03 Aralık 2009

YOL



Bir yolculuğa hazırlanıyor yüreğim bugünlerde
Yatağımın yanında hazır bavullarım her an sana gelmeye

Ben çalmadan açacaksın kapını
İçmekte olduğun kahvenin dumanı tütüyor olacak masanın üzerinde
Oturacağız karşılıklı pencerenin yanındaki ahşap masaya üzerinde yazdan kalma tek bir kurutulmuş ortanca
Bir kahve uzatacaksın bana nasıl içtiğimi sormadan
Avuçlarında ısıttığın sevda yorgunu yüreğimi geri verirken bana
Öpeceksin dudaklarımdan bir teşekkür etmeye fırsat bile tanımadan
Sahilin rüzgarı getirirken dalgaların nemini yüzümüze
Gözünün gözümü sevdiği o anda, uzanıp masaya sonsuzu koyacaksın(*)


O nedenle bir yolculuğa hazırlanıyor yüreğim bugünlerde
Yatağımın yanında hazır bavullarım her an sana gelmeye

Bekle...


_________________________________________________________________

(*) Dize Edip Cansever'in Masa da Masaymış Ha! adlı şiirinden esinlenmedir...


02 Aralık 2009

18 OCAK 2006 / ÇARŞAMBA

Kendime notlar düşüyorum acı tatlı ne varsa küçük not defterlerine...
Kolyeler yapıyorum; hayatı bir uğraşa ve o uğraşın alacağı beğenilere dönüştürüyorum...
Para bile kazanıyorum arasıra...

Hayatımın akışı, hızla değişiyorken ben saatleri unutup, annenemin el emeği kenarı dantelli beyaz patiskadan çarşafı üzerinde kolyeler yapıyorum... O benim ilham perim sanki... Sanki o olmasa göremeyeceğim renkleri, ipleri, boncukları, taşları...

Bir blog açmaya karar veriyorum... Evren'in Takı'ntılı Dünyası
İlk blog yazımı yayınladığım tarih... Onsekiz Ocak İkibinaltı
Günlerden Çarşamba...





Hayat akıyor; Boncuklar, taşlar, ipler akıyor...
Günler değişiyor; Çarşamba, Perşembe, Cuma...
Yıllar değişiyor; 2006, 2007, 2008...


Ben bugün dönüp bakınca geçmişe, her beklentinin kendini farklı tasvir edişine gülümsüyorum. Artık, o dönemde neden en çok kolye yapmayı sevdiğimi biliyorum...

İpler, kordelalar boynunuma dolanan sımsıcak eller gibi...
Taşların her biri ayrı bir öpüş...
Boncuklar birer dokunuş...
Kolyeler, sevdiğim adam...

_______________________________________________

Neden kolye yapmıyorsun artık diyorlar, oysa ne zevkliydi hepsi... Teşekkür ediyorum beğenilerine, bir adam var diyorum, bir adam var düşümde değil gerçeğimde, kollarını boynuma doluyor, öpüyor her sabah uyanınca ve uyuturken masallar anlatıyor dokunurken yüzüme, gözlerime... Anlamıyorlar, çünkü bilmiyorlar, kolyeler kolye yapmak için değildi ki, para kazanmak için hiç değil... Sevmekti her biri bir parça, sevilmekti biraz da... Uyanmak istemediğim bir düşe yoldu ipler, köprüydü aşka kordelalar...


Yürekten yüreğe uzanan bir aşka yelken açınca; 
ne yola, ne de köprüye ihtiyacınız kalıyor aslında.

Hala soran olur arasıra;
evet derim yeni kolyeler yapmıyorum
ama isterseniz nasıl tamir edeceğinizi size de öğretebilirim...

Sevgi sizi tamamlayan bir kolye olarak süslesin boynunuzu
Ne dar gelsin ne de üzerinizden düşsün...



01 Aralık 2009

KULAĞIM BİLE ANLADI


Ayşe Arman bugün Hürriyet Gazetesi’ndeki köşesine Evren Yiğit’in bir yazısını aktarmış. Ben de bloguma taşımak istedim. Önce adı çekti ilgimi: Evren…

Ben yaşlarında olmalı diye düşündüm. Ben yaşlarında Evren isminde kız sayılıdır. Seksenlerle birlikte akın akın doğan Evren isimli erkek çocukları ile karşılaştırılamazlar bile.

Öyle midir acaba???
Sonra "google" da bir "search"

1978 doğumluymuş ve de erkekmiş. “Denizkızı”na ne oldu peki..? Sonra onun başka biri olduğunu fark ettim. Bir Evren Yiğit daha var ama onun bir de soyadı var: Geniş. Sonra başka sitelere de bakınca anladım. O Küstah dergisinin kadın kahramanıydı.  Kadındı… Belki benim yaşlarımdadır düşüncesi beni gülümsetti. Neden takıldım ki buna kadar…

Bir de tanım vardı onunla ilgili ekşi sözlükte; “Bond kızı karizmasında olup da Türkan Şoray ağırlığında olan.” Tekrar gülümsedim.

Sonunda öğrendim çok çok genç ama sıkı bir yetenek olduğunu.

Ve şimdi sıra yazıda.
Yazının bir başlığı var mıydı bilmiyorum ama ben ona bir başlık uydurdum burada…


_______________________________________________________________
KULAĞIM BİLE ANLADI

Kulağımın içi kaşınıyor.
Felaket.

Önce azar azar başlıyor kaşıntı, geceleri. Sonra artıyor. Kaşımak da bir zor ki kulağın içini. Bir türlü geçmiyor.


"Ne yapsam acaba?" diyorum. Günler geçtikçe daha da artıyor. Doktora gitmeye karar veriyorum. Arkadaşlarıma soruyorum "Tanıdığınız iyi bir kulak burun boğazcı var mı?" diye. "N’oldu ki?" diye soruyor arkadaşlarım. "Kaşınıyor kulağım" diyorum. "Uyuyamıyorum geceleri, kulak kaşınmasından!" Bir doktorun adını söylüyor bir tanesi. "Çok iyi doktordur" diyor. "Kimsenin çözemediğini çözer, iyileştiremediğini iyileştirir."


Gidiyorum doktora. Gözlüklü, şirin bir amca. Elinde bir büyüteç, kulağıma bakıyor.


Şaşırıyorum önce. "İçinde kaşıntı var" diyorum. "Öyle büyüteçle ne anlayacaksınız ki?"

"Yok" diyor, "Ben çoktan anladım ne olduğunu da, şimdi daha iyi görmek için bakıyorum." "Nedir?" diyorum doktora.
"Eski sözler kaçmış kulağınıza" diyor.
"Nasıl yani?" diyorum. "Kimin sözleri?"
"Bakacağız" diyor. Sonra bir alet çantasından kocaman, ucu ince, cımbıza benzer bir alet çıkarıyor. "Yan durun. Kıpırdamayın" diyor bana.
Biraz irkiliyorum."Eski sözler" diyorum, "Ha?" Cımbızın ucu kulağıma giriyor, canımı acıtmıyor nedense.
"Bir erkek sesi bu" diyor. Sanki bir uğultu duyuyorum. Cımbızı çıkarıyor kulağımdan. "Yalan kaçmış kulağınıza!" diyor doktor.
Yalana bakıyorum.
Küçücük bir şey gibi gözüküyor. "Vay be! Günlerdir kulağımı kaşındıran bu muymuş?
Hangi yalan peki?" diyorum. "Durun, bekleyin" diyor doktor. "Dikkatli olmamız lazım.
Tekrar kulağınıza kaçabilir. Önce şu deney tüpünün içine koyalım. Sonra serbest bırakırız." Yalanı tüpün içine koyuyor. Kapağını da kapıyor tüpün.
Serbest kalıyor yalan.
"Seni seviyorum" diye cılız bir ses geliyor tüpün içinden.
"Yalanmış ha?" diyorum.
Kulağım bile anlamış, kalbim hala anlamıyor...


_______________________________________________________________


Böyledir yüreğinde sevgiyi büyütebilenler.
Göz görür, kulak duyar, ten hisseder ama o koca yürek anlamaz.

Umarım yüreğinize inanan biri sevmiştir sizi.
Yoksa çok yazık: Hem size... Hem yüreğinize…


______________________________________________________________

İlk Yayın Tarihi  / 29.05.2006
Görsel / deviantART
Haberin Orjinali İçin / Hürriyet Arşiv

29 Kasım 2009

UMUT




Ne güzeldir sonbahar. 
Biraz hüzünlü, biraz yalnız…

Şaşırtır sizi, hatta bazen hazırlıksız yakalar. Biraz insanlar gibidir sonbahar. Güneş var diye güvenir ince giyinirsiniz, çok geçmez hava kararır ve yağmur başlar. Kızarsınız. Kendinize. Onun güneşli yanına güvendiğiniz için.

***
Bugün geldi bu fotoğraf, sevdiğim sonbaharın terkedilmişliğinin resmi gibiydi.

Biraz hüzünlü, biraz yalnız.
Sevdiğini bekler hali etkiledi beni.
O nedenle biraz da umut gibi....

_________________________________________

İlk Yayın Tarihi / 16.11.2006

NOKTA

.
Bitişi gözükmeyen bir başlangıç sadece bir noktadır   .
Sonra bir nokta daha koyarsın yanına   ..
Sonra bir nokta daha   ...
Birleşir noktalar bir kısa çizgi olurlar   _
Sonra uzar gider çizgi   _______________________
Artık başlangıçı gözükmeyen bir noktadır bitiş   .
.