Ne çok duygum sahipsiz kalmış diyorum... Susuyor.
Hayallerimin yarınları yok gibi diyorum... Susuyor.
Sahipsiz mektuplarımın kelimeleri, deniz kıyısına vurmuş yıldızlar gibi... Belki bir gün biri bulur diyorum. Ya bulmazsa diyor. Ne garip, tam da susması gerekirken, o en can acıtacak olanından söze giriyor. Ben susuyorum, içim, bulur diyor.
O bunu hiç bilmeyecek. Susmak bilmeyi istememektir. Konuşmaksa bilmediğin ne varsa yüzleşebilmek. Cesareti kırık insanla, kanadı kırık kuşu birbirine benzetmem boşuna değil benim. İkisi de bir çırpınış öteye gidemez.
Günlerin sıcağı içimin kavrukluğu ile birleştiğinden midir bilmem... Yüreğimin turuncusunda saklı kahverengi bir hüzün var. Ne kadar üzerini örtersem örteyim, an geliyor çıkıveriyor filizlenme telaşında olan fasulyeler gibi... Pamukların arasında baş veren filizler, neden soruları gibi peşi sıra birbirini kovalıyor.
Ben böyle düşünürken ve elbet bazılarını dillendirirken, bunu sadece sevdaya yükleyenler oluyor. Susuyorum. Öfkemin de sahipsiz kalan duygularımdan biri olduğunun altını çizmek istemiyorum. Hem kim karşısındakini tam olarak anlayabilir ki...
Hayatın müşterek yanını seviyorum... Kimden, nasıl ve hangi yüreğe hizmet geçti bu duygu bana bilmiyorum. Bugünlerde sıklıkla hayatın müşterek yanından kendime çıkaramadığım paylara kızıyorum. Kendimle yaptığım hesapların, hayatla denk gelmeyişi; muhasebeye olmayan yatkınlığımla açıklanabilecekse de... Artık bir şeylerin hesabını yapabilmeyi, hayatı müşterek yaşarken kefenin ağırlığını üzerimde hissetmemeyi diliyorum. Sen buna önemsenmek, düşünülmek, aranmak, sorulmak, merak edildiği için uykusuz kalmak falan da diyebilirsin. Ben buna birilerini düşünmekten, çaba harcamaktan, özenmekten, sakınmaktan, aramaktan, merak etmekten yorulmak diyorum. Hayat müşterekse... Benim uzatmaktan yorgun düşen elim burada. Yüreğiminse yeri hiç değişmedi. Bunu fark etmeni bekliyor ve susuyorum.