ÖNCESİ... Kadın iki tekila gold shut attı. Eski günlere girmişti aklı. Güleç yüzlü adama kendini teslim edişine, her kapıyı çaldığında açışına, her kapıyı kapatıp gittiğinde arkasında kalakaldığına kızıyordu. Ama en çok, herşeye rağmen bekleyişine kızıyordu. Kitaba konsantrasyonunu kaybetmişti artık. Tek bir şeyi düşünüyordu. Bu kitap, bu öykü, bu yazarla nasıl bir bağı vardı. Yazarını internette araştırmıştı. Yok gibiydi kadın, hiç olmamış gibiydi. Kitabın çıktığı yayınevinden yapılan açıklama dışında, kadın hiç yaşamamış gibiydi. Üstelikte nasıl oluyordu da çok satanlar listesindeydi? Neydi onları bu kadar biraraya getiren? Nasıl bu kadar paralel olabilirdi, benzerlikler yaşanabilirdi ki; tamam kendisi de inanırdı hayatın paralellikler gösterdiğine de bu kadarı da fazla değil miydi? Kitabı aldı sehpanın üzerinden, ayracının püskülü takıldı gözüne. Kadının okuduğu kitabı araştıracaktı internette bir de adamın okuduğu kitabı. Nasıl olmuştu da ikisinden de haberdar değildi. Yoksa o kitaplar yazarın ileri de yazmayı planladığı kitaplara gönderme miydi? Belki de dedi...
Shutlar etkisini göstermeye başladı. Sakinleşiyordu. Belki de şöminenin sıcaklığıydı kadını sakinleştiren. Sallalan koltuğunda bir ileri bir geri gidiyordu. Uykusu gelmişti. Kitabı kucağındaydı. Bıraksa biri alacakmış gibi sıkı sıkı sarılmıştı. Kırmızı püsküllü ayracı, üzerindeki pijamanın paçalarındaki kırmızı biritler ile uyumluydu. Uyuya kaldı bir süre sonra. Şöminenin ateşi geçmek üzereydi. Üzerine aldığı battaniye İskoç deseniyle tamamlıyordu kareyi. Kadın huzurluydu, yüzünde bir tebessüm, elinde kitabı, "eee bebeğime eee eee" diyen anne sesi ile sallalan bir beşikteydi sanki.
Uykusu derinleştikçe bir rüyaya daldı.
Denizde ilerleyen bir vapurun yan tarafında oturmuş, sigrasını içerken, bir martı konmuştu yanındaki adamın koluna. Adam besledi martıyı, elindeki simiti çaya batırıp yumuşatarak. Kadın baktı adama; ne hassasiyet dedi. Yaşlı bir kadın geldi oturdu adamın yanına. Martı korktu kadının çirkinliğinden, başladı çığlık atmaya. Onun çığlığını duyan başka martılar gelip saldırdılar çirkin kadına. Adam sinirlendi yaşlı kadına, kalktı ayağa. Attı kadını denize. Kadın şaşıp kaldı adamın acımazsızlığına. Atladı kadının ardından vapurun köpüklerinin arasına. Kadını bulamadı, daldı derine. Bir martı ölüsüne denk geldi. Martıyı eline aldı. Hayat öpücüğü verdi. Martı bir çığlık attı hayata. Vapurdan çığlıklar yükseldi o anda. Dönüp bir baktı yukarıya, yaşlı çirkin kadın güvertedeydi aslında. Kadın yüzmeye başladı vapurun peşi sıra. Martılara yem veren adam, bir can simidi attı kadına. Kadın yakalamaya çalışınca fark etti, alevler çıkıyordu simidin kenarlarından. Tutamadı adamın attığı can simidini korkusundan. Adam kendi atladı suya. Köpüklerde kayboldular martıların çığlıkları arasında.
Kadın uyandı martıların çığlığına... Sönmüştü şömine ve düşmüştü kitabı... Kalktı koltuğundan, sarındı battaniyesine. Aldı kitabı yerden. Battaniyesini yerlerde sürüye sürüye gitti yatak odasna. Rüyayı anlamdırmayı sabaha bıraktı. O, geceye dalmak istedi bir kez daha. Düşlemek istedi güleç yüzlü adamı. Rüyasındaki adamın güleç yüzlü adam olduğunu bilmeden, uykuya daldı elinde kitabı.
Oysa güleç yüzlü adam kadının hayatındaki çirkinlikleri yok etmeye çabalıyordu. Ama kadın o çirkinkiklerin peşi sıra gidiyordu. Her martı bir çığlıktı hayata, lokmasını paylaşacak kadar çok seviyordu kadını. Güleç yüzlü adam ne zaman elini uzatsa kadın alevler çıkan can simidi gibi davranırdı adama. Adam yılmazdı, gene de atlardı kadının arkasından köpüklerin arasına; "biz"i kaybetme pahasına... Kadın bilmeden yattı, uykuya. Uyanınca da fark etmeyecekti zaten.
Devam edecek... _________________________________ Devam Etti...