23 Ocak 2010

BEYAZ HÜZÜN

Top sahasının çocukları tek tük döküldüler meydana; kardan adam yapacak kadar kar vardı ama onlar bir iki tekmeledi karı ve bir iki de kar topu yapıp birbirine attılar o kadar. Bir süre sonra geldikleri gibi hızla gözden kayboldular. Bir kız çocuğu, ellerinde eldiveni, karları yuvarladı tek başına. Kocaman bir top yaptı; daha küçükçe olanı ilk yaptığının üzerine koydu ve daha küçüğünü en üste. Kardan adamı tamamladı; kendi atkısını çıkarıp kardan adamın boynuna doladı. Bir öpücük kondurdu kardan adamın yanağına ve oradan uzaklaştı. Ben bütün bunları seyredebilmek için, tek kişilik koltuğumu cam kenarına getirdim. Camın kenarına koltuğu getirmek için eşyaların neredeyse tamamı yerinden oynamış oldu. Kız çocuğu karı yuvarlarken ben  eşyaları yuvarladım sağa sola.Şimdi tek kişilik koltuğuma oturmuş, elimde sıcak çikolatam, karın bir o yana bir bu yana flörtöz yağışını seyrederken, sıcak peteğime ayaklarımı uzatmış, yağan karın yumuşaklığında usul düşler kuruyorum. Bir şöminem olsaydı fikrinin ucundan yol alıp düşün kucağına düşmek üzereyken, kardan adamın kaşkoluna takılıyorum.  Onu bile bulamayan onca kardan çocuğun, adamın, kadının, bebeğin hüznünde, perdemi kapatıyorum. Göz görmeyince gönül üzülmez mi deniyorum.


22 Ocak 2010

YOLUN YÜREĞİNCE OLSUN...

____________________________________________________________

Aylar sonra;  7. Hafta / 1 saat

- Öyle hemen kabullenmedi bünyem olup biteni. Bataklığı görmeye devam ettim bir süre. Daha az suluydu. Etrafta kurtulmak için kuru dallar vardı. Tutup da geri düştüğüm çok oldu. Umutsuzca çırpınmaya devam ettiğim de... Kuruyan toprakları gözyaşlarımla ıslatıp yeniden bataklığa dönüştürmeyi bile başardığım zamanlar oldu biliyor musun? Yaptım yani, övünecek birşey olmadığını biliyorum. Sonra o kuru dallar toprağa karıştı. Ve belki de gözyaşlarımla yeniden yeşerip, filizlendi, bir süre sonra köklü ağaçlara dönüştü. Gövdesi kalın, kolları güçlü, bol yapraklı ağaçlara... O ağaçlar dallarınını uzattı bana. Gökyüzünde tatlı maviliğe büründüler; sonra turuncular, sarılar ve kırmızılarla dans ettiler...
- Daha rahat hissediyordun yani kendini… Fizilksel olarak da daha hareketli ve canlı… Daha dışa dönük ve yapıcı… Güven hissi ve cesaretle birlikte gelen; olumsuzluğu karşı ezici olma ve üstün gelme isteği… Umut doğdu desene... (Yüzünde nasıl da güzel bir gülümseme... Güveniyorum ben bu adama)
- Evet; hayata yarım bıraktığım yerden devam etmek isteği doğdu içimde. Giderek daha gerçekçi davranıyor ve ayrılığı kabulleniyordum.  An ve an bataklığa saplansam da... Artık kurtulmanın yolunu bulmuştum. Tek başıma başardım demek yanlış olur elbet. Böyle zamanlarda dostun ne demek olduğuınun daha bir farkına varıyor insan. Dostlarının onu sıkı sıkıya tutup da bırakmama haline sığınıyor, sarılıyor ve ayağa kalkıyor. Tıpkı yürümeyi öğrenen bir bebek gibi; düşe kalka... Tekrar sevebileceğini, sevilebileceğini öğreniyor. Hayat insana öğretiyor, öğrettiriyor, kafasına vura vura; yürek seninse, sevmeyi biliyorsa, içinde gizli bir umut varsa, yarına dönüp baktırıyor hayat... İnsan gömse de kendini yedi fersah denizlerde; bir dalgıç değerini bilip, seni su yüzüne çıkartıyor. Sen öğreniyorsun, geçmesi gerekenin zaman olmadığını; bir kağıda not düşüyorsun;



15 gün
geçmesi gereken zaman değilmiş
Arafta kalmak
acıtırmış
Kalmak
acıtırmış

Dostluk baktığın yerdeymiş
Baktığın yerde gördüklerin
İçindeki yalnızlıktan daha güçlüymüş


Güç içindeymiş
İçin
dışındaymış
Yara alman bundanmış



- Zamandan değil senden geçmesi gerekmiyor mu acıtmaması için...(*) demişti bir arkadaşın değil mi?
- Benden geçti biliyor musun? Delip geçti... Acıtmadı mı sanıyorsun... Hem zamandan hem benden geçip giderken bir iz bırakmadı mı? Acıtmayan ama gözüme batan bir iz kaldı yüreğimde... Kalacak biliyorum... Ama sonsuzluk bitti. O rüyayı görmüyorum artık. O binadan düşmüyorum...  O bataklığın orta yerinde tüm çıplaklığımla kendimi boğmuyorum.......................... Artık bitti mi dersin... Bitti mi yani...
- Bitti.
- Söylesene şimdi ne yapacağım ben...
- Yeni bir yolculuğa çıkacaksın. Sorunların çözümü günlük deneyimlerden doğar, nesnelere gerçekte oldukları gibi bakmaktan geçer. Onların olmaları gerektiği şekli düşünmekten değil. (**) demiştim sana hatırlıyor musun? Sen bunu öğrendin. Oldukları gibi görebilmek, kabullenmektir. Hepimizin olmasını istediği çoğunlukla bir düştür. Bazı düşler, en yüksek yerlerden en hızlı düşüşlerle sonuçlanır. Oysa hayat, olması gerekenlerle değil, olanlarla resmeder kendini. Ve sen bu yeni yolculuğa, yüreğinin en mantıklı yerinde bile hala aşk varken ve artık olgunlaşmışken, son olmayacağını bilerek çıkacaksın biliyorum. Sen; yüreğinin götürdüğü yere gideceksin... (**) Yolun yüreğince olsun...


__________________________________________________________________SON__________

- Terminal dönemdeki hastalara ilişkin bilgiler için bu  Makale  den yararlanılmıştır.
- Bu yazıda değinilen; renklerin psikoloji üzerindeki etkileri internet kaynaklarından derlemedir.
- Bu yazı kendi yaşamımın bir anından kurgulanmıştır. Yerler, isimler ve diyaloglar hayalidir ve  beenmaya'nın 15 Fırça Darbesi  isimli yazıma yorumundan (*) sonra yazılmaya başlanmıştır. 
(**) Yüreğinin Götürdüğü Yere Git - Susanna Tamaro'nun kitabının adıdır ve cümle o kitaptan alınmıştır.  
- Fotoğraf / 1x.com

DERİN KAYIP DUYGUSU


___________________________________________________________


- Midemde aşırı yanmalar oluyordu, uykumda sürekli yüksek bir binanın tepesinden düştüğümü gördüğümden, uyuma problemleri yaşıyordum. Yapmak istediklerim ve yapabileceklerimi düşünmek bir sanrıya dönüşmüştü. Ne yaptığımız pazarlık, ne verilen sözler hiçbiri sakinleştirmiyor aksine onların nasıl olsa tutulamayacak halleri aklıma geldikçe; kapana sıkışmış bir farenin çırpınışlarını sergiliyordum. Babamın o herşeyi bırakıp giderken ki son bakışının üzerime yüklediği suçluluk duygusu ve hemen sonrasında hayatın beni değil de onu haklı çıkarmasına duyduğum öfkeyle birleşiyor, kendi kendimin kapanı oluyordum. İnsanın en zoruna giden, ne yapacağını bilip de yapacak gücü kendinde bulamaması olduğunu o dönemlerde öğrendim. Yalnızlık sadece bir durum değil, içinde giderek kaybolduğum bir denizdi. Sonsuzdu... Masmaviydi. Buza kesmişti... Yüreğimin yangınları devam ederken, topladım valizlerimi...
- Gitmek miydi bulduğun çözüm... Gidersen geçer mi sandın...
- Zamana ihtiyacım vardı, düşünmeye... Yüreğimin en mantıklı yerinde bile hala aşk vardı. Ama aklım... Tutarsızdım. Farkındaydım... İşin acı yanı ne biliyor musun? Her anını fark ederek yaşamak. Hani şarhoş olsan, uyansan sabah ve birşey hatırlamasan... Ama değildi, bu bir sarhoşluk değildi, bu tam da farkında olmaktı, neler olduğunun, ne zaman olduğunun, niyesinin, niçinlerinin cevapları olduğu bir durumdu.  Kabullenmek sanki en doğrusuydu ama nasıl? Herşeye göğüs germek, nedenler ve niçinlerle örülü sorulara cevap vermek, anlatmak istemedikçe karşına çıkan hayat, off... Uçakta dönerken bunlar vardı kafamda... Bir ara uyuya kalmışım... Gene o rüyayı gördüğümü fark ettim, hostes bir şey içecek misiniz diye sorduğunda... Tek fark, ayaklarım bataklıkta olsa da bakışlarım ilerideki tan vaktine odaklanmıştı. Duvarlarını kendi ördüğüm hapisanenin tek mahkumuydum. Tek gardiyanı. Tek hapisane müdürü... Aklımda yüreğim arasında sıkışıp kalan aşk, tutarsızdı biliyordum. O dönemde şunu yazmıştım bir köşeye;



Tutarlı olmamı bekleme benden. Yüreğimin ve beynimin aynı anlaşmaya imza atması mümkün değil. Sen konusunda anlaşamazlar anlasana. Yüreğim senin iyi bir insan olduğunu sanıyor. Beynim olmadığına ilişkin onlarca kanıt sunuyor. Yüreğim sana acıyor. Beynim kendime acımam konusunda geçmişi hatırlatıyor.

Tutarlı olmamı bekleme benden. Bedenim seni çağırıyor Aklım kendine gel diyor.

Aklım sonunda bir sınır çiziyor. Akılla yürek anlaşacakmış gibi geliyor. Hiç beklenmedik bir anda beni kendime getiren cümle karşıma çıkıyor :

“Sınırlar başkasını dışarıda tutmaz, sizi içeri hapseder” (*)



_______________________________________________________ Devamını Oku...
(*) Grey's Anatomy 1. sezon, 2. bölümden bir alıntı.
Fotoğraf / Prison by ~groby

GÜNAHKAR ve 3. PAZAR/LIK

___________________________________________________________




- Öyle bir andı ki, çaresiz ve umutsuzdum. Ama o pazar, çocukça olduğunu sonradan anlayacağım bir güçlülük duygusu sardı ruhumu. Karşı koymak, baş etmek ve geri kazanmak tek isteyimdi. Tamam, bunlar yaşanmıştı ama ben gerçeği düşüme dönüştürebilecek kadar güçlüydüm ve istersem pek ala da inatçı biri olabilirdim. Bunu yapabilirdim. Ayrılık sürecini; yeniden başlamak, sıfırlamak, unutmak, kaldığı yerden devam etmek hallerine dönüştürebilirdim. Öylesine seviyordum ki, bunu yapabileceğime inandırdım kendimi. Takdir edersin ki benim gibi ikna gücü kuvvetli biri için hiç de zor olmadı kendimi ikna etmek.

O pazar, Tanrı'ya ellerimi kaldırmış dua ederken buldum kendimi. Yatağın kenarında kendi inanışımda olmayan bir tavır içinde, Tanrıyla pazarlığa oturmuştum. Tanrı ile görüşmemin sonucunu çabucak alamayacağımı biliyordum. Çocukluktan kalma bir soğukluk vardır aramızda kendisi ile...

Ama O, onunla hep konuşabildik, orta yol bulabildik. O pazar gecesi, iki kişilik masanın üzerinde mumlar ve bir şişe şarap ile tatlandırılacak olan pazarlığın ilk adımını ben attım. Onunla bu içinden çıkılamaz durumun pazarlığını yaptık. Anlaşma kısa sürede sağlandı. Sözler alındı, sözler verildi. İçim rahat değildi ama olacaktı. Yazılı olmayan bu anlaşma bir nebze de olsa öfkemi öteledi, gizledi, gömdü... Her neyse işte...

Kimseyle konuşmuyordum kendimden başka, sanki başkalarına anlatırsam, ayrılık güçlenecekti. Ben zayıflayıp yok olsun istiyordum. Korkularım ve kendimle konuşmalarım o pazardan sonra iyiden iyiye su yüzüne çıktı. Kendimi daha fazla kendimle bulur oldum. Sürekli eğer varsa günahın kimde olduğunu bulmaya çalışıyordum. Bir dedektif titizliğinde, günahkarı arıyordum. Bulacak mıydım?


__________________________________________________________ Devamını Oku...
Fotoğraf  / 1x.com

21 Ocak 2010

SONSUZLUKTA KAYIP BİR HAYKIRIŞTIR GÜLÜMSEMEK


__________________________________________________________



Yüzümde kalan bir parça gülümseme
Yanılgılar yaşatıyor bana
İçimdeki devamına ulaşılamıyor olmak
Düşündürüyor beni son zamanlarda

Gülüşümü kaybettim dostlar
Bulursanız tez elden haber gönderin bana
İçimde bir yerlerde daha fazla büyümeden umutsuzluğun karalığı
Yerine koymam gerek gülümsemelerimin parlaklığını


Ve gözlerim ışıl ışıl olmalı yine ve yeniden
Aşık oldum zannetmeli bakan bir daha bakarken
Umut en yüce aşktan bile daha anlamlı kılarken bakışları

Bilir misiniz ey dostlar
Ölüme yakın durur umudu olmayanın haykırışları




_____

- Ne çok düşünmüşsün ölümü...
- Becerebilecek kadar cesaretli değilim. Hem seviyorum ki ben yaşamayı. (pencerenin önünde durmuş seyre dalmışım, gelip geçeni) Fark ettin mi, bugün gene gök mavi... Olmasa da bilirim; gün gelir güneş yeniden doğar, gene sonsuzca mavi olur gökyüzü...
- Mavi..
- Evet, mavi... Rüyamda da gök maviydi... Başımı kaldırıp bakmasam da görüyordum, biliyordum maviydi.
- Koyu mavi; yalnızlığı, üzüntüyü, depresyonu temsil ettiği gibi aynı zamanda; bilgeliği, güveni ve sadakati de  simgeler. Açık mavi;  huzur, mutluluk, dinginlik ve rahatlık verdiğinden, sonsuzluğu getirir akla. Mavi bir anlamda okyanussaldır ki Sigmund Freud da okyanussal terimini sakinliği belirtmek için kullanırmış. Gözlerimizle gökyüzüne, denizlere veya okyanusa baktığımızda, farklı bir düşünce dünyasına dalarız ya bu anlarda sonsuzlukla özdeşleşmek arzusu duyar ve rahatlarız aslında. İşte bu rahatlama duygusu, bilinç altımıza mavi renk ile birlikte kodlanmaktadır ve mavi renk rahatlama duygusunu hep bilinç seviyesine çeken bir durum arz etmektedir. Her öfke nöbeti, her üzüntü; dinginlik isteğini su yüzüne çıkartır. Ve her mutsuzluk, mutluluğu çağırır.
- Yin ve Yang gibi...
- Sana daha önce de söyledim, her rengin olumlu çağrışımları olduğu gibi olumsuz çağrışımları da vardır. Olumsuzluğu, sürekli arayış içinde olmak şeklinde görünür... ki bu durum aslında tam da senin içinde bulunduğun durum. Ruhsal durumların, derin tutkuların da rengidir mavi. Bazen hayalperestliği ve aşırı duygusallığı da tanımlar. Biliyor musun, mavi rengi diğer renklere göre öncelikli olarak tercih edenler; coşkularını çevresinde bulunanlarla paylaşmak, bulunduğu ortamlarda yumuşak ve yakın ilişkiler kurmak arzusunda olanlardır. Tanıdık geldi mi sana da...
- Evet. (galiba seviyorum ben bu adamı)
- İlişkilerinde insanlara çabuk yaklaşırlar ve onlara aşırı derecede özden davranırlar. Haksızlığa gelemezler ve  sağlam bir adalet duygusu taşırlar. Düşünmeyi, düşler kurmayı ve zaman zaman da yalnız kalmayı sevdikleri de bilinmektedir.
- Kim sevmez ki sadece kendi istediğinde yalnız kalabilmeyi...
- Maviyi de koydun mu yerli yerine...

________________________________________________________ Devamını Oku...

Fotoğraf / effervescent perspective © Jennifer Short