21 Eylül 2009

O GECE İLK

Günlerdir güneşli olan havaya inanamadı o sabah uyandığında… Önemsemedi on günden fazladır açan güneşin o sabah görünmemesini; gelirdi elbet, bir yere takılmıştır mutlaka diye düşündü ve gülümsedi aynadaki yansımasına…

O sabah, gene uykusuzdu. Gece ikiyi biraz geçene kadar beklemişti adamın aramasını. Adam içince; geç saatte mutlaka arar, uzaklarda olmanın özlemini, “Kadın özledim seni, geleceğim ulan yanına, hadi uyu şimdi”
diyerek dile getirirdi... Bilmezdi adam, kadın her uyanıştan sonra bir daha uykuya yatamaz, düşlere dalardı saatlerce... Sabah olurdu, kadın adamın uykusuz bıraktığı saatlerde hep adamı merak ederdi, sonunda dayanamaz çevirirdi tuşları, biraz ürkek, biraz da çekinerek... Adam bazen aramalara cevap verir, bazen de tüm gün ortadan kaybolurdu.

Kadın o sabah içindeki korkuyla uyandı güne. Kara kara bulutlar kaplamıştı gökyüzünü ve yağmur her an içindeki öfkeyi kusacak gibiydi. Zaten adam da aramamıştı gece. Belki erkenden yatıp uyumuştur diye düşündü; kötü bir şeyler olmadığını umarak.

İşlerini planlamak üzere masasının başına geçti. Laptop’unu açtı. Yoğun günlük programını gözden geçirdi; ötelenebileceklere yeni tarihler girdi, asistanına paslayabileceği işlere gerekli notları düştü... İşlerinin büyük bir kısmını asistanına bırakmış olmaktan huzursuzdu ama bu haftasonu çalışmak için uygun bir zaman değildi. Kalktı yerinden, mutfağa yöneldi, suyu kaynatırken aklına gelenleri tek tek uzaklaştırdı; her zamankinden daha koyu bir kahve yaptı. "Beklemek" dedi… "Beklemek neden boğar bir insanı bu kadar…" Cümlesi bittiğinde, telefonu çaldı.

Kadın : Kaç uçağı ile geliyorsun???
Adam : Her zaman ki gibi... 19:30 da havaalanında olurum canım.
Kadın: Bekliyor olacağım kapının diğer tarafında…
...

Adam gelmişti de gelmesine, kendini bırakmıştı aslında başka kollarda. Kadın kapı açılır açılmaz anlamıştı; adamın bakışlarını kaçırmasında farklı bir suçluluk vardı. Adam öperken kadını, kadın aldatılmış yüreğini eline aldı… Ve adamın kulağına fısıldadı. “Hiç yakışmadı canım sana, hem de hiç”. Canımdaki vurgu ve baskıyı sadece adam değil, o anda o havalanında iyi kötü bir yürek taşıyan herkes hissetmişti.

...

Kadınla adam o günden sonra bir daha hiç eskisi gibi bakmamıştı birbirlerinin gözlerine… Ve kadın o günden sonra hiç sevmedi beklemeyi…


Yıllar sonra gene bir sabah uyandığında ki; bu sefer neden beklediğini bile bilmiyordu, bekliyordu kadın... Hayatında belirsizlik olduğunda, hayatı duracak kadar kontrollüydü ve hayat her seferinde kontrolün onun elinde olmayacağını ona öğretiyordu. Ama kadın inatla, her seferinde kontrol onda olsun diye onlarca soru soruyordu hayata; çoğu cevapsız kalan.
...


Cevapsız bir sorunun muhatabıydı o sabah ve ne olacağını bilmiyordu. Gene de sabahtan başlamıştı hazırlanmaya geceye: Kuaföre gitti, saçını boyattı, ağda yaptırdı, manikür, pedikür… Klasik bir kadın telaşıydı yaşadığı. Bütün bu olup bitenlerin arasında kaç defa gitti eli telefona saymadı ama aklından kaç defa aynı soruyu sorduğunu biliyordu... Bir de bu gece orada yalnız olmak istemediğini…


Eve dönerken adamın en sevdiği şarabı aldı, - herşeye rağmen bu gece güzel geçsin istiyordu - gece başlamadan belki bir kadeh şarap içeriz diye düşündü. Şarabı karafa koydu, kadehlerine baktı; sanki yerlerinde olmamak gibi bir seçenek varmış gibi… Gece bittiğinde belki eve dönerler diye düşünüyordu. Yatak odasının kapısını açtı. Uzun zamandır bu odada uyumuyordu, uzun zamandır onunla uyanmıyordu... Hatta bu eve taşındığından beri hiç uyumamıştı ve hiç uyanmamıştı. Annesinden kalan antika sandığından çıkardığı en sevdiği çarşafları yaydı, en sevdiği parfümden bir kaç damla yastıklara doğru fıslattı... Bir fıs kendi yastığına, bir fıs diğerine... Eskiden olsa onunkine olurdu diye düşündü, gülümsedi... Yatağının sol yanına baktı; kapattı odanın kapısını…


Evden çıkmak üzereydi. Şaraptan bir yudum aldı; aynadaki yansımasına baktı: En güzel maskelerinden birini seçti kendine ve kapattı evin kapısını…



Araba kalabalığın içinden geçerken kadın maskesinin ardına gizleniyordu; ne de olsa O, başkaları için her zaman parlayan bir yıldızdı. Araba ineceği yere yanaştığında, dışarıdaki yağmuru fark etti ve bir de hala adamı beklediğini. Kapıyı açan koruması şemsiyeyi tuttu kadının güzelliği bozulmasın diye… Kadın ilk adımını attığında flaşlar da patlamaya başladı ardı ardına… Kadın en büyük korkusu ile yüzleşiyordu: Kırmızı halıda tek başına yürüyemeyecek kadar güçsüz hissediyordu kendini. Muhteşem yalnızlığının fotoğrafları çekiliyordu art arda… Kadın ağlıyordu gülümseyen maskesinin altında… "Bakar mısınız... Bakar mısınız" bağırışları arasında ilerlerken kapıya, flaşlardan farklı bir ışık gördü. Adam oradaydı, kalabalığın içinde: Gelmişti. Yanında değildi ama oradaydı işte; ve kadına uzatmıştı elini.. Kadın baktı adama... Gülümsedi. Son bir poz için kameralara döndüğünde... Maskesini fırlatıp attı.

Artık ihtiyacı yoktu sahte gülüşlere... Kadın hiç olmadığı kadar dimdik duruyordu ve gülümsüyordu adama. Kendinden emindi kadın ve biliyordu adam: Kadının gözlerinin içi bundan daha fazla gülemezdi...

...
Kadın ve adam gece boyunca bir kez bile yanyana durmadılar... Ayrı ayrı girdikleri kapıdan, gecenin sonunda beraberce çıktılar.

...

Ve kadın, ilk defa o gece, kontrolü adama bıraktı; herşeye rağmen uyumak ve uyanmak istedi…
________________________________________________________________

İlk Yayın: 07.02.2009 - (Tekrar düzenlendi...)




20 Eylül 2009

BAŞIMDA BİR AĞRI: AĞIR MI AĞIR...



Tamam üstüme daha fazla gelme biliyorum ben davet ettim seni perşembe günü. Ama sence de ziyaretin kısa olanı yerinde olmaz mıydı? Kaç gün oldu; tamam, besliyorum seni kabul, sen de karın tokluğuna oturuyorsun başımın üstünde. Tek yaptığın yer değiştirmek. Öne arkaya sağa sola üste alta. Hayır anlamadığın şu; yaşamak zorunda olduğum bir hayatım var benim, yetiştirmek zorunda olduğum işlerim... Evi temizlemek gerek mesela, sen varken mümkün değil ki sevmiyorsun gürültüyü. Ders çalışmalıyım ama o da mümkün değil ne ışığı seviyorsun ne de odaklanmayı.

Sen huzursuzluk, rahatsızlık ve de sıkıntı veriyorsun bana. Başımı kaldıramaz oldum anlasana. Umrunda değil farkındayım, üstelik yüzsüz bir tavrın var son zamanlarda. Yoksa onca sözden sonra bir dakika duramaz, durulamaz ama söz konusu sen olunca hayretle bakıyor insan. Telaşlanmıyım diyorum kendi kendime, geldiği gibi gider; şu saat oldu, hala benimlesin ve korkarım yarın da gitmeyeceksin. Ama artık kızmaya başladım. Git artık. Gelme bir daha.


_____________________________________
Fotoğraf / 1x.com
İlk Yayın Tarihi : 28.12.2008

19 Eylül 2009

BAYRAM ŞEKERİM O BENİM... AMA...



biliyor musun

annemden öğrendim
küçük bir çocukken
"sende olanı paylaşman gerek"
şekerimi de paylaşırım seninle
ama
zorla elimden almaya kalkma
kızarım sonra

ŞEKER TADINDA GEÇSİN BAYRAMINIZ
____________________________________

18 Eylül 2009

ÖZLEMLERİMİZ AYNI



Aynı sabahlara uyanıyoruz seninle: Yıllardır hayalini kurduğumuz senli benli günlere... Bir sahil kasabasının son dönemecinde, ağaçlar içinde küçük ağaç bir ev: İçinden mutluluk taşıyor kendinden küçük pencerelerinden. Sen gözlerinle seviyorsun her sabah beni ve ben parmak uçlarımda öpüyorum tenini...

Çok zaman değil yarın kadar sonra gerçek olur mu dersin sabahlar, eskiden olduğu gibi saatler geçer gider de yetmez mi dersin hem sana hem bana...

Biliyorum hislerimiz aynı, aynı gün batımında oturup kuruyoruz geleceği ve geçmişin taşıdığı izleri gökyüzüne bırakan kuşların kanatlarında yükseliyor iç çekmeler. Sen bulutlara bakıyorsun, kurduğun her bir düşün gerçeklik halinin bende olduğuna şaşarak, ben ufka bakıyorum geçmişin düş kırıklıklarının bir tek parçasının bile sana sıçramamış haline inanmayarak...

Çok şey beklemiyoruz üstelik bu hayattan:
Bir yürek yek diğerinde atsın yeter bize, değil mi sevgilim?
Gerisi zaten aşkın en halinden de öte...

_____________________________________

Fotoğraf / A doggy walk #1© theo peekstok

KURULMUŞ CÜMLELER / 8




Milan Kundera'nın "Bilmemek" adlı romanında şöyle bir satırla karşılaşmış ve çarpılmıştım: "Kollarıma atıldı. Kucakladım. Teselli ettim. Onun hüznünde yüzdüm."






Yüzmenin gerçekte nasıl bir şey olduğunu en güzel anlatan metafor buydu işte:
Hüzünde yüzmek...
Evet! İnsan acıda boğulur, düşüncelere dalar ama... hüzünde yüzer!


Haşmet Babaoğlu


____________________________________________
Fotoğraf / Swim by ~0HerMajesty0 on deviantART