04 Ağustos 2009

BEKLENENİN GELİŞİNE

Öyle çok özlemişimki seni...

Senle ben ayrı kentlerin ayrı sabahlarına uyandık sadece kendimizin bildiği, mutluluk veya sıkıntılarla, konuştuk belki de üzerlerine ama hiç bilmedik içte olanı, bize kalanı.

Sen beklenendin, özlenen ve özleyen...

Şimdi bu kentte, şenliklerin başlangıcı sana ayarlandı. Sen gelince yakılacaktı bütün odaların lambaları. Sen büyük tencerelerin gözönüne çıktığı, ocakta ateşin hiç sönmediği, neşenin ve sohbetin zamanıydın. Yenen yemeklerin hayali konuğuydun her zaman, yenecek yemeklerinse başkonuğu... Adın mutlaka geçerdi; ya bir şarap kadehi kalkarken ya da bir rakı sofrasında buz aranırken...
Sen beklenendin, özlenen ve özleyen...

Senin beklenme halindeki hüzün ve heyecanın en güzel yansımasıydı; annemle babamın sarılışındaki o hasretlik halinin, gururla ama en çok da sevgiyle harmanlanışındaki damla...

Bugün abla kardeş hallerimizin o artık kedi-köpek olmayan keyfinde; seneye dedin mutlaka gelin ama mezuniyetime değil baro yemin törenime... İçimden bir çığlık kopup geldi oturdu yüreğime, gururum bir damla gözyaşı oldu, tüylerim diken...

Sen beklenendin, özlenen ve özleyen ve her zaman gurur duyulan...

Canım iyiki geldin, öyle çok özlemişimki seni...

02 Ağustos 2009

PAZAR SAYIKLAMALARI / BİR




İki mumun alevinde, kalecikkarası ile cabernete sauvignon bordosunda, hayatın çizgilerini taşıyan el emeği kadehlerde, bir akdeniz ülkesi peyniri tadında, gecenin güzelliğine şapka çıkaran ortancaların ıslığında, bir dudağın bir kadehe değme anının bir tene değme anındaki hazzında daldığınız bir uykunun gününe şöyle başladığınızı düşünün:




Gözlerinizi açtınız, yüzünüzü ışığın geldiği yöne döndünüz, bir çift gülen gözün size; bir tutam sevgi, bir tutam huzur, bir tutam tutku ve bir tutam mutlulukla karışmış bir dolu endişeyle baktığını gördünüz. Gülümsemenizle birlikte, sizi kollarının arasına çekti ve alnınızdan öptü.



Şimdi kapatın gözlerinizi, önce geceyi, sonra o geceye uyuyan sizi; ve böyle bir sabahta, adamın gülen gözlerinden size endişe diye yansıyan durumun neden kaynaklanmış olabiliceğini söyleyin:


Gideceği için...

Kalacağı için...

Söylemedikleri için...

Söyleyemedikleri için...

Söylemiş oldukları için...

Söylememiş oldukları için...

...
...
...
_____________________________________



KIRMIZI


Severim kırmızıyı...
Burcumun bir özelliği olması bir yana, çağrıştırdıklarıdır beni kırmızıya bağlayan.
Ama öyle her tonunu sevmem.
Tutkulu olmalı, beni içine çekebilmeli.
Yakıcı olmalı ama ısıtacak kadar.
Tıpkı aşk gibi...

Kırmızıda huzur yoktur.
O sevmek gibi değildir.
Emin olamazsınız kırmızının sizde çağrıştıracaklarına.
Mesela ben, dozunda severim kırmızıyı.
Üzerimde taşırken fazla olmamasına özen gösteririm.
Yakar çünkü.
Gözü alır.
Size fazla gelmese karşınızdakine ağır gelir.
Tıpkı aşk gibi...
Oysa sevmek öyle midir?

Bugün büyük bir keyifle yazılarını okuduğum Haşmet Babaoğlu'ndan bir alıntı var gene. Bir arama motorunda "Haşmet " yazınca çıktı karşıma.

Kırmızıdan, aşktan söz ederken...
"Nasıl oluyor da, "seni seviyorum" lar bir süre sonra ve iç burkucu biçimde "beni boğuyorsun"a dönüşüveriyor? Uzun ve acıklı bir hikaye.. Ama şurasını olsun söylemeliyim; Sevmek ağırdır. Uykuları kaçırır, uyanıklığı sarhoşluğa çevirir... Oysa modern insan her şey hafif olsun istiyor, sevmek bile !... Mümkünse sadece sevilmek istiyor. Ancak ayrılık acısı çökünce, terk edilince, özlem ateşiyle yanınca farkediyor ki, Seviyormuş..."

Aşklarınız ve sevgileriniz kırmızıya dönüşsün ama kavurmasın dilerim.



Şubat 2006 / İstanbul
_______________________________
Fotoğraf / 1x.com

01 Ağustos 2009

İÇİNE ATMAK


Bugün biri fal baktı bana. İçine atmışsın dikkat et taşmasın dedi. Psikolojik olarak seni zorlayacak bir birikime dönebilir atamadıkların. İnternette arama yaptım: “içine atmak” Aşağıdaki tanımı buldum.



“Konuşamamak, anlatamamak, paylaşamamak, haykıramamak, hep susmaktır. Dışarı atılacağı anı hissedersiniz. Sığmıyordur içinize. Boğazda bir yumru ve ardından gözlerin dolmasıyla başlar. Hüngür hüngür ağlamaya başlanır. Dışarı atıldığı zannedilir. Yine tek kelime çıkmamıştır ağızdan, hıçkırıklar dışında. Gözyaşlarını çözen şifre olmadıkça bilinemeyecektir. Yine içinize atmışsınızdır aslında.”


Ne güzel bir tanım değil mi?

Size de öyle olmaz mı?

İçiniz sıkışır.

Bilinmeyen boğar sizi.

Gözleriniz dalar… Uzaklara bakarken boş boş…

Ağlamaya başlarsınız.

Ağla açılırsın derler. Ağlama değmez derler.

Siz içiniz katılıncaya kadar ağlarsınız.
Bazen bir dosta sığınırsınız.
Bazen bir film seyredersiniz.
Bazen soğuk bir “Nesquik” içinizi ısıtır.
Bazen hiç beklenmedik bir el sizi sarar.
O elin sıcaklığını içinize atarsınız.

Tam da o sırada gözünüze sabun kaçar ağlarsınız.

13.11.2007
_________________________________________
Fotoğraf / 1x.com

29 Temmuz 2009

EZBERİ BOZMAK

birgünsanabircümleyazmakistiyorumnoktasıvirgülüolmadanhiçbirsoruişaretiünlemegerekduymadanherhangibirkuralauymadantekbirboşlukbırakmadansenitanıdığımgündenberibozduğumbütünezberlerimgibiolsunsenokuanlaveyaokuyamaamagenedeanlasenisevdiğimiyazsambusencedeistediğimgibibircümleolurmupekiçimlereuzansakvekulağınasöylesembucümlemiyazdığımgibiezberbozmakolurmu