29 Nisan 2009

SEVMİYORUM MU?



Sevmiyorum gibi geliyor bazen seni... O bildik kasvetli havandan mıdır, soğukluğundan mıdır bilmem... Garip bir ilişki var seninle aramızda; bazen ol istiyorum bazen alabildiğine uzak ol benden. Bazen seninle dalıyorum hayallere, bazen sen varken yüzüme çarpıyor gerçeklikler... Nerede ne zaman karşıma çıkacağını bilmediğimden ürküyorum senden... Gelişini haber veren halin var ya senin, beni ürküten çocukluğumdan kalan bir anı belki de bende... Yoktun günlerdir, haber bile alamıyordum senden... Gelmez dedim bir kaç ay, uğramaz bizim buralara... Ama geldin. Ve ne geliş... Önce soğukluğun geldi... Sonra o ulaşılmaz havan. Gri en çok sevdiğin renk ki seni siyahlar içinde gören de olmuş.

Ben en çok renkli kemer dolanıp da beline, güneş rengi saçlarını salınca seviyorum aslında seni. Hani var ya bir bulutun ardından salına salına, hani utangaç bir halin var var ya, işte en çok o halini seviyorum. Bir de bazen sinirlenince kükreyip, yer yerinden oynarcasına ve hatta bardaktan boşanırcasına hallerin var ya... İşte o zamanlarda şömine başında, alıp da şarabımın en kırmızısını elime ve yüreğim doymuşken aşka, sesini dinleyişim var ki tek kişilik koltuğumda doyum olmuyor sana.

Bir de delirdiğim zamanlarım var şehre geldiğini duyunca, atarım o anda kendime sokaklara. Deli derler, hasta olacaksın derler ama ben tenimde isterim seni, umursamam kimin ne dediğini. Tenime dokun, ıslat bedenimi, saçlarımı okşa ve gözlerimden yaş olup ak yanaklarıma. Kimse bilmez sanarlar ki aşk bizimkisi... Değil, inan değil... Ben senin arkandan gelene aşığım aslında. Ben sen gidince gelecek olana hasretim en çok. Senin soğukluğun yok onda. Senin kasvetin, kibirin... Senin varlığının beni mutlu ediyor oluşu; eve dönünce sevdiğimin nefesine sığınışım. Sokuluşum koynuna ve doyasıya sevişişim aslında...


______________________________________


Fonda, Jimmy Smith - Summertime çalıyor...

Dört mum yaktım biri sana biri bana... Kalan ikisi geceye...

Kırmızı bir şarap dünden kalma, çıksa çıksa iki kadeh...

Yağmur yağıyor burada, haberin ola...

_____________________________________

Fotoğraf / In her Element © Richard Ford

YÜREĞİMİN UCU



Aşkın Nur Yengi - Karanfil

Kafasında çalan şarkı neden ve ne zaman takılmıştı bilemedi ama iki sabahtır mırıldanarak uyanıyordu güne.

Kırılma, küsme sen yine bir şiir yaz
Çok değil inan az kaldı az
Bu kadar erken susma biraz bekle
Ağlama, ağlama gül biraz
Duşunu aldı, güne gülümsüyordu da neden içinde garip bir sızı vardı bilemiyordu. Yorulmuştu bu hallerinden. Her gülümsemesi kırgınlığının sızlamasıyla sonuçlanıyordu da sanki artık gülümsemek bile istemiyor gibi bir halle açtı arabasının kapısını. Radyo istasyonu her zaman ki gibi NY Jazz Station'a ayarlanmıştı. Birden frekans karıştı ve günlerdir dilinin ucuna gelen şarkının sözleri arabanın tavanına çarparak cama, oradan da kulağının içine kadar girdi. beynin hücrelerinde öyle hızlı dolanıyordu ki yakalamak bile imkansızlaşıyordu. şarkı aniden bir anının kapalı kapısının önünde durdu. Kadının gözünden iki damla yaş geldi. Kadın radyoya uzandı ama radyo yerinde yoktu. Yol uzadıkça uzamış, Çeşme 45 yazan bir yol kenarı tabelasına takılı kalmıştı gözleri. Neler oluyordu anlamadı. Arabanın, direksiyonun, radyonun ve hayatın hakimiyetini kaybetmiş bir halde ilerlemişti ve yol onu çok sevdiği Çeşme'nin rüzgar değirmenlerinin olduğu noktaya getirmişti. Araba kendi kendine durduğunda Alaçatı girişindeydi. Arabanın direksiyonunu sahile ulaştıran yola kırdı. Radyo susmuştu. Ve direksiyonun hakimiyeti tekrar ona geçmişti. Kadın yüreğinin ucunu acıta acıta ve bağıra bağıra söyledi şarkının tamamını:
Ah benim örselenmiş incinmiş karanfilim
Bir sessiz çığlık gibi kırmızı masum narin
Bu ürkek bu al duruş söyle neden bu vazgeçiş
Ne oldu ümitlerine bu ne keder bu ne iç çekiş

Sen ki özgürlük kadar güzelsin, sevgi kadar özgür
O güzel başını uzat göklere, gül güneşlere gül

Kırılma, küsme sen yine bir şiir yaz
Çok değil inan az kaldı az
Bu kadar erken susma biraz bekle
Ağlama, ağlama gül biraz
Sahile vardığında ağlıyordu ve yüreğindekileri almıştı eline. Öptü bir iki kere, vazgeçer gibi oldu ama yapmak zorundaydı. Usulca denize bıraktı...

Bildik bir hikayenin hüzünlü sonu gibi geldi herşey ona. Baktı denize bıraktıklarına. Kurduğu hayaller bir bir batarken, son bir çığlık yükseldi denizin ortasında. Kadın sesin geldiği noktaya dikti korkak bakışlarını ve uzattı ellerini anıları terk etmek istemez gibi. Deniz soğuktu bu mevsimde. Rüzgar yüreğinin ucunda kalan son sızıyı yaladı, soğuk yüzüne vurdu, kadın bir iç çekti; derin...

Başını kaldırdı gökyüzüne... Yağmur çiseliyordu ve bir damla denk geldi gözüne. Eliyle sildi yaşını. Koydu ellerini gri renkli, bol paçalı kargo pantolonun cebine. Eşofman üstünün kapşonunu geçirdi başına. Ayağının dibindeki taşı aldı eline, attı denizin üzerine... Üç kere kaydırabilirsem veya daha fazla dedi... Kaymadı taş attığı gibi battı denizin dibine. Zaten dedi, zaten ümidim olsaydı tek başına mı olurdum ben bu sahil şeridinde. Arabasına doğru yürüdü. Şarkıyı mırıldanıyordu gene.

Kırılma, küsme sen yine bir şiir yaz
Çok değil inan az kaldı az
Bu kadar erken susma biraz bekle
Ağlama, ağlama gül biraz





_____________________________________________________________
Söz: Sezen Aksu
Müzik : Sezen Aksu ve Uzay Heparı
Fotoğraf / flowers © diana

27 Nisan 2009

İYİ SAATTE OLSUNLAR




Halim Öyle - Zerrin Özer

İçimden geldi... Aslında kafamdan geçti... Yoksa içimden mi geldi...

Bilemedim siz karar verirsiniz okuyacak sabrı bulursanız tabii...

Şimdi durum şu; aslında yazmak istiyorum ama ifade edemiyorum. İfade ediyorum da tam olarak mı emin değilim. Söylemek istediklerimi değil de sanki söylenmemesi gerekenleri yazıyorum. Yoksa aslında tam da söylemek istediklerim mi yazdıklarım bilemiyorum. Bazen şaşıyorum bazen kalıyorum. Bazen akıyor kelimeler bazen tıkanıyor kalemimin ucu. Sanki tükenmez kalemim tükenmiş de yazamaz olmuşum. Siliyorum, yazıyorum... Yok, mantık olarak önce yazıyorum sonra siliyorum. Ama sanki önemli olan ne zaman silmeye başladığım. Kafamda oluştuğunda mı siliyorum ki onlar zaten yazılmamış oluyor dimi? Elim klavyyede harfleri basmaya başlayınca mı geri tuşu ile siliyorum yoksa kelime tamamlanıyor da okuyunca önce seçiyor, silmek gerek bunu diye düşünüyorum da mı siliyorum? Giderek karışıyor muyum? İyi saatte olsunlar, gidişatımı beğenmiyorum...


Hayatıma bakıyorum da, nerede duracağımı biliyor muyum? Mesela durmam gerektiğini bildiğim için mi susuyorum, sustuğum için mi durmuş oluyorum. Kafam karışınca neden işin içinden çıkamıyorum. Kendi kendime konuştuğum için mi deliyim mesela yoksa deli olduğum için mi kendi kendime konuşuyorum. Diyelim ki yazmamın sebebi kendi kendime konuştuğumu gizleme meselesi. O zaman ben yazdığım için deli olma ihtimalini mi seviyorum? İhtimal dışı bir sevme meselesinin yazı yazmak, deli olmak ve hattı zatında şu anda ardı ardına sıraladığım cümleler silsilesi ile bağlantısını kurabilen varsa beri gelsin. Yan yatsın çamura batsın. Olmadı çuvaldızı kendine batırsın. Acırsa insan olduğunu anlasın, acımazsa eşek cennetini boylasın. Oradan oraya zıplama yazışma şampiyonası seçmelerine katılma formunu bulan bana yollasın.

Form mu bulacaktık, formül mü? Formül iyidir... Aman işte birşey bulamayan taksın kafasına bir huni olmadı kulaklık, evde deli deli bağıra çağıra şarkı söyleyip dans etsin. Hayırdır diye sorana parti veriyorum desin. Evde yalnızsa soru soran kendisi mi acaba diye düşünsün, durumdan tedirgin olup hoplayıp zıplasın. Delirmeye beş kala, aşağıdaki komşu gelsin. Kapıyı açar açmaz, birini tepinerek öldürmeye çalışıyordum da desin. Komşu şaşkın şaşkın bakarken kahkahalar atsın...


Kandırdımmmmmmmmm

diye bağırsın. Bağırırken boğazına sinek kaçsın. Boğulurken çıkarttığı seslere gıcık olan alt komşu umursamayıp deli bu ya desin, dönsün gitsin. Anlaşmalı sinek uçarak uzaklaşsın.

Ne anlatıyorum ben diye durup düşünürken kadın... Aklına aklı gelsin.

Kadın durulsun. Dursun...

Dursun da kim yahu?


26 Nisan 2009

SIRADAN BİR PAZAR MI?

Sabah erkenden kalktım, kızarmış ekmek kokusu geldi burnuma. Dün akşamki partiden eser yoktu evde keyfimden başka. Gülümsedim.

Şımartılmak konusunda evrene gönderdiğim mesajın etkilerinin hala devam edişini şaşkınlıkla karşıladım. Geceyi düşündüm, önce balık rakı arkasından Teoman konseri... Eve döndüğümde Buraneros'un parti fikri ile karşılaşma, ev sahibi abi uyuduğu halde nezaketle keyifli sohbete devam eden kardeş Efsa ile geceyi uzatma... Pek güzeldi pek güzel...

Yataktan kalkmak konusunda tembellik yaptım bu sabah aslında. ADHD'm pik yaptığından arada kalkıp balkondaki çamaşırları topladım. Anne baba ile Mudanya'da dostlarla balık planı yaptım. Ütülerin kolay olanlarını bitirdim. Kahvaltı etmeden hemen önce tekrar yatağa uzandım ve sabah gazetelerini okudum. Keşke portakal suyu sıkıp getiren olsa dedim. Boş eve baktım. Evren bu kadarını da yapamaz herhalde dedim. Peki kızarmış ekmek kokusu da neyin nesiydi a dostlar, yoksa mutfakta birimi var? Gazeteleri bitince yataktan kalktım. Duşa girdim. Mis gibi koktum kendine, sevdim kendimi. Balkona çıktım güneşi gördüm, o bir film miydi...? Ama ben de görmüştüm güneşi işte hem de bulutkarın içinde. Güneş ısıttı çıplak kollarımı. Üzerime bir şey daha almam gerektiğine karar verdim. İçeri girdim. Evin kapısının önünden geçerken, dün aldığım 1001inci ayakkabımı özenle ayakkabı dolabına kaldırdım. Of ne olurdu dünyadaki bütün ayakkabılar benim olsaydı. Evren bunu yapabilirdi de ev o kadar büyük değildi. Sonra köşedeki parkta bir bankta uyumak zorunda kalabilirdim.
Daha fazla saçmalamadan hazırlıkları tamamlamak gerek. Baba dakiktir, 12 dedi mi tekerlek döner valla. Dün benim şoförlükten memnun kalmamış olacak zaar bugün ben gelip alırım seni dedi. İşte çaldı telefonum. Allahım daha sadece bir gözümde rimel var. Böyle çıksam ne olur ki dışarı. Aaaa kadına bak rimel sürmemiş bir gözüne mi diyecekler. Kim bakacak ki bana o kadar dikkatli. Annem kesin fark eder. Zaten babam da saçının boyası gelmiş diye söylenecek. Hiç sevmez ama napalım dün gez, bugün gez, akşam partile, gündüz balıkla... Vakit mi kalıyor bakım yapmaya... Bu ADHD için çözüm üretmek lazım. Gene pik yaptı fena halde. Bugünü benimle geçirmek üzere plan yapanların vay haline.
Ay gittim ben.
Öptüm iyi pazarlar...

25 Nisan 2009

ZAMAN


Fikret Kızılok - Güzel Ne Güzel Olmuşsun


_________________________________________________


Zaman akıp gidiyorken yokluğunda, içtenlikle güldüğüm kaç an kaydedebildim hafızama bilemedim. Karşıdaki boş arsada top oynarken sesleri gökyüzündeki martılara ulaşan kaygısız çocukları düşündüm. Ne içtendi gülüşleri ve hatta kavgaları bile. En son ne zaman böyle güldüm ben sahi. Peki ya son kavgam ne zamandı sevdama...




Sensizliğe alışmak değildi niyetim ama alıştım galiba. Gülümsüyorum hayata ve unutup gittiğim anlar giderek artıyordu da, dostlarla edilen kahvaltı masasında neden düştün aklıma bilemedim. Varlığında ne bulmuştum ki yokluğuna hayıflanıyordum o anda. Kızmadım desem yalan olur kendime, seni en güzel halinde aklıma getirişime...


Sonra hiç beklemedik bir anda, içiyorken çayımı balkonda ve bulmuyorken kafayı... uzaklaştın sen yine... Çocukların havanın kararmasıyla evlere dağılışı gibi dağıldı bendeki anıların... İşte tam da o anda bir ses duydum uzaktan, derinden, içten... Sana ait değildi sözler ve sesin yumuşaklığı asla üzerine uymayacak bir giysiydi. Dikkat kesildim sesin geldiği yöne...


"Güzel ne güzel olmuşsun..."




Kulağımda bir nağme, ses kimin bilemedim ilk başta ama bana söylensin istedim. Üzerime alınmak... Kuşanmak hatta ve bir daha hiç çıkartmamak istedim.


Sığındım içimi ısıtan sözlerine ve yitip gittim gözlerinde. 'Görmedin ki daha gözlerimi' dedi ses, 'gönül gözünü gördüm ben senin' diye cevap verdim sese... 'Yüreğini sevdim haberin yok biliyorum' diye ekledim duymasını istediğim bir ses yüksekliğiyle...




'Sen kimsin bilmiyorum ben, sormuyorum sana, sorgulamıyorum kendimi de' diye haykırdım da duyulmadı sesim kalabalıkta. Belki de bahçede kuşları dinliyordun kimbilir. Bahçedeki kuşlara haber salsam dedim, fısıldarlar mı acep kulağına:


Yokluğunda üşüdüm çok, varlığında ısıt beni diliyorum sadece. Sana söylemiyor oluşum utandığımdan değil inan. Sadece korkuyorum gitmenden... Fazla gelmemden yorulursun da kaçarsın diye sessizce bekliyorum köşede. Belki filmlerdeki gibi çarpışırız bir markette.


Kulağımda bir nağme, ses senin sesin biliyorum, bana söyle istiyorum. Üzerime alınıyorum. Bayram sabahı neşesiyle kuşanıyorum heyecanımı. Gece uyurken bile üzerimde kalsın istiyorum benliğime yüklediklerin. Kuşlara haber salıyorum bir kez daha, ilkini söylemeseler de bunu mutlaka sana iletsinler istiyorum:


Sığınmak istiyorum sıcaklığına ve yitip gitmek yüreğinde... Ki o yürek en güzel kelimeleri seçip gülümsetmişti, bir umutsuzluğun içinde yitip gittiğimde beni. Hafif kızgın, biraz şaşkın, çokça anlamış halini sevmiştim de bir şey söyleyememiştim üzerine.


Akşam ayazı vurdu diye kaçmadım içeriye. Mumları yaktım, Arielle Dombasle - Quizas, Quizas, Quizas dinliyorum, belki duyup gelirsin, Juilo Iglesias ile Arielle Dombasle gibi karşılıklı söyleriz diye düş kuruyorum ikimize.







Şarabı koydum belinden aşağısı yayvan, uzun boyunlu bir karafa; kırmızı, doygun, meyveli seçtim sen de seversin diye. 16 derecede içersin diye soğuttum önce. Peynir tabağı hazırladım ahşap üçgen bir tabağa... Üzümle süsledim sadece. Soyulmuş badem koydum üfleme camdan bir kaseye... Cigar aldım vişneli, hani canımız çekerse yakarız birer tane diye... Köşedeki çerezciye uğrayıp taze kahve çektirdim gece uzar da belki kahve içmek istersin diye. Hem şarabın yanına istemezse canın kahve ile de iyi gider cigar dimi ama?
_______________________________________