10 Nisan 2009

ÇOK ŞEY Mİ İSTİYORUM




gelmeyeceğini bilsem de bekliyorum nedensizce
şarkımızı dinliyorum gecenin sessizliğinde
bir sigara yakıyorum
yataktayım kızarsın biliyorum ama
bu gece böyle olsun istiyorum
ne de olsa doğumgünüm
şımarmak istiyorum

sabah yataktan kalkıyorum
portakal sıkıyorum bir tost yapıyorum
bir tepsiye koyuyorum hazırladıklarımı
bir frezya dalı koyuyorum ince beyaz bir vazoya
bir kart yazıyorum kendime
geliyorum yatak odasına
uzanıyorum yatağıma
alıyorum tepsiyi kucağıma
biliyorum kızarsın sen ama
bugün benim doğumgünüm
şımarmak istiyorum

kahvaltım bitince
giriyorum duşa
ılık sularla yıkıyorum kendimi
en güzel kokulu duş jeliyle köpük köpük yapıyorum tenimi
nasıl şımarıyorum duşta
şarkılar söylüyorum sesimin en mutlu tonunda
sarınıyorum bornozuma
gidip salonun orta yerinndeki koltuğuma uzanıyorum umarsızca
uyuyup kalıyorum oracıkta

telefonlarım çalıyor ısrarla
uyanmıyorum
kapıma dayanıyor dostlar açamıyorum
bir rüyadayım içinde senin olduğun
hiç ama hiç uyanmak istemiyorum
Lyambiko çalıyor fonda
sesinin tınısında sesini buluyorum


bugün benim doğumgünüm
sen gelip beni şımart istiyorum
söyle hayat çok şey mi istiyorum...







08 Nisan 2009

BU GECE



masa kurmalıyım bu gece kendime
balkonda ayın doğuşuna karşı koymalıyım sandalyemi
bir masa örtüsü çıkarmalıyım sandıktan
bir gün gelecek misafir olmalıyım kendime


içmeliyim bu gece kendime
kadeh kaldırmalıyım gelecekteki mutlu günlere
bir buz atmalıyım rakıma
bir gün kadehimi tokuşturacak sevgili olmalıyım kendime


uyumalıyım bu gece kendime
yatmalıyım en güzel rüyayı görebilme ümidiyle
bir yorgan almalıyım üzerime
bir gün kollarıyla beni saracak sevgili niyetine


___________________________________________


Fotoğraf / Cocoon © Daria Endresen

07 Nisan 2009

EDİTÖRÜM HERŞEYİM

Oldum olası sevmem uyumayı. Annem anlatır, çocukken eve gelen misafirleri ne yapar ne eder sabahın köründe uyandırırmışım bin bir tembihe rağmen. Ben günü yaşamayı severim. Işığı, güneşin yaydığı enerjiyi severim. Yeterince almalıyım günün bana verdiklerini. Umudu, yaşama sevincini…Umudunuz hiç solmasın, yüzünüz hep ışıkla aydınlansın…

Yazmışım 2006 yılının Ocak ayının 22. gününe denk gelen postuna. Ve canım kardeşim ilk ve tek yorumunu o yazı üzerine yazmış bana. Çok özledim. Okudum yazdıklarını paylaşmak istedim Konuk Yazar köşesinde.

Kendisi kendi kaderini çizen bir çocuktur aslında ve babamın-annemin kendi kaderlerini çizerken ki disiplini sadece ona yansımıştır genlerin taşınması sırasında. Bildim bileli uzaklardadır, bildim bileli özlerim ben onu. Akıllıdır. Duygusaldır. Candır. Çok güldürür beni. Sevmez hakkında konuşulmasını, acaip bir şey olur duyunca. Kızar falan bize. Ama napalım çok konuşulası, iyi konuşulası, çok sevilesi bir çocuk o... Ailecek özler, severiz kendisini...

Üniversite dergisine yazdığı yazısı jüriden geçmemiş olsa da derginin editörü olarak seçilmiş benim canım. Kendi yorumu da şu olmuş anneme “Sonradan okudum da çok sıkıcı olmuş valla.”
Öperim onu ben, kutlarım çok. Bir de çok severim, deliler gibi özlerim.

Sizi onun bana yazdığı yorum ile baş başa bırakırım, ben bu arada sesini duymak için telefona sarılırım.
Bu yazı üzerine ben de bir şeyler yazayım bari. Sevgili ablamın dediklerine her ne kadar katılsam da, kendimi "geceleri" savunma ihtiyacı içinde hissettim. Gece neden güzeldir?Bir kere karanlıktır gece. Aydınlatmak istediğini aydınlatır, gerisine karışmazsın. Canin isterse hiçbir şey yakmaz karanlıkta oturursun. Gündüz hiç öyle midir? Her türlü inisiyatifi elinden alır, aydın ve ışıkta olmaktan başka çaren yoktur. Seçim özgürlüğünü kısıtlar.Benim yıldızlarla herhangi bir platonik veya romantik bir bağım olmamasına rağmen onları güneşe tercih ederim. En azından güneşin o despot hükümdarlığı yoktur gecede. Binlerce yıldız istediği gibi yanıp söner, hem de güneşten çok daha uzakta.


Ablam bilir, ben de küçükken herkesin kalkmasını isterdim. Ama öyle "kalksınlar, günü yaşasınlar, bak ne güzel güneş lay lay lom" diye değil de, can sıkıntısından patlamamak için. Şimdi biraz deisti bakış açım. Geceleri (ama saat 9, 10 değil benim bahsettiğim, bayağı gece, öyle aksam makşam değil yani) pek kimse olmaz etrafta, sokakta az kişi gezer; evdeysen yatmıştır ev ahalisi kesin. Sonra istediğin kadar otur gece senin! Az kişiyle paylaşırsın, tabii milletin isi gücü var uyur. Bırak onlar kapışsın günü gece sana kalsın. Sonra sabahın ilk ışıklarını kaçırmaktan falan korkuyorsan, otur sabaha kadar kim tutar seni! Seyret sevgili güneşi, sonra ona nazire yaparcasına "oh bu kadar yetti, bana müsaade, hadi size iyi günler" deyip, güneşe naz yaparak salına salına odana çekil, devir kafayı. Sonra güneş istediği kadar yollasın ışınlarını, seni rahatsız etmesi mümkün değil garibanın, kendini boşuna hedere etsin dursun artık.

Benim bir de şahsi sebeplerim vardır. En önemlisini yazayım ve bitireyim. Güneşi pek sevmem. Bütün yıl karanlıkta oturmak istemem tabi ki de, bana güneş batar. Yazın öğle saatlerinde mümkün değil adim atmam dışarı. Sıcak basar, kurdeşen dökerim. Hakikaten sinirim bozulur karakterim değişir, nemrut ve çekilmez olurum (sanki nemrut çok çekilir bir şeymiş gibi, neyse...). Yani esin dostun ziyan olmaması için benim güneşle çok sık bire bir kalmam engellenmelidir. Alışverişe, gezmeye, hatta denize bile gitmem.

Amma çok yazdım. Yeter. İşe döneyim. Zaten uykum var, gece gene oturdum saat kaça kadar. Manyak mıyım neyim!

Abla Notu 1 : Hafif bir manyaklık var kabul etmek lazım...
Abla Notu 2 : Aradım yazıyı yayına verdikten sonra kardeşi... Çok güldürdün gene beni... Ama çok... Gözümden yaş geldi ve hatta boğuluyordum bir ara.

NASIL ?

Baharda güneşli bir günde ilk merhabam hayata. Sevmem ben güneşsiz günleri. İlk olsun son olsun ama illa ki bahar olsun isterim. Hüzün kaplar bedenimi. Yüreğim çoktandır alışık bu duruma. Bazen düşünüyorum da galiba seviyorum ben bu ruh halimi. Hafif melankolik bi o kadar deli. İçinde garip bir mutluluk gizli. Öyle büyük şeylere ihtiyaç duymayan, küçük şeylerden mutlu olan bir kız çocuğunun farkındalık hali.


***


Haberini aldım gelmişsin buralara. Yolun düşmüş yani. Uğramamışsın, olsun. Aramamışsın ona da eyvallah. Hiç mi özlemedin diye düşünmedim desem yalan olur. Belki özledin belki de çok özledin de ondandır arayıp soramayışın. Arasam mı acaba ? Merhaba desem mi ? Ama bahar değil ki şimdi.

SÖYLE NASIL UMUTLANAYIM ÖZLEYİŞİNE

Ben hüzünlerdeyim.
Karanlıklar içinde kendi yalnızlığımla boğuşuyorum
Sonra yalnızlığımı kırpıp kırpıp havaya savuruyorum.
Elime düşen bir damla yaş.
Havaya bakıyorum


öyle karanlık

öyle ürkütücü

biliyorum yağmur yağmayacak bu gece.

İlk damla değil içime düşen FARKINDAYIM.
Ama devamı gelecek,

başımın üstünde kara bir bulut,
gelip yüreğimi ıslatacak bu gece.


Başımı hemen önüme eğip hızlı adımlarla arkama bakmadan yürüyorum.
Sonra aniden sanki şaşırtmak ister gibi kendimi; durup dönüyorum.
Herşey aynı.
Aynı hüzün, aynı yüz, aynı yürek, aynı bekleyiş...

KORKUYORUM

Aniden uyanıyorum.
Ayağa kalkıyorum.
Bir düş gördüm diyorum kendi kendime.
Hey sana diyorum: İnanabiliyor musun bir düş gördüm ikimize dair.

Yokuştan iniyoruz beraber.
Yetişmeye çalıştığımız bir kalabalık var.
Hadi diyorum geç kalacağız.
Gülümsüyorsun.
Çok geç kaldık diyorsun.


Uyanıyorum.
Kafam karışıyor.
Aynaya bakıyorum.
Ben ben değilim o anda.
Zorluyorum ama kendimi göremiyorum.


Sana dönüyorum
Usul usul yaklaştıkça,
Seni
Re(i)simleştiriyorum
Sen bensin
Ben koskocaman bir boşluk.



Biliyorum ben o köprüyü geçemeyeceğim bu günlerde.
Neden diye soran olursa cevabı basit;
bahar hala gelmedi bizim buralara...

Baharı silip, umut yazıyorum yerine...
Sonra bir daha silip aşk yazıyorum...
Bir kez daha silip sen yazıyorum...
Olmuyor hiçbiri o boşluğu doldurmuyor.

Cümleyi değiştiriyorum sonunda;
Biliyorum ben o köprüyü geçemeyeceğim bu günlerde...
Neden diye soran olursa cevabı basit:

YETERİNCE İSTEMİYORUM DA ONDAN


____________________________

İlk Yayın Taihi / 01.12.2008

KAPI


ÖNCELEYİN
Önce bir ellerin vardı yalnızlığımla benim aramda
Sonra birden kapılar açılıverdi ardına kadar
Sonra yüzün onun ardından gözlerin dudakların
Sonra her şey çıkıp geldi
Bir korkusuzluk aldı yürüdü çevremizde
Sen çıkardın utancını duvara astın
Ben masanın üstüne koydum kuralları
Her şey işte böyle oldu önce
Cemal Süreya


HATIRLAMAZSIN TABİ NE BENİ NE DE KENDİNİ
NE İLK KARŞILAŞMAMIZI NE BİRBİRİMİZE TUTKUYLA GÜLÜMSEMEMİZİ
KAHRAMANIMDIN SEN BENİM
EN Bİ KADININDIM BEN SENİN
AMA SUÇLUYDUN İŞTE
FARK EDİNCE AFFEDEMEYECEĞİNİ KENDİNİ
KAPATTIN KAPILARI TEK TEK ÜSTÜME
AMA NE OLDU BİLİYOR MUSUN?
KAPATTIĞIN KAPILARI TEK TEK ARALIYORUM ŞİMDİLERDE
GÜNEŞ GİRDİ İÇERİ.
ÜRPERDİM ÖNCELERİ
FARK EDİNCE ÜRKEKLİĞİMİ SESLENDİ UZAKLARDAN BİRİ:

Zemheri gelmiş senin yüreğine
arada güneş açsa da
bahara uzak düşmüşsün işte.
Benim güneşim bazen salak saçma çalışır ama
ne zaman istersen senin olabilir


DEDİ BANA...
BENİM GÜNEŞİM DE SALAK SAÇMA ÇALIŞSIN İSTİYORUM BUGÜNLERDE
YÜREĞİM ARTIK ÜŞÜMESİN, KAHKAHALAR ATSIN KENDİ BİLDİĞİNCE


_______________________________


İlk Yayın Tarihi / 12.12.2008

06 Nisan 2009

BENİ BENİMLE BIRAK



Kadın sabahın ilk ışıklarına gülümseyerek MERHABA dedi. Yeni bir gün başlıyordu gene. 63 yıldır hep umutla kalkardı yataktan da sonra ne olurdu bilemezdi. Gün uzarken geceye umut da onla mı giderdi anlayamazdı.

Kontrol günüydü bugün. Sevmezdi kontrol günlerini. 10 yıl önce kalbi teklediğinde “doktor üzmeyeceksin bu kalbi, canın sıkılmayacak ona buna, dikkat edeceksin. Seni sevenlerle mutlu olduklarında beraber olacak gerisinden uzak duracaksın" demişti.

Daha 40’larında bile yoktu doktoru. Önemli başarılara imza atmış yakışıklı bekar bir adamdı. Ne de çok kızmıştı genç doktora. Ne yaşadın ki sen diyecek oldu, sustu. Ne çok korkmuştu ölümden o gün.

Kızı daha yeni evlenmişti. Torunun göremeyecek miydi? Damadı sevememişti. Bir zeka pırıltısı yoktu genç delikanlının bakışlarında. Durgun bir hali vardı, kendisi ancak pişmemiş sarımsak yer tansiyonu düşer ve bu kadar durgun olurdu. Ama kızı sevmişti genç adamı. Evlendikleri gün de aynı temennide bulunmuştu.

Yeter ki mutlu olsunlardı. Heyecanlarına yenik düştüğü 30’lu 40’lı yaşlarını anımsadı. Ne hareketliydi. Ne neşeli. Düşer düşer ayağa kalkardı. Şimdi öyle miydi? Ne de olsa kaç yangın geçti bu yürekten kaç yara aldı ruhum diye düşündü. Arkadaşlıkları, para sıkıntıları, sosyal çevresi, ailesi, kız kardeşi, çocukları, eşi, abisi... Kimler kimleri çağrıştırdı. Radyoda çalan şarkı ile kadın hayallere daldı.


Beni benimle bırak giderken
Başka bir şey istemem ayrılırken
Bana bir tek beni bırak ne olur
Gerisi senin olsun
...
Sanma ki senden senin uğrana verdiklerimden
Geriye bir şey isterim sen ayrılırken
Sanma ki senin için yaptıklarımın
Hesabı sorulacaktır senden


Kim kimin için yazmıştı acaba diye düşündü. Bu şarkıyı bilmezden önce kendisine yazılan cümleyi hatırladı. Gözyaşına karşılık yazılan o uzun mektuptan arda kalan tek cümleyi

Beni bana bırak ben seni sana bıraktım.

Adamı düşündü, biliyor muydu acaba bu şarkı sözünü. Kendisi ile konuştuğunu fark etti: “aslında hepimiz insanız aynı duygularla yoğruluyor aynı hislerle boğuşuyoruz.”

"Beni bana bırak ben seni sana bıraktım. " demişti adam giderken...

Oysa adam onu alsın kendine götürsün istemişti de diyememişti adam kapıyı kapatırken.

Özdemir Asaf'ın da dediği gibi.

NOKTASIZ
Biri gelir sorarsa
Sana beni sorarsa
Gitti der misin
Gittiğimi söyler misin
Gidiyorum ben sana
Benimle gider misin.


Adamı gülümseyerek düşünmesi kadını düşündürdü. Yaşanmışlıklarına sığdırdıkları duygular gelince aklına, gözyaşına söz dinletemedi. Adam en çok buna kırılmıştı, incilerini adamın yüreğine bu kadar kolay bırakıvermesine. Ağlamazdı adam. Öfkeye dönüşürdü gözyaşları. Sevmezdi hüznünü paylaşmayı. Saklardı kendini kendine, hüzün yüreğine hapsolurdu. Adamı hiç öyle görmemişti hatta düşünmemişti. Kadın şiirleri ezbere bilmezdi, baş ucu kitabı yapar fal bakardı şiirlerden kendine.


AĞLAMAK
Ağlamak
Unutmak kadar kolaydır inan
Sevin ağlayabiliyorsan
Sevin ağlıyorsan
Gül ağlayabiliyorum diye
Gül ağlıyorum ağlaıyorum diye
Sana bir şey yapamam
Ağlayamıyorsan



Heybetli bir adamdı. Güzel bir yüzü kocaman elleri vardı. Kendi ellerine bir daha baktı. Sahi ne de küçük kalmıştı elleri adamın avucunda. Gülümsedi. Ellerini severdi kadın. Tırnaklarını. Kırışlıklarına baktı. Kum tanelerini tutmaya çalışırken ki hallerini anımsadı. Nasıl da güçlü, nasıl da inatçı elleri vardı. Şarkı sözlerini mırıldanırken, Kum tanelerinin bıraktığı kırışıklıklara baktı.

Beni benimle bırak giderken
Başka bir şey istemem ayrılırken
Bana bir tek beni bırak ne olur
Gerisi senin olsun

Adamın zekasına bir kez daha hayran kaldı. Ne de olsa ya ayrılmayacak ya da rakip olacaklardı. Adam son hamlesini çok zekice yapmıştı.
Zaten aşık olduğu zekası değil miydi? Nasıl da ustaca ve bilgece cevaplar verirdi bana diye düşündü. Nasıl da zorlardı beni. Zaten en çok da zorlayışını sevmişti.

Gözünde bir anı belirdi yüzünde bir gülümse. Utandı bu yaşta adamla uyanışına. Bedeninin o günkü gibi yanışına. Adamın koca ellerini hissedişine. O ellerin bedenini sarışını hatırlayışına öfkelendi. Nasıl da izin vermişti. Hayat dedi nereden alıyor nereye getiriyor. Hayal koridorlarında yolculuğu devam ederken radyoda anons geçti. Saat 9 haberlerine kulak kabarttı. Bu memleketin hali giderek kötülüyor dedi. Güne geç kalmanın heyecanıyla yataktan kalktı az sonra torunu gelecekti. Allahtan torunu kendisi gibi hareketliydi, zekası gözlerinden fışkırıyordu. Şimdi fırtına gibi içeri girer

“Anane sadece bu kadar mı hazırlık yaptın” diye azarlardı. Sonra kucağına atlar. Sımsıkı sarılırdı. "Özledim seni, kokunu" derdi öperdi. Kokuya önem verirdi. Daha küçücüktü "Ananen nasıl kokuyor" diyenlere "Temiz" derdi. Duştan çıktı kapı çaldı. Derken başladı yaşam kendi rutininde dönmeye. Kahvaltı masası günün telaşını yaşarken, kadın şarkısını mırıldandı.

Beni benimle bırak giderken
Başka bir şey istemem sen ayrılırken
Bana bir tek beni bırak ne olur
Gerisi senin olsun

Senin olsun


Kahvaltı masasından izinle kalktı.
Odasına dönüp kafasını kurcalayana bir fal baktı:

KALAN
Bir şey kaldı gecelerden birinde Senden.
Öncesinde bilinmemiş birşey,
Silinmez bir ses gibi giden..
Kelimelerden büyük, kelimelerin içinde,
Bir şey kaldı senden
Yaşamalar'ın arasında kaçamaklı.
Veriliş rengi başka, alınış rengi başka..
Söylemeye vakit kalmadan
Dudakların altına bırakılmış bir şey.
Karanlıkların tam ortasında bir kırmızı nokta..
Gözlerce pırıl pırıl, ellerce saklı.
Bir şey kaldı, bir denizin kıyısında senden,
Bakışlarla yüklü, söylemelerle sessiz..
Seninle dolu, seninle sensiz bir şey..
Arandıkça bulunmamış yıllar yılı,
Bulundukça aramaklı.



______________________________________


Fotoğraf / Morning © Robert Strahinjic
Şiirler / Özdemir Asaf
İlk Yayın Tarihi / 09.11.2008
Şarkı Sözü / Mehmet Teoman

İSTEMEM



Yazıp sildiğin kaçıncı başlangıç bu. Daha kaç kez sonunu görmeden baştan sileceksin. Sonra da benim kaderim bu diyeceksin. Söylesene, sen devam etmek istemezsen, sen bir yanlışlık var dersen, sen sonunu merak etmezsen, o sonu değiştirmek istemezsen yazılır mı hikayeler.

Sen masallara inandın diye, hep mutlu olmak zorunda değil ki sonu. Bir kere mutlu olmadı diye, masallara kulakları tıkamak niye. Daha ne kadar kapatacaksın kapılarını senin dışındaki evrene söylesene. Kapını her çaldıklarında arka odalara kaçmalarda neyin nesi? Yakışıyor mu sana?

Her insan kendi masalını kendi yaratır ve kendi kahramanlarını kendisi belirler unutma. Sen prenses olmak istersen ve bir prens tarafından uyandırılmaksa niyetin, masal aynı cümle ile başlamasa da benzer bir cümle ile bitebilir sonunda.

Sen istersen...


- İSTEMEM


O zaman başkalarına bel bağlama. Sen istemedikten sonra onların yapacakları birşey kalmıyor, anla artık ve devam et kendi kurguladığın yalnızlık masalına... ve en önemlisi mutlu olmayı öğren seçtiğin masalda.


_______________________________


Kırmızı Günlük, Prenses'e yazmış bugün, yazdığım yorumdan sonra aklıma takıldı hem prenses olmak istemeyeceksin hem de olamadım diye üzüleceksin. Olacak iş mi yani?

_______________________________