11 Mart 2010

DEJAVU / ÖĞRENDİKLERİNİ UNUTMA / 6




















OLAY:

Bir  gün, herşeyi anlatmasını istedin, ama herşeyi tüm detayları ile, detayları bilirsen rahatlayacağını sanıyordun. Sorular sorup, cevaplar alıyor, içindeki ruhun doymaması durumunda daha çok soru sorup, daha çok detay öğreniyordun. Mümkünse, en ince ayrıntıları da mutlaka cımbızlıyordun, titiz bir dedektifin özenindeydi, kelimelerinin sıralanışı. Dibe varırsan, rahatlayacağını, unutacağını ve içinde giderek büyüyen; ruhunu, aklını ve yüreğini ele geçiren duygunun, zayıflayıp yok olacağını sanıyordun. Detayları bilmek, sadece içindekinin güçlenmesine ve seni giderek yok etmeye doğru sürüklemesine sebep oldu. Sürüklendiğinin ne olduğu sinyali rüyalarında ilk defa çıktı karşına: Bataklık... Sen çırpındıkça; sen güçlü, sen umutlu, sen dimdik hayatta duran, sen kendine güvenen, sen yaşamı seven, sen kadın, gitmiş... O olmuştun; güvensiz, kıskanç, sürekli sorun çıkartan, huysuz ve mutsuz kadın. Terazinin bir kefesinde sen; yıkılmış, dağılmış, köyündeki yangınları gözündeki yaşlarla söndürmek isteyen sen, diğer kefesinde, sonsuz yeşillikler ve zaferin renkli havai fişekleri ile göz kamaştıran o vardı. Terazinin ne tarafı ağır basar diye sorduğun geceyi hatırlıyor musun? Bir de eklemiştin; insanın aklı kayıyor değil mi? Yoksa, yavaş yavaş yerleşiyor mu? Sessiz kalışı, altı çizili bir cevap olarak kabul etmiştin. 

ÖĞRENİLEN:

Detayları bilmek, senin gibi duyargaları açık insanlar için, içinde boğulacağın sonsuz, lacivert okyanuslardır. Algının ve gözlemlediklerinin, seni uçsuz bucaksız gerçekliğe adım adım taşımasını kolaylaştırır. Gerçek acıtır. Acı olan gerçek değil de, gerçeğin senden gizlenmesidir. Sen ki o gerçekleri, karşındakinden önce görmüş ve dile getirmiş olansındır. Sen, görünen köy dedikçe, karşındakinin ben o köye ayak basmam demesidir, acıtan. Oysa o yeni köy, çoktan fethedilmiş ve ele geçirilmiştir. Köy; onu ele geçiren tarafından yönetilmek ister ve bir süre sonra da 'yönet beni' nidaları ile davetkar tavırlı, cüretkar bir hale bürünür. Bir süre sonra, kendi egosuna yenilen, yeni köye ağa olduğu gerçeği ile yüzleşir ve eski köyünün; harabe, yıkılmış, dağılmış haline bakarak; şu talihsiz cümleyi kurar: Senin gibi güçlü bir kadının, bu hallerini anlayamıyorum. Nasıl bu hale geldin sen. Bu cümleden sonra sakın ola bir şey anlatmaya çalışma, sakın ola bir ayna tutup kendisini görmesini sağlama, insan kendi yaptığı ile yüzleşmekten korkar, görmek istemez! Unutmaki, bir insanın ruhuna ve yüreğine yapılan tecavüz tedavisi zor bir travma sebebidir. Bunun ilk sinyalini aldığında, yüreğinin penceresini, ruhunun kapılarını kapa, içindeki sığınaklara koş, ardına bile bakma! Bu kaçmak değil, kurtulmaktır unutma!



Fotoğraf / Crystal Newton

FOTOĞRAFIN FISILTISI / SENİ SEVİYORUM



Fotoğraf / Nuno Milheiro




 

Şimdi bir gölüm.
Bir kadın eğiliyor üzerime,
Erimimi arıyor gerçekte ne olduğunu anlamak için
Sonra bu yalancılara dönüyor, mumlara veya aya.
Sırtını görüyorum ve sadakatle yansıtıyorum sırtını
Gözyaşlarıyla ve bir el hareketiyle ödüllendiriyor beni
Önemliyim onun için.
Geliyor, gidiyor.


GELSİN...





 




Dizeler / Slyvia Plath .
Bir kadının gidiyorum  deyişi üzerine 'gelsin' kelimesi eklenerek gönderilmiştir.

10 Mart 2010

DEJAVU / ÖĞRENDİKLERİNİ UNUTMA / 5




















Bitse diyorsun değil mi? Bir an önce bitse de, hayat bir dejavunun ötesinde devam etse... Az kaldı Sevgili Evren... İnan çok az... Hayat bildiği gibi akmaya devam edecek ve sen yine ilk kezmiş gibi sarılacaksın hayata...

OLAY:

Bir gün telefonun evde unutulması, hikayenin tamamının değişmesine sebep oldu. Evden çıktıktan 10 dakika sonra telefon çaldı. Açmadın. Arayanın o olduğunu tahmin ettiğinden, gidip bakmadın... İkinci kez, ısrarla çaldığında, açmakla açmamak konusunda tereddüt etmiştin. Ama sonra o içinde yaşamaya başlayan, sana ait olmayan ruhunun baskısı ile telefona yönelmiş ve açmıştın. Garip gelmişti ses tonundaki, o seni yansıtmayan, donuk, gergin, içtenliksiz sesin ilk başta bana. Sonradan anlamıştım, o kadındı arayan. Evde olmadığını söyleyip kapatacaktın ama, ah o içindeki ruh... Ağzından dökülüverdi kelimeler: Neden rahat bırakmıyorsun... diyiverdin. Kadından gelecek cevabın: Çünkü aşığım... Olacağını bile tahmin etmemiştin.


ÖĞRENİLEN:

İnkar! Şu cümle ile başladı: Ben nerede durduğumu biliyorum. Ben ne yaptığımı, senin hayatımdaki önemini. Git ona sor istersen, şaşar durur, nasıl sana bu kadar aşık olduğuma... O bana aşıksa bu onun problemi, benim arkadaşım sadece. Anla bunu ve üstüme gelme. O gün, çıkıp gitmen gereken gündü de, gidemedi ayakların. Taze çimento karışımının günler öncesinde döküldüğünü ve  o anda donarak betonlaştığını hissetmiştin. Kendine güvenini kemiren, o sana ait olmayan duygunla boğuşuyordun. Kendini toparlamak için, kaçtın. Yok saymayı denedin bir süre, üzerine hiç konuşmadın, konuşturmadın. Ama... Evet, bir ama hep kemirdi içini... Kaçmanın çözüm olmadığını o zaman öğrenmiştin, hatırladın mı?



Fotoğraf / Crystal Newton

TUZLU PUSLU GRİ




bugün içimde amansız bir öfke var
             esip yok etme isteği
bugün içimde çökmüş bir hava var
      koyu gri, puslu ve gölgeli

koptu kopacak
yüreğimi yüreğine bağladığım
                  duygularım

koptu kopacak
      hayat
      koptu
kopacak




Oysa beni yaşarken tanı istemiştim
Yüreğim hala sana atarken
Sana sorsalar şimdi
Bilir misin gözyaşım ne renkti
Tadı neye benzerdi






Fotoğraf / darkshape

09 Mart 2010

DEJAVU / ÖĞRENDİKLERİNİ UNUTMA / 4




















Senin yüreğinden bakınca, hak etmediğini düşündüğün onlarca an'ı, sana tekrar yaşatıyormuşum hissine kapılsam da arasıra... Herkes payına düşeni yaşar... Şarkıyı mırıldanırken okuman zor olur, istersen sonra devam et... Ya şarkıya, ya okumaya...



OLAY:

Sen öyle saf ve iyi niyetliydin ki, ve aslında öyle güçlü... Sıfırladın herşeyi... Yeniden başladın, yepyeni bir güne... Sonunun farklı olmasını dileyerek. O kadınla arkadaş olmayı bile denedin, boş, anlamsız kıskançlık krizleri geçirip, kafayı sıyırmış bir kadın olmadığını ispatlamak istercesine... Hatırla o yemeği, o yemeğe gitmeyi sen planlamamıştın ama kendini o yemek masasında bulmuştun. Sen masanın bir yanında, o diğer yanındaydı... Konuşmalar arasında serpiştirilen bakışları ve imaları görmezden gelmeyi denedin ve hatta gözlerini bile yumdun ama sen burnu gelişmiş bir tazı gibi, yüzüne çarpan havanın sana neyin kokusunu getirdiğini biliyordun. O yemek masası, senin farklı bir yönünü beslemiş, içine kuşku tohumları atmış ve sen o günden sonra o güne kadar sende olmayan bir duygunla yüzyüze gelmiştin. Kıskançlık... Hiç bilmediğin bu duygunla nasıl başa çıkacağını bilmediğinden de, ilk yaptığın bu duyguna sebep olaylar zincirini onunla konuşmak olmuştu, hatırlarsan ilk tepki: Kafayı üşüttün sen, bir doktora gitsen fena olmayacak...


ÖĞRENİLEN:

Kıskançlık, güven duygusunun yıkılması ile ortaya çıkıyordu; başkalarını bilemezdin ama sendeki neden - sonuç ilişkisini incelediğinde cevap olarak bunu bulmuştun. Güven, karşılıklı inşa edilmesi zor ama yıkılması kolay kağıt kuleler gibiydi; bir rüzgarla dağılır ve dağıtırdı. Sen bunu öğrendiğinde, ağlayarak senin yüreğini bildiğine emin olduğun bir ablana gitmiş ve ben böyle bir kadın değilim diyerek, belki de hiç ağlamadığın kadar ağlamıştın. Yüreğinle ters düşen davranışlarından rahatsız oluyor ama o güveni sağlamak için karşındakinin ufacık bir çabası olmadığını gördükçe de iyice bürünüyordun kendin olmayan o ruh haline. Bazı şeylerin, iki kişinin de çabasını gerektirdiğini o zaman öğrenmiştin, eğer karşındaki o çabayı harcama niyetinde değilse, tek başına çektiğin kürekler seni çağlayanın ağzına taşırdı, sınırda fark etmiştin, tam sınırda... O sınırdan döndüğünde, sorduğun ilk soruyu yüreğine işledin: Niyetin ne? Niyetin önemini o gün anladığını düşünüyorum... Anlamıştın değil mi?



Fotoğraf / Crystal Newton