuğun keyfini çıkartmayı bileceksin biliyorum. Sendeki değişimi, vardığın huzuru, içinde bulunduğun dinginliği görüyorum. Hırçın ve hüzünlü kız çocuğundan "gözlerinde kaybolmayı her defasında isteyecek kadar huzurluyum senin yanında" denilen bir kadın yarattın. İyi ki, değil mi? 

Hayat her zamanki gibi sana yardım etti. Teşekkürlerini sunmayı unutmuyorsun değil mi? Darda kalınca değil de, yüreğinde hissettiğin her an teşekkür et; et ki, gözlerinin içi hep gülsün. Kaç kadın vardır, sabah sabah uyansın diye beklenirken, seyredilen ve seyredilirken bir şarkının mısrası ile yüzü okşanan...

Keyfini çıkart... Sen güzelsen, olan biten her şeyin bir sebebi vardır, ve olan biten her şey senin daha güzel olman içindir. İnanmaya devam et... 

Senin;
xxx


Kısa Not: Seni sevdiğimi unutma. Hep.

17 Eylül 2011

Küsmek Üzerine



geçmiş zamanın birinde denk geldim sana
bir yaprağın üzerinde 
donmaya yüz tutmuş anılardık seninle
yeşildik belki hala 
ama mevsiminde değildik işte



16 Eylül 2011

YAZILANI YORDUM / 9



yazılan

sen bilmezsin yüreğimin hafızası yok benim, o nedenle dün akşam oturup düş kırıklarından bir çiçek yapıp kendime, koydum yazdığım romanın içine, bir ayraç niyetine. kendime kendimde kaldığım yeri hatırlatsın diye. uslanmaz yüreğime, s/us payı verdim bir süre. senin de dediğin gibi, onlarca yanlış beden ve defalarca sessizlikten sonra bir bildiğim olmalı mutlaka.




Yanlış nerede başlar... Nerede biter peki hiç düşündün mü? Neyin peşinden gidersin bir ilişkide, nedir peşini bıraktığın peşin peşin. Söylesene sırf güzel uyanıyorsun diye, tut ki güzel de uyuyorsun, inanır mısın bir ilişkinin geleceğine. Hayat akıp gidiyorken, karşına çıktı diye nazik bir adam, ağlar mısın bir sabah çalan müzikle. Ağladığın yanlışın mıdır? Yanlışı görüp de doğru yapacağım diye uğraştığın mı? Peki düştüğün yine ve yeniden kocaman bir yanlışlıksa... Aşksa... Gider misin peşinden?


15 Eylül 2011

Kuşlar ve Çığlıklar



Bir kaç sabah önceydi... Bir yazıya istinaden yazdığım iki satır kelimenin ardından geldi: "güzel, güzele güzel bakar." Hayata gülümsersen hayat da sana gülümsüyordu. İşte kanıtı, dedim: Son zamanlarda karşına hep güzel insanlar, gülümseyen insanlar, aşka yakışan insanlar çıkıyor.


Sevmek üzerine dillendirilmiş onca kelimenin gücüne bir kanıttır davranışlar. Ve kelimelerin gücü diziminden çok yaşamın o anki denk gelişiyle açıklanabilir. Şarkılar da öyle değil midir? Bir ayrılık sonrası dinlenen; geri dön geri dön... ne olur geri dön... Ah olur da bir gün sen de özlersen,Olur da bir gün sen de gözlerimle buluşmayı istersen... Sözlerinin yer aldığı bir şarkı, aşkın ilkbaharını yaşayan biri için hiç de dertlenilecek bir şarkı değildir... o muhtemelen, belki yine Sezen'den; "Damarlarımda yine aşk var, Gözlerim yine bir manalı, Başladı güneşli yağmurlar, Islandı umudumun saçları" şarkısının sözlerine takılıp dinlerken anlamsız gülüşüyle etrafına bakıyor olacaktır. Kelimeler güçlüdür ama inandırıcılığını durumdan alır.

Benzer savunuyu davranış için de düşünürüm. Davranış ve söylem birbirini tamamlar, birinin eksikliği diğerinin inandırıcılığını sorgulatır. Seni seviyorum dildedir. Yüreğe inmedikçe, davranışa dönüşmez. Eksik kalan da budur. Sevgili Buraneros'un "Sahi Kadınlar Ne İster?" diye sorduğu yazısı bu anlamda tüm kadınlarca ve tabii ki erkeklerce de okunması gereken hayatın inceliklerine dair bir ders kitabının soruya cevap arayan bölümü gibidir.

Sevmek üzerine düşündüğüm her seferinde, "sözün özle bir olması" ilkesi karşımda bir ışık gibi durur. Sevmek bir tercih midir? Sevmek ön koşulları olan bir bağıl ders midir? Sevmek okuldan mezun olmak için vereceğiniz bitirme teziniz midir? Yoksa sıklıkla dile getirildiği gibi; nedenleri olmayan bir hal midir?

Kimi niye sevdiğimiz değil belki de çözülmesi gereken, kendimizi niye sevdiğimizdedir asıl gizem. Onu çözebilirsek, hayatın anlamını -kuşkusuz genel olarak değil, özel olarak bizim için anlamını- çözer miyiz?

Kendi kişisel notlarıma bakarken bulduğum iki satırın, yazıldığı andaki çarpıcılığını düşündüm de, bu sabah okurken ki ruh halim, o sabah endişelenen, yükleri omuzlarında yatağa zımbalanmış bendeki etkiyi bırakmadı. Zaten bu yazı da bunu fark edince yazılmaya başlandı.



"Günaydın demek için çok erken farkındayım.
Ama uyandım. Seni düşünerek uyumuştum ya, belki de ondan seni düşünerek uyandım. 05.41di.
Ezan okundu, martılar havalandı, çığlık çığlık adın yankılandı gecede.
Sol yanıma döndüm. Hep yalnız kalan sol yanıma.
Dediğin geldi aklıma; "geçsene bakayım sen benim sol yanıma"
Belki de ilk o zaman fark ettim; önemli olanın bir adamın sol yanında olmak olduğunu...
Martılar havalandı, çığlık çığlık adını haykırdı(m)...
Önce martılara baktım, biraz ürkek, sonra kafamı çevirip sağ yanıma baktım:
Halim yok, dedim...
Halim yok, gelmeyin yüreğime daha fazla."





görsel / deviantart