10 Şubat 2010

FIRTINA ÖNCESİ / ÇÖZÜM 2

Binadan çıkmak üzereyken, yüreği sıkıştı, aklı onu o geceye götürdü, karlı kış gecesine... O gece yüreğinin sıkışmalarının, o gece hocasına duyduğu öfkenin, aslında benzer bir durumda benzer bir tavrı sergileyecek olmasından kaynaklandığını ilk defa fark etti. Küfeleri öyle ağırdı ki... Kendi vazgeçemeyişleriyle ve kalışlarıyla yüklü küfelerini bırakma vakti artık gelmişti. Ayrılık, uzun zamandır kol geziyordu; nefesi ensede bir katilin adımları gibi sessiz ve ürtücüydü... Belki de ayrılık uzun zamandır ısrarla kapıyı çalıyor, onlar sessiz kalıp, kapı değilinden geleni gözlüyordu. Bir çeşit evde yokuz oyunuydu. Aklı yüreğini, yüreği aklını karıştırıyordu. Bir ses onunla yürümeye başladı.

Ayrılık aşk gibidir. Sen farkında değilken gelir kapına dikilir. Sen açınca kapıyı önce şaşırır, sonra davetsiz misafiri içeri buyur edersin. Sonra o, yayılıp da sahiplenince herşeyi, mesela sohbetleri, mesela sese yüklenen cilveyi, döner herşey tersi yüzüne: Sohbet kavgaya, cilveler laf sokuşturmalarına... Dönüşümün etkileri sancılı olur, dönüşümün sancıları çok acıtır. Sessiz köşe kapmacaların oynandığı evde, köşeler hep eski anılar tarafından kapılır, bir süre sonra sen salonun ortasında tüm çıplaklığın ile kalakalırsın.


Bir tek kapı gülümser sana, bir tek o çağırır seni bağıra bağıra, ama şefkatle, ama içtenlikle, ama güzellik vaadleriyle, sen yeni başlangıçlara kanar, bir sonrakinin sonunun aldığın derslerle bir önceki gibi olmayacağını sanarak; kapıdan çıkar gidersin. Çünkü;  bilirsin, sorgu odasında çok kalan her ilişki eninde sonunda "suç"u kabullenir, ayrılık suça verilen son hükümdür. Ne biriktirdiysen bir valize doldurur, kapının önüne koyuverir ayrılık seni... Üstelik en pişkin kahkahalarını atmayı ihmal etmez ardından. Valizinden taşar; kesilmiş faturaların, hayallerin, yaşanmışlıkların, yaşadığın güzellikler ve ölümsüz anlar; ama onların içinde en ağır olan ve herşey yollara saçılsa bile  valizinde kalan daima aynıdır; ayrılığın kavruk kahve tadındaki acılığı... Sen o acılığı yudum yudum içersin. Bir yudum alır bir adım gidersin, ikinci bir yudum ikinci bir adım... Acın bittiğinde gidilecek yolların da bitti sanırsın. Oysa yolların yeni başlar, çok geçmeden anlarsın.

Sıla, sese kulak kabarttığından beri,  iyice ağırlaşan kafasını zar zor kaldırıp cama baktı, ona sadece akademik alt yapı hazırlamayan hayatı da öğreten, hayatın içinde kendi yansımalarını da gösteren hocasına saygıyla selam verip, kendi gitme vaktininin sıcaklığını yüreğinde hissederek yürüdü... Bu ilişkinin elleri kendisiydi, gözleri Sinan... Bıraktığı an, Sinan'ın gideceğini biliyordu. Kendisinin göremeyeceğini de... Arabayı geride bırakıp yürümeye devam etti. Kampüsün çıkış kapısına geldiğinde bir taksiye binip Beyoğlu'na gitti. Yürüdü... Hayatı içine çeke çeke, yürüdü. İnsanlara çarpa çarpa, yürüdü. Bu hayatta bir tek o varmış gibi, yürüdü. Valizindekileri sağa sola savura savura, yürüdü. İçindekileri kusa kusa, yürüdü. Galatasarayı geçip de Cezayir Sokağa dönen yokuşun başında durdu ve O'nu aradı... Limonlu Bahçe'de bir içki içeçeklerdi.


_______________________________________________ Devam Edecek...
Fotoğraf / deviantART

FIRTINA ÖNCESİ / ÇÖZÜM 1

O gece hiç bitmedi, sonraki günler de... Sonraki günler, üzerine hiç konuşulmayan bir yaşanmışlığın izlerini örtmekle geçti. Sıla da, Sinan da iz bırakmaması mümkün olmayan yaraları ile birbirine tutunmuş, kendi kariyerleri ile beslenip, kendi inandıklarınca nefes almaya devam ediyorlardı. Sıla'nın, sonraki günlerde dışa vuran mor acısı, yaptığı onca makyaja rağmen kapanmıyor, soran olduğunda kapıya çarptım diyordu. Çocukken köyünün kadınlarının nasıl bu kadar sakar olduğuna veremediği anlamı, şehirli bir akademisyen olarak aynadaki yansımasında buluyordu. Sıla günlerce Sinan'la konuşmadı. Sinan da Sıla ile. Hocasının "ev, içinde bir nefes daha olunca anlamlıdır" sözünü evirip çevirmiş bir soruya dönüştürmüştü: Ya iki nefes birbirine değmiyorsa, o ev, ev miydi ?

Sıla çoğu vaktini, üniversitedeki odasında geçirir olmuştu. Hocanın akademiadaki günleri artık sayılıydı, aslında yaşını beklemese çoktan emekli olurdu da, emekli olduğunda ne yapacağını bilemediğinden göze alamıyordu. Gidip gelip oyalanıyor, arada Sıla'ya bir makale bulup Hocalık taslıyordu. Sıla'nın kaldığı geceler, bu sefer Hoca Sıla'ya arkadaşlık ediyordu. Hocanın sevdalısı iki yıl kadar önce, bir iş adamı ile evlenmiş, emekli olup akademiadan ayrılmıştı, adamın üç kağıtçı olduğuna dair dedikodular çıksa da hoca bu konuda bir kez bile konuşmadı, sadece bir keresinde onun adına mutlu olduğunu söylediğini hayal meyal hatırlıyordu Sıla... Alkol ile olan yakın ilişkisinin arasına,  Hocanın acile kaldırılması ile sonuçlanan bir  gecede soğukluk girmiş, o gün bugündür de gitmemişti. Tahmin edilenden daha kısa bir sürede hoca kendini toparlamıştı, o olaylardan sonra.

Hoca, Sıla'nın uzun saatler çalışmalarından, Sinan ve Sıla'nın ayrı ayrı onu ziyarete gelmelerinden ve nadiren bir araya geldiklerinde, konuşmadan oturmalarından şüphelense de Sıla'ya bu konuda herhangi bir şey sormuyordu. Sıla'yı üzgün görmek Hocanın da keyfini kaçırıyordu. Sıla gibi, içten, samimi, yüreği kocaman bir kadını, üstelik de hem güzel hem de başarılı bir kadını, nasıl olabiliyordu da üzebiliyordu bir insan anlamıyordu. Ama aşk başlı başına anlaşılmazken bu konuda her hangi bir yorum yapmayı uygun görmüyordu. Ne de olsa kendisi bu alandaki başarısızlıklarıyla tescillenmişti.

Sıla bir iki yıla kalmaz kürsüde hocanın yerini alacaktı. Bütün akademia  onun başarılı çalışmalarından söz ederken, hoca kendi payına düşen haklı gururu fazlası ile abartılı yaşıyordu. Sıla, yaşlılığına veriyor ve bu davranışlarını çok sevimli buluyordu. Gece geç saatte, hocanın ışığını ne zaman yanık görse telaşlanır, alkolle olan düşkünlüğünü de bildiğinden nefes nefese odasına koşardı. O gece biraz da kendi yaşanmışlıklarından yılgın, omuzlarında taşıdığı küfeleri bir yere bırakma sıkıntısında, odadan içeri girdi. Onu, köşe masada buldu. Birden odanın orta yerindeki kutuları gören Sıla, şaşkınlığını gizleme ihtiyacı duydu ama sonra dayanamayıp "hayrola" dedi.

Hoca, iç ısıtan gülümsemesi ve kendine çok yakışan o gururlu bakışları ile "vakit, toparlanma vaktidir" dedi. Sıla, "yardım isteseniz söylerdiniz, yalnız kalmak istediğinize emin misiniz" deyince, hoca başıyla sessizce onay verdi. Terkedilmiş kasabaların tenhalığında uçuçan kurumuş yabani otlar gibi duruyordu her bir koli, o odaya yakışmıyordu. Mevsim henüz güze dönmemişti. Ayrılık vakti henüz gelmemişti... Kendi isyankar duygularını bastıran Sıla, kapıdan sessizce çıktı.


____________________________________________________________Devam Edecek...
Fotoğraf / deviantART

09 Şubat 2010

FIRTINA ÖNCESİ / DÜĞÜM 7

Haziran 2001, Bitmek Bilmeyen Bir Gece...

Kendimi sakinleştirmek istiyordum, tabağa biraz pilav koyup salona geldim. Bir kaç mum ile aydınlanan salonda dinlenme koltuğuna uzanıp, chop sticklerle pilavımı yemek istiyordum. Aklıma sahip çıkabilsem, yiyecektim de ama sanki attığım her lokma büyüyor, soluk boruma dayanıp beni nefessiz bırakıyordu. Salonun içinde bir o yana bir bu yana dolanmaktan dönen başıma; ağrılar önce giriyor, duruyor, ben tam geçti galiba diye düşünürken bu sefer de tam tersi bir hareketle yarıya kadar geri çıkıyor ve sarsıcı bir şiddetle bir kez daha saplanıyorlardı. Başımı duvara çarpmak istiyordum. İçki dolabına yöneldim, oysa içimde acı varken, içmenin keyif vermediğini, acıyı daha da keskinleştireceğini biliyordum, sakinleşmem lazımdı. Aklımda dolanan şüpheleri, öfkeleri, geçmişin izlerini, kırgınlıkları görmezden gelip, kulak kesilmemem gerekiyordu. Ama kesiliyordum. Kendimi dinlemek istemiyordum. Kendim kendime düşman gibiydim. Kendi kendimin katili bile olabilirdim.

Saat iki gibi eve geldiğinde, Sinan alkollüydü. Ben de... Salonda karanlıkta oturmuş, camdan dışarıya sabitlediğim gözlerimle; öfkemle tutuştuğum kavgadan galip gelmeye çalışıyordum. Saatler sonra tükenen gücüme rağmen pes etmemiş, ona yenik düşmemiştim. Sinan içeri girdiğinde, buz gibiydi. Bedeni öylesine soğuktu ki, içerinin havası değişmişti. Camın kenarında oturan beni fark edince, sessizce gelip yanımda durdu, kolunu boynuma attı ve ağlamaya başladı. Öfkemle ısınan bedenim, şimdi onun buzlarını çözüyordu. Acıma duygusu ile karışık bir sevgiyle sarıldım ona. Bunu da atlacağımızı sanıyordum.

Sinan, kendine geldiğinde ilk söylediği; "çocuğumuzu aldırmış" oldu. Sarsıldım. O kadar çabalamama rağmen ısınmayan bedeninin buzlarını bir çırpıda bana yüklemeyi başarmıştı. Sessiz kaldım. "Neden bunu bana yapıyor, neden..." diye haykırarak ağladığında, ondan tiksindiğimi fark ettim. Acıma duygusu yerini inanılmaz bir mide bulantısına bırakmıştı. O konuştukça her bir kelimesi, bir buz kütlesi gibi etrafımı sarıyordu, soğuk sularda çırpınma şansı bile bulamadan batıyordum, dibe... Biraz daha dibe...

"O gece var ya, hani kongreden erken döndüğün gece, o gece Zeynep, senden bir yarım saat önce çıkmıştı evden. Ucuz atlattım diye sevinmiştim. Sen bir tuhaflık olduğunu sezmiştin.  Çok sevdiğin mumu yaktım diye öfkelenmiştin. Zeynep, geçerken uğramıştı. Beni bilirsin, içeri gelme diyemedim. Konuşup sohbet ederken, elektirikler kesildi. Mumu yaktım. Konuşuyorduk, inan nasıl oldu bilmiyorum. İnan, öyle bir niyetim yoktu. Bir anlık, bir zayıflık işte... Bir andı. Hiç bir önemi yoktu. Ama bu gece gözümün içine baka baka söyledikleri... "

Cümlelerini daha fazla dinleyemedim. Ayağa kalkıp, suratına tükürdüm. O hızla kalkıp, kafamı tutup kafası ile vurdu. Bedenimin sarsıntısı geçince, kendimi yatağa attım. Ağlayarak geldi, sarıldı. Ağladım. Git bile diyemedim. O gece çok ağladım. O gece bildiğim bütün yanlışları, öğrendiğim bütün doğrularla değiştirebilmek için ağladım.O gece uykusuz gecelerimin ne ilki ne de sonuncusuydu. O gece, ağlayarak uyanmalarımın habercisiydi. O gece, bazı kalışların ve bazı vazgeçemeyişlerin kendi hayatımdaki yansımasıydı. O gece bitmek bilmeyen uzun, lanet bir geceydi.

_____________________________________Devam Edecek...

FIRTINA ÖNCESİ / DÜĞÜM 6

O gece hoca gelmedi eve... Gecenin ilerleyen saatlerinde, ritmin libidodaki atımları kuvvetlendi, bedenleri alev alev yanan bir kadın ve erkeğin kaçınılmaz tensel yakınlığı; Sıla'nın kadınlığı ile Sinan'ın  erkekliğinin karşılıklı meydan okumasıydı. Sinan, Sıla'nın elinden kadehi alıp, ahşap masaya Sıla'yı dayadı. Uzun uzun öptü. Bir kadını daha önce hiç öpmediği bi açlıkla öptü. Sıla bu dünyada değildi, bildiği bütün doğruları, öğrendiği bütün yanlışlarla değiştirmeye hazırdı. Sinan Sıla'yı belinden kavrayıp, masanın üzerine doğru uzattı. Kendinden geçmiş iki bedenin, kendinden geçen seslenişleri evin bütün duvarlarında dolaştı. Sinan, öylesine kendini kaybetmişti ki... Zeynep dedi... Bir parmak şıklatması ile zaman durdu, büyü bozuldu. "Zeynep" az önce duvarları dolaşan bütün zevkleri sildi, bütün inlemeleri susturdu. "Zeynep" bütün yanlışları teker teker Sıla'nın yüzüne kustu. Sinan, öfkeyle masadan uzaklaştı. Sıla beceriksiz bir telaşla, dağılan üstünü başını toparladı. Masadan aşağıya su gibi kaydı, hemen oracıkta halının sol köşesine birikti. Daha ileriye gidecek gücü olsa giderdi de, kalmamıştı. Bedeninin bütün enerjisi, ruhun bedenden ayrılması gibi yukarıya doğru sıyrıldı.

Sessizlik; kara bir orman gibi ürkütücüydü. Gövdeleri karanlıkta büyüyen ağaçlar, gecenin yırtıcı kuşları ve derin bir korku Sıla'nın üstüne üstüne geliyordu. Nefes almak Sıla için giderek zorlaştırıyordu. Sıla küçüldü, Sıla büzüştü. Bedenine verdiği sessiz ama ısrarcı komutlarla ayağa kalkmayı başardı, Sinan balkonda sigara üstüne sigara yakıyordu. Hiç sesini çıkartmadan salondan ayrılan Sıla, çatı katına çıkan merdivenlere geldiğinde, Sinan kapıyı kapatıp gitti. Sıla o gece ve sonraki geceler uyuyamayacağını biliyordu. Gözlerini kapadı, Sinan'ın onu sardığını düşündü. Kendinden bile korumak istercesine sımsıkı sardığını. Kendi düşüne inanmak istedi... Kendi düşüne inanıp, uykuya daldı. Sıla bütün gece kasıklarını tutarak uykusunda ağladı.


___________________________________________Devam Edecek...
 Fotoğraf / devianART

FIRTINA ÖNCESİ / DÜĞÜM 5

1999, Kaş Dönüşü, İlk Karşılaşma

Kaş'tan döndüklerinden beri Sinan'la karşılaşmamışlardı, ne o geceyi, ne sonraki dönüş yolcuğunu da konuşmamışlardı. Sıla, günlerce etkisinden kurtulamadığı için sürekli o masalsı geceyi ve dönüş yolundaki kahreden suskunluğu düşünüyordu. Ne olmuştu, pişman mıydı? Ya hoca fark ettiyse olup biteni, lanet olsun ki bir de o konu vardı.

Hoca o akşam Sıla'dan eve gelmesini istedi, çıkartacakları kitabın üzerinde çalışmak için fazla zaman ayıramıyorlardı, o nedenle haftasonu için de bir program yapmayarak, 2-3 günlük kıyafet ve laptopu alıp Hoca'ya geçiçi ikamet için yola koyuldu. Ihlamur Kasrı'ndan, iskeleye kadar yürüdü. 7-8 Hasanpaşa'dan atıştırmalık bir şeyler alıp, Beşiktaş pazarnın balıkçılarında göz banyosu yaptı. Akşama balık almayı düşündüyse de vazgeçti.

Oldum olası, kıyılar arasında küçük tekneleri tercih ederdi. Açık kısmına oturup, bir sigara tellendirmek en büyük zevktir herhalde diye düşünür, sigara içmediği için bunu sadece hayal ederdi. Açık kısma oturup, esen rüzgarın yüzüne verdiği esenliğin sonuna kadar keyfini sürerken onu görenler sigarasını az önce söndürdüğünü bile düşünebilirdi. Üsküdar'a inince, bir taksiye atladı, böylece Çengelköy manavlarından ve köşedeki simitçi fırınından bir kaç şey alabilecekti..

Eve vardığında onu karşılayan Ayşe oldu, hoca henüz gelmemişti. Ayşe kapıyı açar açmaz, Sinan Bey burada demese, donup kalmayacaktı kapıda. Bir an tereddüt etse de, Sinan'ın kapıya kadar gelip "ooooo küçük hanım, tüm ışıltınız ve güzelliğinizle bu berbat akşam üzerinin güneşi oldunuz adeta" nidalarıyla karşılayıp, nazikçe elini öptüğünde, bütün endişelerinden arınmış bir yeni yetmeye dönüşüvermişti yine. Nefret ederdi bu hallerinden, eli ayağına dolanır, sakar bir çocuk gibi taş üstünde taş bırakmazdı. Annanesinin kıçıyla dağları devirir benim ceylan gözlüm diye sevmelerinden sonra, koca popolu olacağı korkusunu yıllarca yenememesi de ayrı bir vaka analizi olurdu mutlaka.

Ayşe giderken, Sıla'ya bir şeyler der gibi bakınca, Sıla onu bahçeye kadar uğurladı. Ayşe, "Hoca telefon etti, geçikecekmiş. Dolapta yemek var. Çarşaflarınızı değiştirdim. Dün Sinan Bey burada kaldığı için... Bilmem bu gece de kalır mı?

Sıla, teşekkür edip uğurlarken, Ayşe'nin tedirginliğine bir anlam veremedi. Meraklı haline gülümseyip üzerinde düşünmeden bahçe katından üst kata yöneldi ve o anda neredeyse siteyi ayağa kaldıracak bir ses kulaklarını patlatıp geçti. Sinan'ın seçtiği müzik, en sevdiklerinden di, Hoca'nın plaklarına dokunma hakkı olan Sinan belli ki geceyi keyiflendirecekti.



Yukarı çıktığında Sinan onu kapıda karşıladı ve elini tutarak bir döndürme hareketi ile müziğin ritminde onunla birlikte salona kadar salındı. Sıla, gülümsüyordu, bir çocuğun en sevdiği oyuncağa kavuştuğu o andaki çoşkusu ile gülümsüyordu. Sinan grubun Paris'te verdiği son konseri anlatıyor, adeta kendinden geçmiş haline Sıla'yı da ortak etmek istiyordu. Zarif bir hareketle Sıla'yı geriye doğru yatırdı ve yüzüne doğru eğildi. Dudağını dudağına kadar getirip, gözlerinin içine aktı... Ve Sıla'yı kendi etrafından döndürerek elini bıraktı. Mutfağın salona açılan geniş kapısından içeri giren Sıla, yemek için seçenekleri sayarken, Sinan peynir tabağı ve atıştırmalık abur cubur istediğini söyleyerek bir şarap açtı.
Gece güzel olacaktı.


_________________________________________ Devam Edecek...
Buenos Vista Social Club
Görsel / Kaynağı Bilinmiyor