22 Ocak 2014

Nerdesiniz Güzel Yürekler




Her şey dün instagram üzerine yapılan bir sohbetle başladı. Arkadaşım "ay sende ne cevherler varmış" deyip blog yazılarıma gönderme yapınca, sen beni boşver, asıl şu şu ve şu blog yazarlarını oku da cevheri gör dedim, demesine de o saydığım blogların hiçbiri benim okuma listesinde yoktu. Kaybolmalarına bir anlam veremedim ama üzerine de pek düşünmedim. Tek tek buldum gene güzel yürekli, kalemi kuvvetlileri... 

Hayır işin komiği bunca zamandır sanıyorum ki bu insanlar yazı yazmıyor. Meğerse ben onları izlemiyor muşum iyi mi? Şaşkınlık işte... 

Artık gözümün önündeler, sayfama takip ettiğim blogların listesini ekledim. Dünün anısına "Cevherler" koydum başlığını. Artık kaybetmem diye düşünüyorum. Öyle umuyorum. Bugün arayı kapatmak için bloglararası 100 metre koşusuna katılacağım. Ayların acısını bir günde çıkartmam lazım. 

Siz siz olun sevdiklerinizi gözünüzden uzakta tutmayın. (Böyle de mesaj içerikli yazarım.)







görsel / google-yiğit özgür karikatürleri

20 Ocak 2014

Günlerden Bir Gün: Pazar

Pazarları oldum olası severim. Sabah güne erken başlamayı, günün içine onlarca güzellik sığdırmayı, severim. Geçtiğimiz pazar da böyle oldu. Burada bir ayrıntıya yer vermeliyim. Artık yeni bir kameram var ve yeni alınmış oyuncağı ile uyumak isteyen çocuklar gibi şenim: Samsungla yaşadığım ve yılan hikayesine dönen sıkıntıya rağmen, -yaşanan sorunun tamamen SamsungTürkiye ile alakalı olduğunu da bildiğimden- uzun zamandır istediğim Samsung NX 1000 kamerayı Brüksel gezisinde almıştım. 

Pazar günlerimin en keyifli kısmı olan "kendini at sokaklara" -hele de hava fotoğraf çekimi için paha biçilemez bir fırsat sunuyorsa- vazgeçilmezimdir. Bu pazar biraz farklıydı. Bir gün öncenin misafir ağırlama faslı, yaptığım kalamar dolma ile taçlanırken kendimi kaptırıp da onlarca mezeye imza atmaya kalkınca belimdeki ağrı "eee güzelim, bir de faturası var bu işin" dedi, haklı olarak. Telefon gelmese, kesin tembel bir pazar olacaktı ama geldi, iyi ki:)


Bay ve bayan S'ler Mudanya'da kahvaltı etme teklif ediyorlardı, üstelik onlar gidilecek yere varmıştı, henüz ben yatakta gazete keyfi yapıyordum ve üstelik pazar günü, güneşli bir ilk yaz havasında Mudanya inanılmaz kalabalık olurdu, ama ah o hazır masaya kurulma hali yok mu, işte ona hayır demek mümkün olmadı. Üstelik Bay H.yi de gaza getirmişlerdi, hem de Bay H. gelip beni evden alacaktı. E haliyle naz yapacak pek de bir şey kalmadı. Bay H, tahmin edileceği üzere güzel bir adamdır. 

Abartılı olmayan bir kahvaltı masasında gene de aradığın her şeyi bulmak mümkündü, çaylar içildi, kahveler de içildi, hatta sodalar bile içildi, anlaşıldı ki yürüyüş yapmadan yenilen onca şey kolay kolay erimeyecekti. Sahil kasabalarını oldum olası severim. O gün herkes kendini dışarı atmıştı. 

Çocuklar...


Martılar...


Kankiler...


Amcalar ve teyzeler...


Torunlarıyla gezenler...


Komşusuyla sohbet edenler...


Sevgilisiyle günü gün edenler...



Sokak yiyeceklerini oldum olası severim. Abur cuburdurlar ama en azından bir kere denenmelidirler. 

Çocukluğumun pamuk şekeri ve ballı macunu... 
Bursa'nın meşhur kestanesi... 
Rüzgarın oyun arkadaşı güller... 
Son zamanların popüler çöpleri; çubukta patates cipsi, bardakta mısıra karşı... 

Bir ara öyle kalabalık oldu ki... Ne satıcıları, ne kedileri, ne de çocukları seçemez oldum. Elinde mikrofon televizyon için çekim yapmaya çabalayan delikanlıya bir kadın laf attı, pek güldüm doğrusu:

Sor bakalım bu kadar kalabalıktan memnun mu Bursa'dan gelenler... 













Değildik elbet:)

Bu yüzden yönümüzü hızla Trilya ve oradan da sahil yolundan Karacabey'e çevirdik. Dedim ya Bay H, inanılmaz bir adamdır. Kuşların göç mevsimi başladı mı bilmem ama, önce sığırçık sürüsü, ardından karabataklar, adını bilmediğim beyaz su kuşları... Seyrine doyum olmaz bir senfoni görseli gibiydiler... 

Mevsiminden önce gelen bahar kokusu ve toprağın yeşili, 
çiğdemlerin sarısı ve daha nice güzellikle içinde geçip gitti gün, 
güneşi batırıncaya dek.








Bir pazar da böyle geçti işte... 
Aşkla... 
İyi ki...

Yolda bize zeytinle ilgili bilgi veren amcanın da dediği gibi;
övünmek ve abartmak dinimizce haramdır.
Bilin istedim. 
Yüreğinizden öperim.


17 Ocak 2014

Bir Samsung Tüketicisinin Uzun Soluklu Hikayesi

Marka bağımlılığı olan insanlardan değilimdir... Öyle illa şu marka olsun dediğim çok çok az şey vardır. İhtiyacım olduğunda şöyle bir çarşıyı pazarı kolaçan eder, param da yetiyorsa beğendiğim ürünü alırım. İnternetin bu denli yoğun kullanıldığı günümüzde, ürünü satın alanların yorumlarını da okur oldum. Dolayısıyla pazar araştırması için biraz daha fazla zaman ayırıyorum. Ama bundan 6-7 yıl önce başlayan hikayemin ne yazık ki böyle bir süreci olmadı. Ama öyle bir süreci oldu ki, üniversitede okuduğum -reklam halkla ilişkiler mezunuyum biliyorsunuz- teorik her bilgiyi, bunca yıldır gerek özel sektörde, gerekse üniversitede çalıştığım son 8 yıldır deneyimlediğim her bilgiyi alt üst etti. uzun soluklu bir hikaye oldu. Sabrınız yeter de yazıyı okuyabilirseniz, soruma bir cevap verin lütfen.... Şimdiden teşekkürler...

İstanbul'dan Bursa'ya taşınmıştım ve yepyeni bir hayata her şeyi yenileyerek başlıyordum. Küçük mutfak alanımın büyük işler başaran "şey"lere ihtiyacı vardı; gerektiğinde çalışma masası olabilen bir mutfak masasına ki mutfağım açık sistem olduğundan bu demekti ki bu masa yeri geldiğinde misafirlerin ağırlanacağı büyük bir masaya da dönüşebilsin. İki oda bir amerikan mutfaklı salonumdaki koltuk aynı zamanda yatak da olabilmeliydi mesela... Her şey, bir başka fonksiyonu varsa kıymetliydi benim için. Fırın ve mikrodalga bir aradaysa anlamıydı yani. Arayışım beni SAMSUNG markası ile karşılaştırdı. Daha önce bir Samsung telefonu çamaşır makinesinde yıkamışlığım vardı, oradan tanışırız aslında markayla. Muadillerine göre maaşımın neredeyse tamamını vererek edindiğim mikrodalga fırınımla harikalar yarattım. Hatta öylesine ki, çevremdeki herkese verdiğiniz paraya değiyor, mutlaka edinin bile dedim. Samsung'a bir kaç müşteri kazandırdığımı daha sonraki pişirme deneyimlerini paylaşmak istemelerinden dolayı biliyorum. 

Geçtiğimiz yıl fırınım bozuldu, elim ayağım... ah! Nasıl da çaresiz kaldı. Mikrodalga kısmında sorunsuz çalışan alet, fırın kısmında bir on dakika sonra acaip sesler çıkartmaya ve 20 dakika sonrada kendini sonsuza dek sürecekmişcesine çalışmaz bir konuma alıyordu. Fırını kapıp önce Bursa'da Garaj'da yer alan teknik servise götürdüm. Yaklaşık 3 hafta sonra üründe bir arıza tespit edilemediği söylendi. Servis parasını verip fırını geri aldım, alet aynı dertten hala mustaripti. Sonra sevineceğim bir gelişme oldu, telefonumda oluşan bir arıza için Garaj'a gitmek istemezken, Orhaneli yolu üzerinde bir Samsung Teknik Servis açıldığını gördüm. hem telefon arızası hem de şu fırınla ilgili derdimi anlattım. Fırını getirin bir de biz bakalım dediler... Sevindim elbet. Bir kaç hafta sonra fırını servise bıraktım. Bir kaç hafta sonra yedek parça değişikliği olacağını, parça bedelinin 150 TL olduğunu söylediler. Değiştirin dedim. Demez olaydım... Her şey bu noktadan sonra daha beter bir hal aldı. Fırın tamir oldu diye gelen telefonun ardında önce fırını almaya, sonra da balık alıp gelecek misafirlere sofra hazırlamaya diye evin yolunu tuttum. O gece balıkları pişirmek için tava kullanmak zorunda kaldık. Fırın gene yapmıştı yapacağını. Servis pazartesi günü arandı. Sorun anlatıldı. Güler yüzlü Ayşe Hanım, getirin bir kez daha bakalım dedi. Ürünü Ebru Hanım teslim aldı, ürün tamir edilemiyor, ürünü değişime sunacağız dediler. Ürün değişime sunuldu ancak iki gün sonra bir telefon daha geldi. Merkez değişim için garanti belgesi istiyor dediler. Faturayı buldum götürdüm. Zaten garanti kapsamı dışındaydı. Garantiyi başkası vermiş kabul olmaz dediler. Ben Samsung Marka bu fırını pazardan değil, bir Samsung Mağazasından aldım dedim. Olsun ihtalatı biz yapmamışız. Değişim uygun değil dediler. Teknik Servis Müdürü Gencay Bey olaya müdahil oldu, Evren Hanım bana biraz süre verin biz bu sorunu çözeceğiz dediler. Uzun süre beklendi, 3 ay sonunda bir telefon geldi, ürünü bir kez daha değişime sunduk ve kabul edildi dedi Arzu Hanım. 

Sonunda dedim, MARKASININ ARKASINDA DURMAYAN SAMSUNG, SAMSUNGUN ARKASINDA DURAN TEKNİK SERVİSE hak verdi. 

Bugün bir telefon geldi. Kemal beydi arayan, Samsung merkezden aradığını, ürün değişimini fark ödemem halinde kabul edebileceklerini belirtti. Anlayacağınız İŞİ YOKUŞA SÜRMEK ve müşteriyi MEMNUN ETMEMEK için ne varsa yapılmıştı. Son vuruş da buydu. İlle bizim markayı istiyorsan, bedelini defalarca ve fazlasıyla ödemek zorundasın. Hatta öyle ki 356 TL ile sahip olabileceğim bu ürün dışında bana fark ödemeden sunabilecekleri bir ürünleri bile depolarında yoktu. Kemal Bey telefonu kapatırken istemiyorsanız söyleyin dedi, ama bunu mümkün olduğunca sert ve benim cevabımın hemen arkasından "o zaman iade falan yapmıyoruz" diye bir cümle ile bitirmek ister gibiydi. Kemal Bey'e de söylediğim gibi;

"bana teklif ettiğiniz ürünü bilmiyorum, ayrıca bu kadar uzun süre bekledikten sonra bana teklif ettiğiniz değişim farkını ödemek içime sinmiyor, ben ki telefonundan, laptopuna, dvd oynatıcısından fotoğraf makinasına kadar "samsung markası" ile sıkı bir ilişki kurmuşken, bir markanın bu denli sadık bir tüketicisine böylesine "biz yapmış olalım da" diyerek teklifler sunulmasını hiç mi hiç içime sindiremiyorum, izin verirseniz fırını inceleyeceğim, size fikrimi söylerim, ancak siz de bana fark ödemeden sahip olabileceğim başka bir ürün sunabilirseniz sevinirim." 

İnternetin hızı sağolsun... Fırın aşağıda; alınabilecek rakamlar da belli... Pazartesi günü Kemal Bey'i arayıp bi cevap vermem gerekli, o nedenle soru şu: SİZCE BU KAZIĞI YEMELİ MİYİM? 2006 yılında 740 lira ödeyerek aldığım fırına 150 tl tamir olamama parası artı 350 tl yeni fırın farkı ile 450 liraya satılan ürüne 500 lira vermeli miyim?
Yoksa markasının arkasında duran bir firmadan gidip yeni bir fırın alarak bu saçma yolculuğa bir son mu vermeliyim. Mahkeme de bir seçenek elbet ama, bir ürün için bu kadar üzülmeli ve bu kadar sıkıntı çekmeli miyim? 



10 Ocak 2014

Anlam


Hayat bazen durduğun yerin ne kadar anlamsız olduğunu söyleyenlerle doludur, 
sen hayata aldırma, 
durduğun yere kattığın güzelliği gör; 
kendinde zaten var olanı.


Düne dair bir not:
Bundan sonrası aptallık olur değil mi?
Bundan sonrası canını biraz daha acıtmak olur, biraz daha üzülmek, biraz daha fazla gözyaşı.
Yani bundan sonrası yok diyorsun?
Aksine diyorum ki; 
bundan sonrasında canını yakmalarına izin verme, biraz daha fazla gül, biraz daha az üzül.
Dozunda yani...
Yani!

08 Ocak 2014

Kış Güneşi





Her şey dozunda... 
Ama her şey. 
Aşk mesela; dozunda.
Aş desen, o da dozunda. 
İçmek mi istedin, dozunu bir kere kaçır da gör. 
Kendimden biliyorum. kaçırdım ben... dozunu, aşkın mesela...

Belki de bu yüzden kış güneşini kaçırmam ben. Bilirim, evden çıkarken; 2-3 saatlik bir birlikteliğe kucak açıyorum. Şımarmadan, "daha fazla" demeden, bana sunulduğu ile yetinerek ve bundan mutlu olarak. Gülümseyebilirim: bir kış güneşi gibi, olmadık bir soğuğun ardından.

Akşam olmak üzere... Akşam. Şanslıysan hep olur. Sonra sabah. Eğer şanslıysan. Güneş doğar, güneş batar. Gökyüzü bir ressamın fırçasıyla şekillenir. Görür göz, hisseder yürek. Şanslıysan.
Sahi derim bazen... Sahi, ne kadar farkındayım bana sunulan şansların.
Peki ya sen?
Farkında mısın onda olmayanın sende olduğunun?
Gülümse hadi. Bu yıl daha çok gülümse. Bu yıl her zamankinden daha çok inan kendine, ona ve Ona. En az bir iyilik yap, kendinden başla. Sonra bir kitap oku, tek bir kitapla başla. Tiyatroya git, bir kaç gece sonra bir konsere. Yap bunu, kendin için önce. Sonra biri için yap, en sevdiğin, en inandığın, en vazgeçemem dediğin için yap. Bir patikadan yürü, çamurlu olsun, kirlen biraz. Kolayı var nasılsa. Dağa tırman, ille Everest olmak zorunda değil ki. Bir adada en az bir gece kal. Çadırda uyumayı dene, bir karavanda kal bir haftasonu. Sıcak evini düşün, soğukta üşüyen bir kediye yardım et. İlle evine alman gerekmez, ama ona bi ev yap mesela bi karton kutuyla. Bi çocuğun gülümsemesi ol. Yaşlı bir teyzenin elini tut karşıdan karşıya geçerken. Biraz büyü bu yıl. Biraz çocuk kal. Dönme dolaba bin bir kerecik bile olsa. Bisikletle ormanda yol al. Orman bulamazsan park da olur, yeter ki özgür ol. Yağmurda ıslanmayı unutma. Ve karlara ilk basan sen ol  bu yıl. Bir kere güneşi doğur, bir kere de batır mutlaka. Sabah ezanı dinle martılarla bir sahil kasabasında. Dağ başında ateş yak ellerini ısıtmak için.  Ellerine ye zeytini, ekmeği kopardığın ellerinle. Durup dururken ağla: aksın içinde sıkışıp kalan ne varsa. Bir kere koş yüz metreyi dakikalarca. Bir yere yürü en sevdiğin arkadaşınla. Müzik dinle, ruh da beslenir unutma. Bağıra çağıra bir şarkı söyle sesin güzel olmasa da. En az bi şiir oku ve bir şiir yaz, dene en azından bu yıl bir kez daha. Çiçek al saksıda, çiçek ek bir toprağa. Elin bulaşsın, tırnaklarının içine girsin doğa. Doğada derin bi nefes al: öyle derin olsun ki, tüm evren sığsın içine bir anda. Sonra bırak nefesini, içinde kötülüğün zerresi kalmayıncaya dek. Saatlerce uyu bi akşamüzeri, sabahlara kadar otur. Ardı ardına üç film seyret bi pazar günü. Pazardan bir balık al, bir de bi duble rakı koy kendine; iyi gelir bazen tek başına içmek, anımsa. Gülümsemeyi unutma. Tüm bunları yaparken, yapmadan önce ve sonra mutlaka gülümse kendine. Takdir et kendini bu yıl, kendine kızdığından daha fazla. Daha sağlıklı beslen, daha az ye, daha çok uyu, daha çok hayal kur. Gerçekler hayallerden ilham alır unutma. yazmıştın değil mi bu sözü bi kenara. Mottonu değiştir mesela, denemekten korkma. Daha çok anı biriktir, daha çok anı yaşa. Çok özlediğin birini hemen ara. Çok kızdığın birini affet gitsin. Annene babana sarıl hayattaysa, değillerse gülümse onlara da, peki ya çocuklar, olmadı diye üzülme, yapamadı diye kızma onlara, gözlerinin içine bak, bir de sımsıkı sarıl mutlaka. Teşekkür etmeyi unutma. Herkese, her seferinde teşekkür et: küçük bir çocuğa, ekmeğini alan kapıcıya, markette sana yardımcı olan tezgahtara, sokağını süpüren adama, teşekkür et karşına çıkanlara. Aynaya bak bu akşam eve gidince bir kez daha; yüzünde gözün var... Ne yapıyor olursan ol, o gözleri unutma.