17 Mart 2009

LEŞ KARGASINDA SAKLI OLABİLİR Mİ ANLAMIN SENİN


Arıyorsun kendine göre uygun bir saatte,
Anlamadığım bir dilde bir şeyler geveliyorsun kendince…
Dikkatim sende, aramışsın ya koyuyorum seni insan yerine.

Kabahat ben de!
İnsanlıktan nasibini almadığını ispatlasan da daha önce
Ben de aptallıktan alacağım ya nasibimi,
dinliyorum seni anlamaya çabalayarak hem de.

O da yetmiyor anladığım kadarıyla cevaplıyorum seni gece gece
Geç oldu diyorum kapatalım bence
Tamam diyorsun gelince konuşuruz göz göze
Hayda... diyorum içimden sessizce
Bir de yuh çekiyorum duyamayacağın bir incelikte

Anlamıyorsun savaşıyorum ben kendi içimde
Yarın kaçta yanında olayım diyorsun sinsice
Sanki bilmiyorum ben gelişinin sebebini
Sen uzaklardayken
Akıllandım ben senin gelmek isteyişlerine
Sen fark edemezsende...

Benim bir fikrim var senin düşüncesizliğine
Sen benden git gidebildiğince
Sonsuz uzaklık sınırına yaklaş mesela bir iyice
Arama, sorma, gelme, aklına düşürme sen beni gerekirse

Bak ciddi söylüyorum
Sen bu gece ölmüş ol bende
Ben mezar yeri bile aramayayım sana
Bırakayım leş gibi ortada
Bir karnını doyuran olur elbet seninle
Yaşarken faydan olmadı şu hayata
Dilerim;
Ölün bir değer bulur leş kargalarının midesinde
Sana karşı hala bir umut besliyorum ya işe yararsın diye
Galiba gerçekten bir aptallık var bende



_______________________


16 Mart 2009

KEYİFLE, GÜLÜMSEMEYLE, KENDİMLE


La Dolce Vita’ya gittim ziyarete. Ateşteki Gölgeyi okudum bir nefeste. Sustum sonuna gelince. Bir iz düştü peşime, izledim izi dikkatlice. Hayat İzlerimmiş bulduğum, mutlulukla özlemin anlamına kavuştum. Aydan Atlayan Kediye gitti aklım mutluluk deyince, onun en mutlu anlatım diline. Gel git aklını yazarmış duvarlara, ilahi dedim gülümsedim kediye. Tuba ne çiziktirmiş kendi duvarına diye bakayım dedim, bir de ne göreyim; boyamış duvarlarını pembeye maviye. Tubanın Karaladıkları pek güzel olmuş, yakışmış kendisine. Canım kahve istedi gece gece, Coffeede bulurum dedim elbet kendime göre bir fındık aromalı Cafe Latte. Unuttum kahveyi periyi görünce. Kimdi, ne ki derken takip ettim çakıl taşlarını, yolum çıktı Kırmızı Günlüğe. Zamanı olmayan bir mektup yazmış birine. Okudum içime kapandım gene. Babamı gördüm yüreğimde. Bırak Dağınık Kalsın dedim her şey şu andan sonra. Bir uçurumun kenarında asılı kaldım bir süre. Sessiz ve tek başına… Yalnızlık kapladı içimi gene nedensiz. Kafamı kaldırdım duvarda bir Yalnızlık Okulu yazan tabela. Bir şey yapmalı mı yapmamalı mı diye sordu okulun müdürü bana. Yapmalı dedim korka korka. Düşündüm sonra Ruh-u Müdafaa mı etmeli yoksa. Sessiz kaldım bir süre. Sessiz elleri dinledim, sessizce. Sufi Saja karanlıkların örtüsünü kaldırmalı dedi sessizliğin içinde. Ne demek istediğini anladım Kuran’ın Fatır suresinden ayetleri görünce. Okudum ne demek istediğini bir iyice. Umutlarımı dirilttim sonuna gelince. Hayatın Ortasında kaldım umutlarım elimde. Bir şiir tadında olsa hayat veya inandığım bir masal anlatsa ya birileri bana diye düşünürken, İnandığım Masallar çok mu gerilerde kaldı diye geçti aklımdan. Bir anlatıcı cevap verdi sesime. Bir türlü anlamıyorsun değil mi hayatı dedi en yumuşak sesiyle. Akrepkızı Efsa, söyle buldun mu dedi cevabı. Bulamadım ama tazelik kokusu alıyorum dedim garipsedim verdiğim cevabı kendimde. Laparagasa git o bilir dedi efsa bana. Kim o dedim büyücümü yoksa, nasıl bir ismi var baksana. Çaldım kapısını laparagasın, masalcıya sor dedi bana. Kim ola ki bu masalcı dedim. Kokuyu takip et dedi sadece, kapadı kapısını suratıma. Masalcıyı buldum ilk seferde. Bugünü yaşama arzusu doldu içime. Cılız bir adam gördüm köşede. Cimbakuka derler adıma, bakmayın cılız olduğuma dedi gülümsedi bana. Gülümsemesi tek dostumu hatırlattı bana. Şaşkınım neden yazmıyor ki bu ara dedim, oyalanmadan onun seyir defterini ziyarete gittim. Bir de ne göreyim; kaçamak yapmış İstanbul’a. Eh be Şaşkın Kovam dedim, canımı fena halde İstanbul istettin. Lal etti İstanbul beni, aklıma düşünce. Sessiz sedasız kendime yağdım bütün gece. Lal de bölündü gözyaşlarım bitince. Sonunda Evrenin Dünyasında kaldım tek başıma. Keyifle, gülümsemeyle, kendimle...

E(y)VA(h) MİM



6 yaşlarına kadar cadıymışım. Yerimde duramaz, düz duvara tırmanır, koltuk tepelerinden inmezmişim. Yaramaz derlermiş ama aslında hiperaktifmişim. Yıllar sonra çocukluk zamanlarımın şahitlerinden yaşlı bir tanıdığımızı genç kızlığımın en kendini beğenmiş gününde topluluk içinden sessizce yüyürken görmüşlüğüm ve salına salına saygılarımı sunmak üzere ona doğru gitmişliğim, bu o cadı mı diyen bir sesle irkilmişliğim ve tüm üstüme alınmamalarıma rağmen herkes tarafından aaaa cadıymış diye mimlenmişliğim vardır.


Bir ara nedenini bilmediğim bir havuç kafa durumum vardı mesela. Kapı komşumuzun çocukları bana havuç kafa derlerdi. Hikayesi yoktur bende, akılda havuç kafa olarak kalmaktan başka...


Lise de lakabımız vardı; mız diyorum çünkü, azılı C'ler olarak, grup lakabıdır aslında. 5 kişilik çeteydik biz ve inanılmaz bir ortaokul ve lise dönemi geçirdik. Harikaydık her birimiz. Ama evet biz tam bir azılı C'lerdik.


Üniversite yıllarından itibaren yani yirmili yaşlar, Eva Herzigova'ya olan benzerliğimden midir bilmem (kadının bacak boyuyla benim boyum aynıdır herhalde) bir eva aldı yürüdü heryerde. Aslında Eva Peron ile de bağdaştırılmış olabilirim ama Herzigova daha fazla işime geldi o yıllarda... Gencim, güzelim, seksiyim ve bir duruşum var hayata karşı. Bu durumda iyi bir karışım bile sayılabilirim Herzigova ve Peron arasında... Her neyse, önemli olan hala eva diyenler ya da eva diye not düştüklerim vardır hayatta.


Sonra okul bitip de iş hayatı başladı doğal olarak, içimdeki kokoş çıktı su yüzüne. Ama ne çıkmak... İstanbul bu anlamda iyice altını çizdi kokoşluğumun, Caddeye ineriz mesela herkeslerden çok ben kokoş. Öyle makyajsız, fönsüz, kılık kıyafet uygunsuzluğu asla ve katta olamaz. Diyelim tersi bir durum var ortada, mahallenin pastanesi ne güne duruyor değil mi ama, gider orada yeriz bir şeyler.


Her daim bir huysuzluğum vardır bir de... Annemin huysuz kızım diye sevmişliği çoktur mesela. Ne huysuzluğum görülmüşse şu hayatta... Şeker gibiyimdir, mesela yağmurda sokağa çıkmam ya erirsem diye, o kadar şekerimdir ama gel gör işte bazı yakın tanıyanlar tarafından huysuz bellenmiş seçiciliğim...
_________________________

Bekriya mimlemiş beni. Teşekkür ederim mim canavarına. Ama sanki bu lakabını unutmuşsun ısrarla. Lakapların neler diye sormuş bana. Hatırladıklarımdı yukarıda andıklarım. Ben de merak ettim Şaşkın Kova'nın da var mıydı lakapları acaba? Benim bildiklerimin dışında...

15 Mart 2009

KAPILARIN KAPAN / DILAR


Kapıların vardı ardına kadar açık
Kapıların vardı aralık
Girdim çoğundan içeri
Ne kapalı olmaları ürküttü beni
Ne de içeriden sızan kara ışık

Giyindim en cüretkâr cesaretimi
Vardım yanına
Paspasın olmak değildi niyetim
Ama senin âdetin
Paspas etmek yaşadıklarını
Gelecek aşklarına

Kapıların vardı aralık
Kapıların vardı her çalana alışık

O kapıların ki;
Kapalı kapıları açmak isteyen meraklı kadınlara
Kapandılar aslında
Açık açık
____________

14 Mart 2009

EPANYOL BRETON ve ÇULLUK


düşündü kadın
ne hissettiğini anlamaya çalıştı bir süre
sessiz ve derindi düşüncesi

 
bekledi gidenin ardından
hayat durmasa da
o duruyordu inatla
gitmiyordu ne ondan
ne de o andan


herkes seslendi dönüp geriye
sen de bizimle gelmelisin diye
kadın durdu
baktı kendine
ve ses verdi seslenene


sen kendini kurtar
ben Epanyol Breton tarafından bulunmuş
yaralı bir çulluğum şimdilerde
av ziyafetine hazırlanmalıyım bu gece
şarap eşliğinde kutsayacaklar etimin lezzetini
ve ben anlam bulacağım bir avcının iştahında kendime


...
...
...


düşündü kadın
ne hissettiğini biliyordu da
dillendirmek zordu
üzerine alınmak istemiyordu
o yokluk hissini
o çiğnenmişliği
o yutulmuşluğu
o üzerine bir bardak soğuk su içme halini


...
...
...


düşündü kadın
ne hissettiğini anlamaya çalıştı bir süre
sessiz ve derin bir çığlık attı geleceğine
soğuk bir su içti
alındı üzerine

_______________________________

Fotoğraf
Epanyol Breton