Ne zamandır gezmeye niyetliydim, şu gün bu gün derken, bu sabah ilk iş Eski Hamam Eski Tas sergisini görmeye, Tofaş Bursa Anadolu Arabaları Müzesi bünyesinde restore edilen Umurbey Hamamı'nda kurulan TOFAŞ sanat galerisine gittik. Umurbey Hamamı dile kolay 600 yıllık bir hamam... İnanılmaz bir yapı...
İnanılmaz bir sergi... Hele de bu serginin, mimar kimliğinin yanı sıra tutkulu bir koleksiyoner olan ve hem müze hem de hamamın restorasyonunu yapmış olan mimar Naim Arnas'ın koleksiyonu olduğunu öğrenince daha da çok etkileniyor insan sergiden.
KISA BİR BİLGİ:
Eski ipek fabrikasının ana binası olan müzede 2600 yıl önceye ait bir tekerlekten yola çıkarak, TOFAŞ tarafından üretilen motorlu araçlara kadar bir zaman tüneline girilmektedir. Müzeye girdiğiniz gibi sizi 2600 yıl önceye ait Üçpınar Tümülüsü ve kazı çalışmalarını gösteren duratranslar karşılıyor. Orjinali Balıkesir’de olan bu tümülüsün içerisindeki araba parçaları buluntuları ve tekerlek parçaları bu müzenin başlangıç noktasını oluşturmaktadır. Devamı için...
Müzeyi gezerken iki şeye çok üzüldüm... İlginin ve bilginin azlığı. Ne yazık ki, müze ile ilgili bilgileri kapsayan bir broşür olmadığından şu soruma cevap bulamadım. Kozaklık nedir? İnternet sağolsun. Cevabım var artık.
'Kozaklık da ne?' diye sorarsanız şöyle anlatayım. 10 - 15 yıl öncesine kadar ülkemizde güçlü bir ipek sanayii vardı. Çanakkale'den Bilecik'e kadar olan yörede yetiştirilen ipekböcekleri, koza yapmadan önce dut yaprakları ile beslenirdi. Üreticiden satın alınan ipek kozalarının fabrikada işlenene kadar saklanıp korunduğu özel depolara da 'Kozaklık' denirdi
Güzel bir flora içinde asırlık ağaçlarla çevrili, büyük ahşap bir kapıdan içeri giriyorsunuz. İşte o kapıdan girer girmez kozaklık karşıladı bizi. Az ilerde, gül bahçesi ile çevrili, işletme sıkıntısı çektiği her halinden belli, şık kafeterya üzerine düşler kurup, çalan klasik müziğe eşlik eden kuşların cıvıltısında, keyif büyüttük bir süre, yanında bir bardak çayla.
Ticari amacınız yoksa, fotoğraf çekmenin serbest olduğu müzede 100den fazla görüntü çektim ve bunun büyük bir kısmı, fuaye olarak değerlendirilen, Fransız Kozaklık bölümünde, yolunu şaşıran kaplumbağa oldu. Duvar boyunca dört dönen kaplumbağa sabah sporunu yapıyor gibi geldi bize.
Müzede gezerken, herbiri bir tablo niteliğindeki at arabaları süslemeleri en çok ilgimi çekenler listemin birinci sırasını, hemen sonrasında tekerleklerin sunumu ve uçan payton (ya da fayton - çünkü müzede bir yerde payton yazıyordu başka bir yerde fayton ve bu ikisi arasında nasıl bir fark olduğuna dair bir bilgi yoktu. Hatta şöyle bir anekdot aktarabilirim hemen: "Aaa bunca zamandır yanlış biliyormuşum bak, payton değil faytonmuş, ve bir 5 dakika sonra; neyse payton diye de bir şey varmış." Bu diyalog güne damgasını vurdu. Bilginin bu tür müzelerde nasılda olmazsa olmaz olduğunun altını çizmek adına.)
Araba müzesinden çıkıp, hamama doğru ilerlerken, orta bahçede sergilenen mermer çeşme başları selamladı bizi, kütük ve taşlarla örülmüş yol, bir düş bahçesinde ilerlerken beni düş diyarlara taşıdı ister istemez.
Hamama yaklaştıkça bir ses duyduk derinden gelen, sanki çocuklar sarmış hamamı... Sonrasında bir filmin hamam sahneleri olduğunu anladığımız bu sese yöneldiğimizde Adile Naşit karşıladı bizi: Ben senle büyüyen bir kuşağın kuzusuyum Adile Teyze, iyi ki tanıdım seni.
Hamama yaklaştıkça bir ses duyduk derinden gelen, sanki çocuklar sarmış hamamı... Sonrasında bir filmin hamam sahneleri olduğunu anladığımız bu sese yöneldiğimizde Adile Naşit karşıladı bizi: Ben senle büyüyen bir kuşağın kuzusuyum Adile Teyze, iyi ki tanıdım seni.
Kurnalar, taslar, nalınlar, takunyalar, kirdenlikler, taraklar, altın işlemeli havlular, çeşme başları ve unutulmuş kültürler... Dedim ya, düş diyarlara taşıdı bizi yollar...
Yandaki görsele bir dikkatlice bakın, düşündünüz mü neden yeni bir hayat yeni bir nefes...
Çünkü şu anda, kırklanma hamamındayız...
Kırklanma hamamı bir kavramla ilişkilendirilmiş: ARINMA... Fahişelerin, pişman olup günahlarından arnmak için gittikleri hamammış. Bu ritüelle tüm ruhun temizlendiğine inanılırmış. Kırklanmak isteyen kadın, üç kez abdest aldıktan sonra natırın altın yüzüğü veya küpesini suya atarak kırka kadar saydığı sudan dökülürmüş. Kırklanan kadına, natırın iyi dilekleri ve duaları iletilir, ve temizliği tamamlanarak hamamdan çıkılırmış.
Loğusa hamamı, bugün bildiğimiz 40 uçurmaymış aslında. Doğan bebek ve annesi ilk defa 40 gün sonra bu ritüel için evden çıkar, hamama gelir ve onu doğuran ebe tarafından yıkanırmış. Ebe, annenin belini kalınca bir kuşakla sarar, elini 40 defa içine batırarak kırkladığı bir tas suyu loğusanın başından dökermiş. Bir çeyrek altını, akan suya çarpan ebe, -sanırım bolluk ve bereketin onlarla olması için- dualarını okur ve töreni sonlandırırmış.
Hamamlar sadece bir arınma, temizlenme alanları değil, kadınların sosyal ortamlarıymış o dönemlerde anladığım kadarıyla; doğum, askere gönderme, evlenme gibi sosyal olayların paylaşım alanı hep hamamlar olmuş kadınlar için. Hatta, bilirsiniz, eskinden kızlar hamamlarda beğenilirmiş... Tüm çıplaklıklarıyla görülebildikleri için herhalde... İlgimi çeken olaylardan başka bir tanesi de hamamlardaki yeme - içme ritüelleri. Mesela, asker hamamında, asker annesi bütün komşularını çağırır, eğlence düzenler ve bütün masrafı da kendisi karşılarmış. Amaç, oğul askere su gibi gidip, su gibi gelsin...
Peki onbeş hamamını duymuş muydunuz? Gelinler gerdek gecesinden sonraki 15. günde, tüm yakınlarıyla gelip, tecrübesini paylaşıyordu herhalde, tabi ki arınarak.
Evliya kurnası, kadın hamamlarına ait bir bölüm, tahmin edeceğiniz üzere; dilek tutmak için. Ama bence ilginç olanı, dilek tutarken dua etmenin yanı sıra, yoksul birinin yıkanma masrafını üstlenerek, yıkandığı hamama; sabun, takunya ve süpürge gibi hediyeler bırakması. Eskiden hem daha temiz hem de daha duyarlıydık galiba...
Hamamı gezerken ve o kültürle yoğrulurken, üzerimize sinen; hamamın kendine has kokusu ve zarafet duygusu oldu. Mesela, öyle zarif buhurdanlıklar vardı ki, kendimi o zaman dilimine ışınladım ve o hamamda bir kadın oluverdim, ritüellerin tam ortasında, arındım ve dualarla uğurlandım. Gümüşle kaplanmış topuk taşlarıyla ovdum ayaklarımı ve kemik ya da gümüşten yapılmış taraklarla taradım saçlarımı...
Hamamlar sadece bir arınma, temizlenme alanları değil, kadınların sosyal ortamlarıymış o dönemlerde anladığım kadarıyla; doğum, askere gönderme, evlenme gibi sosyal olayların paylaşım alanı hep hamamlar olmuş kadınlar için. Hatta, bilirsiniz, eskinden kızlar hamamlarda beğenilirmiş... Tüm çıplaklıklarıyla görülebildikleri için herhalde... İlgimi çeken olaylardan başka bir tanesi de hamamlardaki yeme - içme ritüelleri. Mesela, asker hamamında, asker annesi bütün komşularını çağırır, eğlence düzenler ve bütün masrafı da kendisi karşılarmış. Amaç, oğul askere su gibi gidip, su gibi gelsin...
Peki onbeş hamamını duymuş muydunuz? Gelinler gerdek gecesinden sonraki 15. günde, tüm yakınlarıyla gelip, tecrübesini paylaşıyordu herhalde, tabi ki arınarak.
Evliya kurnası, kadın hamamlarına ait bir bölüm, tahmin edeceğiniz üzere; dilek tutmak için. Ama bence ilginç olanı, dilek tutarken dua etmenin yanı sıra, yoksul birinin yıkanma masrafını üstlenerek, yıkandığı hamama; sabun, takunya ve süpürge gibi hediyeler bırakması. Eskiden hem daha temiz hem de daha duyarlıydık galiba...
Hamamı gezerken ve o kültürle yoğrulurken, üzerimize sinen; hamamın kendine has kokusu ve zarafet duygusu oldu. Mesela, öyle zarif buhurdanlıklar vardı ki, kendimi o zaman dilimine ışınladım ve o hamamda bir kadın oluverdim, ritüellerin tam ortasında, arındım ve dualarla uğurlandım. Gümüşle kaplanmış topuk taşlarıyla ovdum ayaklarımı ve kemik ya da gümüşten yapılmış taraklarla taradım saçlarımı...