bazen kelimeler yetmez yürektekini anlatmaya...
Yazdığım onca taslak içinde gezindim dün gece; geçmişin tadını da, kendi tadımı da, aşkın tadını da yeterli bulmadım yayınlamaya. Bir mektup yazdım geçenlerde yitirdiğim bütün aşklara, başka bir zamanda anneme, bir kaç zaman önce bir de kendime; yok olmadılar onlar da istediğim tadda... Ne bir serzenişti kelimelerim ne de mutluluğun tadı vardı satır aralarında. Yaşamın tadı da yoktu bugünlerde; oysa iki önemli konu vardı üzerine yazmak istediğim; omuzlarımıza yüklediğimiz gereksiz yükler ve hayatımıza aldığımız insanları değiştirmek üzerine ama istediğim kıvamda çıkmadı kelimeler... Bir şiir denedim ama olmadı... Bir öykü başladım, iki bölüm gitti, henüz serimdeydim ama tıkandı... Yazılmış kelimelerden bile tat almayınca, anladım, içimin tadı yoktu aslında.
Yepyeni bembeyaz bir sayfa açtım. Başladım kelimeleri serpiştirmeye orta yere. Saçıldılar, dağıldılar, anlamsızlaştılar... Neden bilmem yetersiz kaldılar içimdeki duyguyu anlatmaya. Yazdıklarımı silmedim, taslak yapıp bıraktım hepsini yarım yarım... Belki artık mola zamanıdır dedim kendime. Belki içimdeki bütün sesleri susturup yağmura bırakmak gerek sözü... Dinlemek biraz onun uzaklardan getirdiklerini. Kendine yüklediklerini almak sırtından teker teker... Anlamaya çalışmak içine sığdırdıklarını. Biliyorum, kendi sırtımdaki yükleri de bırakmalıyım yol kenarından akıp giden yağmura ve içimdekileri dökmeliyim camda iz bırakan damlarara, izin vermeliyim gözümün yaşına, karışsın yağan yağmura...
Kelimeler yeniden anlamını buluncaya kadar ya da tamamlanıncaya kadar taslaklar; ıslanayım yağmurlarda... Sırıl sıklam bir aşığın gülümsemesini de alarak yanıma, terk edilmiş çocuk bahçelerine döneyim yüzümü...Belki şimdi çocuk seslerine hasret ahşap salıncakta kuru bir yaprak olmak gerek bir başına ve sallanmayı beklemek rüzgarda...
Rüzgar esmezse yapacak bir şey yok ama eserse gene görüşürüz buralarda...
______________________________________________________