Bu an hiç gelemeyecek sandım... Bitiremediğim diğer gezi notlarından biri olacak diye de epey dertlendim ama şükür ki bu günü gördüm.
Tiflis gezisinin en güzel zamanlarından biri de kesinlikle sokaklarında avare gezmek ve müzelerinde soluklanmak oldu. Geziyi planlarken son günü Gürcistan Ulusal Müzesi ve MOMA Tiflis'de geçirmeye karar vermiştik. Sabah erkenden yine meşhur caddedeyiz. Bu cadde üzerinde dükkanlara bitişik döküm heykellere hayran olduğumdan eksik kalan bir kaçı daha tamamlamak için hep grubun en sonunda kalıyorum. Mesela bir müzisyen grubu var ki kulak kabartsan çaldıkları şarkıyı duyarsın. Duymadım sanıyorsanız yanılıyorsunuz.
İlk durak Ulusal Müze...
Sovyet işgali bölümü herkesin merakı.
Ama önce tarih kısmı gezilecek orada fotoğraf çekmek yasak.
Tiflis'e iki saat uzaklıktaki Dmanişi kazı alanında bulunan ilk insana ait kafataslarından birinin 1,8 milyon yıllık olduğu söyleniyor. Avrupa dışında bulunmuş en eski kafatası insanlık tarihine yepyeni bir ışık tutuyor. Zaten müzenin bu bölümü doğal tarih müzesi gibi.
İnsan tarihini kronolojik anlatan kafataslarının olduğu bölüm en çok ilgimizi çeken yer oluyor.
Müzede neredeyse 2 saat zaman su gibi akıyor.
Sovyet işgali bölümü soluksuz konuşmalar üzerinden geziliyor.
Mücevherlerin olduğu bölüm ise doyumsuz seyirlikle sunuyor.
Bazı parçalar o kadar iyi durumdaki, bugün yapıldığına yemin etseniz başınız ağrımaz.
İkinci ziyaret MOMA Tiflis.
Gezinin en sevdiğim fotoğraflarından birini burada çekiyorum.
MOMA büyük bir müze, zaman su gibi akıyor. Yorucu ama tempolu bir ritmle 5 katlı oldukça büyük müzeyi keyfi katmerleye katmerleye geziyoruz. Şansımıza Tiflis Devlet Sanat Akademisi Güzel Sanatlar Fakültesi öğrencilerinin mezuniyet sergisi var.
Charlie Chaplin Tiflis'de olsa nasıl olurdu diye düşünen Zurab Tsereteli 40 yıl boyunca resmediyor Chaplin'i. 20. yüzyılın ortalarında, Tiflis'te açılan İtalyan Opera Binası ve tüm şehrin opera aryaları söylemesi etkiliyor Tsereteli'nin sanatını. Daha sonra herkesin iyi hissettiği bir dünya olan sirk de şehre gelince yetişkinler ve çocuklar aynı sevinç zamanında buluşuyor. Tsereteli tüm bu hayranlık duyduğu olayları Chaplin'i de işin içine katarak tablolarını yapıyor. Sergi ve elbet sonunda Tsreteli'nin yaşamından kesitlerin sunulduğu fotoğraf albümü zamanın nasıl akıp geçtiğini unutturuyor. Yaklaşık 3 saat kaldığımız müzeden acıkmış olarak ayrılıyoruz. İstikamet eski Tiflis.
,
Tiflis'de son günümüz. Sokaklar güzel. Hava desen o da güzel. Biz? En güzeliz. Yürüyoruz. Aklımız Tiflis'in metrosunda. İyi ki kalmış... İniyoruz. Derine, daha derine. Yerin 7 kat altına. İniyoruz. Bitmek bilmeyen bir tünelin ışıksız sonu ile karşılaşmak nasıl bir duygu bilmeden. Fotoğraf çekmek yasak. Buruk bir tat kalıyor keyfimde.
Eski Tiflis... Sen ne güzel eskimişsin böyle... Yoksa hep mi eskiydin. Heykeller yine yeniden alıp götürüyor beni. Bir tanecik alabilseydim. Alamıyorum. Alamayacağımı bile bile çaresiz bir hevesle sanat dükkanlarında alıyorum soluğumu ve geri veriyorum her bir tanesine uzun uzun bakıp hayaller kurarak. Bir tanecik alabilsem, şu küçük olanı. O atlı olanı. Kadınları bari... Alamıyorum. Zaten her şey o metroya inişte çekemediğim fotoğraf yüzünden oldu biliyorum. Keyfimin burukluğu giderek artıyor. Ama sizi temin ederim ki Tiflis sokaklarının iyileştirici bir etkisi var. Vallahi de var billahi de var. Gidin kendiniz hissedin bence.
Yolumuz belli Jan Shardeni sokağı tavaf edeceğiz. Bu günün sonunda o buruk tat yerini katmerlenmiş bir hazza bırakacak. Öyle kızgın kum, soğuk deniz hissi değil aradığımız. Biraz jazz, bir kadeh kırmızı, biraz şıklık, hatta biraz şımarıklığa ihtiyacımız var. En azından ben öyle bir ruhla arşınlıyorum sokakları... Evet anladınız, bir yanım fena halde serseri... Dolaşıyoruz sokaklarda. Gözüme bir yer kestirdim bile. Henüz kimseye bir şey demiyorum. İş bana kalırsa, ki kalır genellikle... Cevabım hazır, "eee nerde yiyoruz" diyecekler bana, ben de sanki yüz kere Tiflis'e gelmiş de gurme bir lezzeti dekorasyonundan tanıyan havalı gezgin edasıyla "tabi ki Organique Josper grill bar'da" diyeceğim. Hazırım yani... Çok ama çok hazırım.
Tiflis için kıymetli bir kadın tiyatro sanatçısının sahnelediği karakterlerden oluşan heykelleri anlatan rehbere kulak kabartıyorum. Oyunları, oyunlardaki karakterleri anlatıyor uzun uzun. Topluma yansımalarından söz ediyor. Baya bildiğin sanata övgü söz konusu. Yüzümde müstehzi bir gülümse. Kendime, bize, bizdeki sanatçıya sahip çıkılma halinin yarattığı hale bu alaycı gülümsemem biliyorum. Aslında içimin acıyan yanına kamuflajı basıyorum. Bence gayet iyi idare ettim. Türklüğümün bana verdiği gururu sahnelemem on üzerinden 11... Belki zorlasam 12 olacak ama o kadar da büyük oynamıyorum. Sonuçta eğitimini almadığım bir sanatın sahneye zorla itilmiş yoldan geçeniyim. Rehberin yanından usulca ayrılıyorum. Alkış falan da kopmuyor.
Parkı geride bırakıp, tiyatro üzerine yaptığımız sohbeti, biraz da soluklanmak için oturduğumuz banklarda, sıradaki başı kalabalık heykeli de görebilmek için uzatıyoruz. Ankaralar, ASTlar, İstanbullar, devlet tiyatroları, geçmiş yıllar, oyuncular, ah bir kez sahnede izleyebilseydim serzenişleri. ben seyrettim çalımları... Derken çekik gözlü herkese yapıştırdığımız Japon olma ihtimali yüksek grubun ardından ve yaklaşık 40 fotoğraf sonra, sıradaki heykelin başında toplanıyoruz. İlk tostçu... Yok ya değildir, ilk şarapçı... Olur mu canım her halde olsa olsa Tiflis için kıymeti var da "google" bilir inşallah diyerek hedefe kitleniyoruz.
Tam da resmettiğimiz gibi oluyor. Tam da hissettiğim gibi. Kadehler kalkıyor, geride kalan günlerin, yerlerin heykellerin, müzelerin, yemelerin, içmelerin kritiği yapılıyor. Sohbet öyle derin, öyle güzel ki.. Tatlıya yer vermesek ayıp ederiz diyoruz. Ona da yer açıp kahveyle şımarıklığı taçlandırıyoruz. Güzeliz... Öyle böyle değil... Çok güzeliz... Her birimiz, bir diğerinin varlığına ve bu gezideki katkısına selam ediyoruz. Yüreklerimiz sımsıcak bir geziyi daha geride bırakıyoruz. Döner dönmez planlarına başlayacağımız 15 günde "Devri Orta Avrupa Turu" için heyecanımızı ateşliyoruz.