08 Eylül 2009

NE KADAR?

Geçen yıl bu zamanlardı, yağmurlar başlamıştı ve ekin çoktan toplanmıştı.
Yakacaklar alınmış, kömürler kışa hazırlanmıştı.
Gömlekler yetmez olmuş, omuzlar ince bir hırkaya kucak açmıştı.

Bir öğrencim ziyaretime gelmişti, nasıl da mutlu etmişti beni.
Hiç değişmemişsiniz demişti: Hala güzel ve sımsıcaksınız…
Şaşırmıştı boşanmama: Sizin gibi harika bir insanı neden bırakır ki bir adam…
Güldüm. Hayat onu daha hiç şaşırtmamıştı.

Oysa ben o zaman da biliyordum;
bir adamı ya da kadını terk etmek için çok sebebe ihtiyacımız yoktur aslında, tıpkı sevmek için çok sebebe ihtiyaç duymadığımız gibi...

Bir ilişkiyi belirleyen ve sürdürülebilir olmasını sağlayan, belki de şu soruya verdiğimiz cevaptır, eğer bir cevabımız varsa: Verdiğiniz sözleri tutabilecek kadar insan mısınız?

Bundan bir yıl önce sorduğum bu soruyu, bir dostun yaşanmışlığı üzerinden bir kere daha sormak istedim…
Bir arkadaşınıza verdiğiniz sözleri tutabilecek kadar insan mısınız?
Ya bir dostunuza...
Hayatınızın kadınına...
Erkeğinize...
Çocuğunuza…
Kendinize cevap verebilecek kadar insan mısınız?

Dostumun söylediği tek bir kelime yetmişti o soruyu bir kez daha sormaya: İnanmıştım…
Şimdi yağan yağmuru seyrediyorum sallanan koltuğumun keyfinde ve içimde bir ses; çığlık çığlık:

İnandığım adam, kadın ve çocuk...
Nerdesiniz?
Kendinize cevap verebilecek misiniz?

Benim bir cevabım var!

07 Eylül 2009

GERÇEKTEN BİR HEDİYE OLABİLİR MİSİN SEN BANA





Kurulmuş Cümleler altıyı okuyor o davudu sesiyle...
Ne çok yakışıyor ona teatral bir ifade...
Sesinin tonunu giyiniyor basit bir cümlede bile
Dönüveriyor yüzünü 85 yaşında bir ihtiyar gence.
Derinden geliyor sanki bilgeliği ve yüreğinden o öğüt veren sesi...

Eski fotoğraflar çıkıyor: Sapının bir tarafı kopmuş, eski deri bir çantayı, şöminenin artık kullanılmayan boşluğundan çıkartıyor; toz içinde...
Çantadan şeffaf bir zarf içinde siyah beyaz fotoğraflar çıkartıyor, bakıyor hepsine tek tek ve bu diyor Bilgesu Erenus'un sahneye koyduğu bir oyun için çekildi.
Fotoğrafta 3 kişi...
İkisi belli solcu çocuklar, zaten gençlik kolları başkanı en derin bakışlısı...
Sen diyorum: Ben burjuvaydım oyunda ama sonunda onlarla birlikte hareket ediyordum ve oyun sonunda onlarla omuz omuzayım deyip bir başka kare uzatıyor bana.
Gösterdiği siyah beyaz fotoğrafa dalıyor gözlerim...
70'li yıllar...
İdeal bir dünya hayallerinin, o orantılı güç uygulanmayan meydanları...
Neler konuşuyoruz üzerine, nasıl keyifli bir akşam...
Masada iki kişi olsak da değiliz aslında...
Onun adı, varlığı ve sesi ve cümleleri ve derin bakışları bizimle...
Ne zaman gelecek diye soruyor beni dalmış görünce: Sabaha karşı diyorum...
Sabaha karşının tarihsel bir karşılığı yok...
Önemi de...

Onun üzerinden, onunla kurduğumuz hayalleri paylaşırken, kendi yaşanmışlığı geliyor aklına.
Bak diyor bu şarkı bizimdi: Sezen çalıyor fonda.
Geri döndüğünde; biliyor musun ayrıldığımızdan beri ilk defa bizim şarkımızdı diye dinliyorum diyor.
Gülümsüyoruz birbirimize...
Sessiz fısıldaşmalar başlıyor yüreğimizle...
İzin veriyoruz bu halimize, ama sadece bir süre...
Sonra neşeli ve hareketli bir şarkı başlayınca, aniden ve sözleşmiş gibi eş zamanlı, başlıyoruz hoplayıp zıplamaya...
Sebebi yok, sebebi çok bir mutluluğun sarhoşluğunda telefonum çalıyor...
Sebebi çok mutluluğum arıyor: Allah neşenizi artırsın, yarın sabah geliyorum da haber verecektim diyor...
Artık evde bir şenlik havası, başlıyoruz en matrak konuşmalara; aksan ve ses tonumuzu da uydurarak:

_ A be ben sana demedim mi gelecek...
_ A be dedin de, ben ne bileyim bunun yarın sabah olacağını...
_ Alllahhhhh, atıver şimdi göbecikleri... Yandan yandan, oh oh, oh oh...

Gecenin sessizliğine karışıyor kahkahalar... Kendi sahnemizde birer divayız ikimizde...

Eve dönerken, gündüz paylaşılamayan, geceyse aya uzanan potalarıyla terk edilmiş sahaya bakıyorum: Bir anda, bir basketbol sahasının 3 sayı çizgisindeyim de maçın kader sayısını atıyormuşum gibi heyecanlanıyorum, yüzümde bir gülümseme, ellerim ceplerimde: Bir yüreğin serseriliğinde ıslık çalarak yürüyorum...

Derinimde bir yerde bir soru:

Gerçekten uzun zamandır almayı beklediğim bir hediye olabilir misin sen bana?



________________________________________________

Fotoğraf / basketball on deviantART

06 Eylül 2009

KURULMUŞ CÜMLELER / 7

Anlar;
Eğer yeniden başlayabilseydim yaşama,
Kusursuz olmaya çalışmaz, sırtüstü yatardım.
Neşeli olurdum ilkinde olmadığım kadar,
Çok az şeyi ciddiyetle yapardım,
Temizlik sorun bile olmazdı asla.
Daha çok riske girerdim.
Seyahat ederdim daha fazla.
Daha çok güneş doğuşu izler,
Daha çok dağa tırmanır,
Daha çok nehirde yüzerdim.
Görmediğim bir çok yere giderdim.
Dondurma yerdim doyasıya
Ve daha az bezelye.
Gerçek sorunlarım olurdu,
Hayali olanların yerine.
Yaşamın her anını gerçek ve verimli kılan insanlardandım ben.
Yeniden başlayabilseydim eğer,
Yalnız mutlu anlarım olurdu.
Farkında mısınız bilmem,
Yaşam budur zaten: Anlar, sadece anlar.
Siz de anı yaşayın.
Eğer yeniden başlayabilseydim,
İlkbaharda pabuçlarımı fırlatır atardım
Ve sonbahar bitene kadar yürürdüm
Çıplak ayaklarla.
Bilinmeyen yollar keşfeder,
Güneşin tadına varır,
Çocuklarla oynardım,
Bir şansım daha olsaydı eğer.
Ama işte seksenbeşindeyim ve biliyorum,
Ö L Ü Y O R U M


George Luis Borges

04 Eylül 2009

KURULMUŞ CÜMLELER / 6




Yüreğin zihnin bilmediği kendi nedenleri vardır.

Blaise Pascal

__________________________________________________




Fotoğraf / devianART

SAMİMİYET

Samimiyetle söylemem gerekirse diye başladı sözlerine...
Samimiyet...

Bir konuyu aktarırken, anlatırken, yaşarken, dönüp de geriye muhasebesini yaparken; sahi, ne kadar samimiyetle çıkar sözcükler ağzımızdan?

Samimiyet...
Samimiyetle dile gelen kelimelerden kaç tanesini samimiyetle kendimize saklarız?
Ben diyim 100 kelimeden 5'i, sen de 10...
Bu durumda dürüst olur muyuz, karşımızdakine ve tabi en çok da kendimize...
Samimiyet ve dürüstlük harmanlanmış gibi gelir bana çoğu zaman...
Hani samimiyetle söylememiz gerekirse, çoğu zaman dürüst değilizdir kendimize bile...


_________________________________________________________________________________

Ertuğrul Özkök'ün dünkü yazısını okuyunca, aklıma üşüştü bu düşünceler...