05 Mayıs 2010

GEÇEN YIL BU ZAMANLAR

ucu yanık bir mektubum var geceye
umut koydum bohçama
huzur, sağlık ve mutluluk ekledim bir tutam
aşkı unutur muyum hiç aşkı da koydum elbet
kelimelerimin kıfayetsiz kalma riskine karşı
yüreğimi koydum bir de aklımı tabii
ama en çok hislerimi doldurdum bohçaya
hüznü ekledim bir tutam
tenimin kokusunu koydum bohçama
nefesimi eklemeyi unutmadım elbet
en masum en içten gülüşümü ekledim
bir de en güzel düşümü koydum içine
ucu yanık bir mektubum var geceye
adettendir dediler bir ateş yak
anlatamadım onlara
ben yüreğimin yangınlarını da koydum bohçama
bu gece gül ağacının dibine koyacağım bohçamı
ve içinde bulacaksın ucu yanık mektubumu
sabah kalkınca bakacağım penceremden
gül bükmüşse boynunu anlayacağım sen bulamamışsın hazırladığım bohçayı
ama gonca, dönüşmüşse açan bir güle
bayram edeceğim; tez elden cevap gelir bana bugün yarın diye

Yazmışım da beklemişim cevap gelir elbet diye, kocaman kokulu bir güle dönünce gonca...
Uzak yollardan gelmiş cevap, gelirken aşk getirmiş...
İyi ki gelmiş...


 
Not:
Bir ara yazacağım uzun uzun...
Merak edip soranlara bir ses vereyim istedim: İyiyim, çok öperim.


_________________________
Fotoğraf / Mektup



30 Nisan 2010

VAR


SİZE ANLATACAKLARIM VAR
Yabani meyve gibiyim
Mevsimim geldi mi
Tadıma varılmaz benim
Şimdi izninizle
Yolculuğa hazırlanıyor yüreğim
Anlatacaklarım var
Dönüşümü bekleyin

***




SANA İSE FISILDAYACAKLARIM
Bir yolculuğa hazırlanıyor yüreğim bugünlerde
Yatağımın yanında hazır bavullarım her an sana gelmeye

Ben çalmadan açacaksın kapını
İçmekte olduğun kahvenin dumanı tütüyor olacak masanın üzerinde
Oturacağız karşılıklı pencerenin yanındaki ahşap masaya
 üzerinde yazdan kalma tek bir kurutulmuş ortanca
Bir kahve uzatacaksın bana nasıl içtiğimi sormadan
Avuçlarında ısıttığın sevda yorgunu yüreğimi geri verirken bana
Öpeceksin dudaklarımdan bir teşekkür etmeye fırsat bile tanımadan
Sahilin rüzgarı getirirken dalgaların nemini yüzümüze
Gözünün gözümü sevdiği o anda, uzanıp masaya sonsuzu koyacaksın(*)


O nedenle bir yolculuğa hazırlanıyor yüreğim bugünlerde
Yatağımın yanında hazır bavullarım her an sana gelmeye

Az kaldı bekle...


_________________________________________________________________

(*) Dize Edip Cansever'in Masa da Masaymış Ha! adlı şiirinden esinlenmedir...


27 Nisan 2010

Kadınları Aynı Kelimelerle Sevmekten Vazgeçin Kardeşim

İşten planlamadığım bir şekilde erken çıkınca, biraz mutlu, biraz çoşkulu, biraz da hevesle eve geldim... Henüz soyunup dökünmeden telefona sarılıp, erken geldiğimin haberini vereyim istedim ama bu karşı tarafın pek de ilgisini çekmedi. Ben de geceyi (yine ve alışık olduğum gibi) yalnız geçireceğimi fark edince, mumları yakıp açtım bir müzik ve başladım gazetelerde dolanmaya... (Gazetelerde dolanıyorum, çünkü uzun bir zamandır bir gazetenin okuru değilim ve gazetemi arıyorum.)

Haşmet'i okurken, eski sevgilisi olan Ayşe'yi fark ettim, aynı gazetede yazarlarmış da haberim bile yokmuş... (Bu arada fark ettiniz değil mi, kadının eski sevgili olduğu bilgisine sahibim ki yanılıyor da olabilirim ama köşesi olduğundan bihaberim...) Bakayım bakalım ne tür yazılar yazıyor ki derken, İclal'ın bir yazısına düzdüğü metiye ile İclal'e yol aldım... Yazılara, merak edip bakınırsanız, geçtiğimiz aylarda olmuş bütün olaylar ve tabi olaya Tuna da dahil ama, onun köşesine gidecek mecalim kalmadığından bir solukluk oturuverdim bulduğum bir taşa. (Sonradan anladığım kadarı ile zaten Tuna'nın köşe değiştirmesine sebep de o yazıymış.)

Manzaram şahane... "Kadınları Aynı Kelimelerle Sevmekten Vazgeçin Kardeşim" üzerinden, bir sahil kasabasında, gün batımı seyrediyorum adeta... (Bu arada itiraf etmeliyim ki, şu köşe yazarı olma meselesi bana yanlış öğretilmiş vakti zamanında, bloglarda dolaşırken köşelere saf tutması gereken; güncele, hayata, siyasete, kadına, erkeğe, duyguya, çocuğa, yaşamaya dair onlarca güzel ifadelerle donatılmış yazıları ile, özelini bile dile getirirken tarzını ve tavrını koruyan blog yazarları var, hemen akla geliveren ve iki elin parmaklarının yetersiz kaldığı. Ha, onlar kalemini satar mı bilemem...) 

Konu sapmadan keçilerin toprak yollarına ben döneyim konuma; bugün yazıya başlamama sebep başlık buradan alındı... Yazdıran ise şu yazıymış. O yazının yazılmasına sebeplerden biri ise; “senin yanında iyi biri olmak istiyorum” cümlesi imiş... İclal'in yazısını okurken, anlıyorsunuz; cümleye değil düzülen onca kelime... Özel hisssetme ve onun üzerinden yaşanmış olan hayal kırıklığına... Kadınları, adamlardan ayıran da bu olsa gerek diye düşünmeyen var mı? Kadınlar, kelimelere anlam yükler, bazen haddinden fazla... Tamam, kadınları, çoğu kadın diye düzeltmeliyim, farkındayım. Hemen, ben yüklemem ki  pervasızlığında silkmeyin omuzlarınızı... Ne diyordum, kelimeler ve yüklenen anlamlar...

Nedense İclal'ın duygusunu pek bir derinimde anladım ben. Kelimelerinden aşık olunası bir adamın bana yazdığı satırları, kendimi özel hissettiren ve mutlu kılan o kelimeleri daha önce gördüğümü hatırlamasam iyiydi de, ah hafıza diyorum bazen filinkini ödünç alıyor durduk yere, gördüğümü sandığım ve hatta içten içe emin olduğum o kelimelere ulaşmak zor olmadı. Kısa süreli bir kalp sıkışması, sessizlik, şaşkınlık, hadi canımlık, olamazlık ve, ve, ve... Kırgınlıkla, öfkenin birbirine karıştığı o duygumun tarifi var mıdır bilmem ama bıraktığı izi bilirim. İlk şoku atlatan kendim, hemen mantıksal bir açıklama buluverdi kendine: Seni Seviyorum...

Evet, seni seviyorum, onlarca kez söylediğimiz ve duyduğumuz halde, ondan duyduğumuzda ya da ona söylediğimizde nasıl da ilk defaymışcasına bir etki bırakıyorsa, aslında bir farkı yoktu “senin yanında iyi biri olmak istiyorum” cümlesinden. Nerede ve nasıl söylendiği önemliydi. Bu noktada taraf mıyım değil miyim belli olmayan bir yola girdi duygum farkındayım. Hani lahana turşusu ve perhiz meselesi, ama, evet, mutlaka bir ama vardır bu hallerde, inanırım ki, her ilişki, insanın içindekileri dışa vurur. Yani demem o ki, senin yanında iyi biri olmak istiyorum demişse bir adam veya kadın, bu mutlaka doğrudur, içtenlikle söylenmiştir... Şartlar değişir... Onun yanında istediği kadar iyi olamadığı için değil, hani tam da siz istediğiniz kadar plan kurun, hayat, karşınıza çıkandır misali, yollar ayrılır, sebebi önemli midir? Artık bu soruya şu cevabı verebilecek kadar yaşadım: Hayır. Önemli olan giderken götürdükleri ve bıraktıklarıdır. Yanında götüreceği kesin olan ise; kendisidir. Adamın ya da kadının sevdiğinin yanında iyi biri olma isteği değişmez, sevme halinin değişmeyeceği gibi. Herkes kendi gibi sever, kendi bildiğince, kendi inandığınca, kendi yüreğince... Zaman zaman, hassasiyetlerimi zorlasa da, hani beni aynı kelimelerle sevmekten vazgeç hali peydahlansa da yüreğimin bir köşesinde, duymak istediğim ve duyduğum; kelimelerin içtenliği ve samimiyeti oluyor (büyüyor muyum ne). Sanırım kelimelere değil de yaşananlara anlam yüklemeyi öğrenmekle de ilişkili bu durum.

Ezcümle derim ki;  kadınları aynı kelimelerle sevmekten vazgeçin kardeşim! ya da o kelimelere farklı anlamlar yüklemeyi öğrenin kardeşim! Ya da ve belki de en güzeli, ne söylediğinizin değil de ne yaşattığınızın önemini fark ediverin bir çabuk. Çünkü  bence, anılar kelimelerle değil, görüntülerle şekilleniyor çoğu zaman...



Fotoğraf

25 Nisan 2010

YAPRAK YAPRAK AŞK














Tatil üç gün,
gönül firar etmeye meyilli olunca,
çözüm; sıkıştırılmış kaçamaktı, kaçınılmaz olarak.
Güzel miydi? Hem de nasıl...
Çıkartılan bir ders var mıydı,
hani günün sonunda kulağa küpe misali? Kesinlikle...