29 Nisan 2009

SEVMİYORUM MU?



Sevmiyorum gibi geliyor bazen seni... O bildik kasvetli havandan mıdır, soğukluğundan mıdır bilmem... Garip bir ilişki var seninle aramızda; bazen ol istiyorum bazen alabildiğine uzak ol benden. Bazen seninle dalıyorum hayallere, bazen sen varken yüzüme çarpıyor gerçeklikler... Nerede ne zaman karşıma çıkacağını bilmediğimden ürküyorum senden... Gelişini haber veren halin var ya senin, beni ürküten çocukluğumdan kalan bir anı belki de bende... Yoktun günlerdir, haber bile alamıyordum senden... Gelmez dedim bir kaç ay, uğramaz bizim buralara... Ama geldin. Ve ne geliş... Önce soğukluğun geldi... Sonra o ulaşılmaz havan. Gri en çok sevdiğin renk ki seni siyahlar içinde gören de olmuş.

Ben en çok renkli kemer dolanıp da beline, güneş rengi saçlarını salınca seviyorum aslında seni. Hani var ya bir bulutun ardından salına salına, hani utangaç bir halin var var ya, işte en çok o halini seviyorum. Bir de bazen sinirlenince kükreyip, yer yerinden oynarcasına ve hatta bardaktan boşanırcasına hallerin var ya... İşte o zamanlarda şömine başında, alıp da şarabımın en kırmızısını elime ve yüreğim doymuşken aşka, sesini dinleyişim var ki tek kişilik koltuğumda doyum olmuyor sana.

Bir de delirdiğim zamanlarım var şehre geldiğini duyunca, atarım o anda kendime sokaklara. Deli derler, hasta olacaksın derler ama ben tenimde isterim seni, umursamam kimin ne dediğini. Tenime dokun, ıslat bedenimi, saçlarımı okşa ve gözlerimden yaş olup ak yanaklarıma. Kimse bilmez sanarlar ki aşk bizimkisi... Değil, inan değil... Ben senin arkandan gelene aşığım aslında. Ben sen gidince gelecek olana hasretim en çok. Senin soğukluğun yok onda. Senin kasvetin, kibirin... Senin varlığının beni mutlu ediyor oluşu; eve dönünce sevdiğimin nefesine sığınışım. Sokuluşum koynuna ve doyasıya sevişişim aslında...


______________________________________


Fonda, Jimmy Smith - Summertime çalıyor...

Dört mum yaktım biri sana biri bana... Kalan ikisi geceye...

Kırmızı bir şarap dünden kalma, çıksa çıksa iki kadeh...

Yağmur yağıyor burada, haberin ola...

_____________________________________

Fotoğraf / In her Element © Richard Ford

YÜREĞİMİN UCU



Aşkın Nur Yengi - Karanfil

Kafasında çalan şarkı neden ve ne zaman takılmıştı bilemedi ama iki sabahtır mırıldanarak uyanıyordu güne.

Kırılma, küsme sen yine bir şiir yaz
Çok değil inan az kaldı az
Bu kadar erken susma biraz bekle
Ağlama, ağlama gül biraz
Duşunu aldı, güne gülümsüyordu da neden içinde garip bir sızı vardı bilemiyordu. Yorulmuştu bu hallerinden. Her gülümsemesi kırgınlığının sızlamasıyla sonuçlanıyordu da sanki artık gülümsemek bile istemiyor gibi bir halle açtı arabasının kapısını. Radyo istasyonu her zaman ki gibi NY Jazz Station'a ayarlanmıştı. Birden frekans karıştı ve günlerdir dilinin ucuna gelen şarkının sözleri arabanın tavanına çarparak cama, oradan da kulağının içine kadar girdi. beynin hücrelerinde öyle hızlı dolanıyordu ki yakalamak bile imkansızlaşıyordu. şarkı aniden bir anının kapalı kapısının önünde durdu. Kadının gözünden iki damla yaş geldi. Kadın radyoya uzandı ama radyo yerinde yoktu. Yol uzadıkça uzamış, Çeşme 45 yazan bir yol kenarı tabelasına takılı kalmıştı gözleri. Neler oluyordu anlamadı. Arabanın, direksiyonun, radyonun ve hayatın hakimiyetini kaybetmiş bir halde ilerlemişti ve yol onu çok sevdiği Çeşme'nin rüzgar değirmenlerinin olduğu noktaya getirmişti. Araba kendi kendine durduğunda Alaçatı girişindeydi. Arabanın direksiyonunu sahile ulaştıran yola kırdı. Radyo susmuştu. Ve direksiyonun hakimiyeti tekrar ona geçmişti. Kadın yüreğinin ucunu acıta acıta ve bağıra bağıra söyledi şarkının tamamını:
Ah benim örselenmiş incinmiş karanfilim
Bir sessiz çığlık gibi kırmızı masum narin
Bu ürkek bu al duruş söyle neden bu vazgeçiş
Ne oldu ümitlerine bu ne keder bu ne iç çekiş

Sen ki özgürlük kadar güzelsin, sevgi kadar özgür
O güzel başını uzat göklere, gül güneşlere gül

Kırılma, küsme sen yine bir şiir yaz
Çok değil inan az kaldı az
Bu kadar erken susma biraz bekle
Ağlama, ağlama gül biraz
Sahile vardığında ağlıyordu ve yüreğindekileri almıştı eline. Öptü bir iki kere, vazgeçer gibi oldu ama yapmak zorundaydı. Usulca denize bıraktı...

Bildik bir hikayenin hüzünlü sonu gibi geldi herşey ona. Baktı denize bıraktıklarına. Kurduğu hayaller bir bir batarken, son bir çığlık yükseldi denizin ortasında. Kadın sesin geldiği noktaya dikti korkak bakışlarını ve uzattı ellerini anıları terk etmek istemez gibi. Deniz soğuktu bu mevsimde. Rüzgar yüreğinin ucunda kalan son sızıyı yaladı, soğuk yüzüne vurdu, kadın bir iç çekti; derin...

Başını kaldırdı gökyüzüne... Yağmur çiseliyordu ve bir damla denk geldi gözüne. Eliyle sildi yaşını. Koydu ellerini gri renkli, bol paçalı kargo pantolonun cebine. Eşofman üstünün kapşonunu geçirdi başına. Ayağının dibindeki taşı aldı eline, attı denizin üzerine... Üç kere kaydırabilirsem veya daha fazla dedi... Kaymadı taş attığı gibi battı denizin dibine. Zaten dedi, zaten ümidim olsaydı tek başına mı olurdum ben bu sahil şeridinde. Arabasına doğru yürüdü. Şarkıyı mırıldanıyordu gene.

Kırılma, küsme sen yine bir şiir yaz
Çok değil inan az kaldı az
Bu kadar erken susma biraz bekle
Ağlama, ağlama gül biraz





_____________________________________________________________
Söz: Sezen Aksu
Müzik : Sezen Aksu ve Uzay Heparı
Fotoğraf / flowers © diana

27 Nisan 2009

İYİ SAATTE OLSUNLAR




Halim Öyle - Zerrin Özer

İçimden geldi... Aslında kafamdan geçti... Yoksa içimden mi geldi...

Bilemedim siz karar verirsiniz okuyacak sabrı bulursanız tabii...

Şimdi durum şu; aslında yazmak istiyorum ama ifade edemiyorum. İfade ediyorum da tam olarak mı emin değilim. Söylemek istediklerimi değil de sanki söylenmemesi gerekenleri yazıyorum. Yoksa aslında tam da söylemek istediklerim mi yazdıklarım bilemiyorum. Bazen şaşıyorum bazen kalıyorum. Bazen akıyor kelimeler bazen tıkanıyor kalemimin ucu. Sanki tükenmez kalemim tükenmiş de yazamaz olmuşum. Siliyorum, yazıyorum... Yok, mantık olarak önce yazıyorum sonra siliyorum. Ama sanki önemli olan ne zaman silmeye başladığım. Kafamda oluştuğunda mı siliyorum ki onlar zaten yazılmamış oluyor dimi? Elim klavyyede harfleri basmaya başlayınca mı geri tuşu ile siliyorum yoksa kelime tamamlanıyor da okuyunca önce seçiyor, silmek gerek bunu diye düşünüyorum da mı siliyorum? Giderek karışıyor muyum? İyi saatte olsunlar, gidişatımı beğenmiyorum...


Hayatıma bakıyorum da, nerede duracağımı biliyor muyum? Mesela durmam gerektiğini bildiğim için mi susuyorum, sustuğum için mi durmuş oluyorum. Kafam karışınca neden işin içinden çıkamıyorum. Kendi kendime konuştuğum için mi deliyim mesela yoksa deli olduğum için mi kendi kendime konuşuyorum. Diyelim ki yazmamın sebebi kendi kendime konuştuğumu gizleme meselesi. O zaman ben yazdığım için deli olma ihtimalini mi seviyorum? İhtimal dışı bir sevme meselesinin yazı yazmak, deli olmak ve hattı zatında şu anda ardı ardına sıraladığım cümleler silsilesi ile bağlantısını kurabilen varsa beri gelsin. Yan yatsın çamura batsın. Olmadı çuvaldızı kendine batırsın. Acırsa insan olduğunu anlasın, acımazsa eşek cennetini boylasın. Oradan oraya zıplama yazışma şampiyonası seçmelerine katılma formunu bulan bana yollasın.

Form mu bulacaktık, formül mü? Formül iyidir... Aman işte birşey bulamayan taksın kafasına bir huni olmadı kulaklık, evde deli deli bağıra çağıra şarkı söyleyip dans etsin. Hayırdır diye sorana parti veriyorum desin. Evde yalnızsa soru soran kendisi mi acaba diye düşünsün, durumdan tedirgin olup hoplayıp zıplasın. Delirmeye beş kala, aşağıdaki komşu gelsin. Kapıyı açar açmaz, birini tepinerek öldürmeye çalışıyordum da desin. Komşu şaşkın şaşkın bakarken kahkahalar atsın...


Kandırdımmmmmmmmm

diye bağırsın. Bağırırken boğazına sinek kaçsın. Boğulurken çıkarttığı seslere gıcık olan alt komşu umursamayıp deli bu ya desin, dönsün gitsin. Anlaşmalı sinek uçarak uzaklaşsın.

Ne anlatıyorum ben diye durup düşünürken kadın... Aklına aklı gelsin.

Kadın durulsun. Dursun...

Dursun da kim yahu?


26 Nisan 2009

SIRADAN BİR PAZAR MI?

Sabah erkenden kalktım, kızarmış ekmek kokusu geldi burnuma. Dün akşamki partiden eser yoktu evde keyfimden başka. Gülümsedim.

Şımartılmak konusunda evrene gönderdiğim mesajın etkilerinin hala devam edişini şaşkınlıkla karşıladım. Geceyi düşündüm, önce balık rakı arkasından Teoman konseri... Eve döndüğümde Buraneros'un parti fikri ile karşılaşma, ev sahibi abi uyuduğu halde nezaketle keyifli sohbete devam eden kardeş Efsa ile geceyi uzatma... Pek güzeldi pek güzel...

Yataktan kalkmak konusunda tembellik yaptım bu sabah aslında. ADHD'm pik yaptığından arada kalkıp balkondaki çamaşırları topladım. Anne baba ile Mudanya'da dostlarla balık planı yaptım. Ütülerin kolay olanlarını bitirdim. Kahvaltı etmeden hemen önce tekrar yatağa uzandım ve sabah gazetelerini okudum. Keşke portakal suyu sıkıp getiren olsa dedim. Boş eve baktım. Evren bu kadarını da yapamaz herhalde dedim. Peki kızarmış ekmek kokusu da neyin nesiydi a dostlar, yoksa mutfakta birimi var? Gazeteleri bitince yataktan kalktım. Duşa girdim. Mis gibi koktum kendine, sevdim kendimi. Balkona çıktım güneşi gördüm, o bir film miydi...? Ama ben de görmüştüm güneşi işte hem de bulutkarın içinde. Güneş ısıttı çıplak kollarımı. Üzerime bir şey daha almam gerektiğine karar verdim. İçeri girdim. Evin kapısının önünden geçerken, dün aldığım 1001inci ayakkabımı özenle ayakkabı dolabına kaldırdım. Of ne olurdu dünyadaki bütün ayakkabılar benim olsaydı. Evren bunu yapabilirdi de ev o kadar büyük değildi. Sonra köşedeki parkta bir bankta uyumak zorunda kalabilirdim.
Daha fazla saçmalamadan hazırlıkları tamamlamak gerek. Baba dakiktir, 12 dedi mi tekerlek döner valla. Dün benim şoförlükten memnun kalmamış olacak zaar bugün ben gelip alırım seni dedi. İşte çaldı telefonum. Allahım daha sadece bir gözümde rimel var. Böyle çıksam ne olur ki dışarı. Aaaa kadına bak rimel sürmemiş bir gözüne mi diyecekler. Kim bakacak ki bana o kadar dikkatli. Annem kesin fark eder. Zaten babam da saçının boyası gelmiş diye söylenecek. Hiç sevmez ama napalım dün gez, bugün gez, akşam partile, gündüz balıkla... Vakit mi kalıyor bakım yapmaya... Bu ADHD için çözüm üretmek lazım. Gene pik yaptı fena halde. Bugünü benimle geçirmek üzere plan yapanların vay haline.
Ay gittim ben.
Öptüm iyi pazarlar...

25 Nisan 2009

ZAMAN


Fikret Kızılok - Güzel Ne Güzel Olmuşsun


_________________________________________________


Zaman akıp gidiyorken yokluğunda, içtenlikle güldüğüm kaç an kaydedebildim hafızama bilemedim. Karşıdaki boş arsada top oynarken sesleri gökyüzündeki martılara ulaşan kaygısız çocukları düşündüm. Ne içtendi gülüşleri ve hatta kavgaları bile. En son ne zaman böyle güldüm ben sahi. Peki ya son kavgam ne zamandı sevdama...




Sensizliğe alışmak değildi niyetim ama alıştım galiba. Gülümsüyorum hayata ve unutup gittiğim anlar giderek artıyordu da, dostlarla edilen kahvaltı masasında neden düştün aklıma bilemedim. Varlığında ne bulmuştum ki yokluğuna hayıflanıyordum o anda. Kızmadım desem yalan olur kendime, seni en güzel halinde aklıma getirişime...


Sonra hiç beklemedik bir anda, içiyorken çayımı balkonda ve bulmuyorken kafayı... uzaklaştın sen yine... Çocukların havanın kararmasıyla evlere dağılışı gibi dağıldı bendeki anıların... İşte tam da o anda bir ses duydum uzaktan, derinden, içten... Sana ait değildi sözler ve sesin yumuşaklığı asla üzerine uymayacak bir giysiydi. Dikkat kesildim sesin geldiği yöne...


"Güzel ne güzel olmuşsun..."




Kulağımda bir nağme, ses kimin bilemedim ilk başta ama bana söylensin istedim. Üzerime alınmak... Kuşanmak hatta ve bir daha hiç çıkartmamak istedim.


Sığındım içimi ısıtan sözlerine ve yitip gittim gözlerinde. 'Görmedin ki daha gözlerimi' dedi ses, 'gönül gözünü gördüm ben senin' diye cevap verdim sese... 'Yüreğini sevdim haberin yok biliyorum' diye ekledim duymasını istediğim bir ses yüksekliğiyle...




'Sen kimsin bilmiyorum ben, sormuyorum sana, sorgulamıyorum kendimi de' diye haykırdım da duyulmadı sesim kalabalıkta. Belki de bahçede kuşları dinliyordun kimbilir. Bahçedeki kuşlara haber salsam dedim, fısıldarlar mı acep kulağına:


Yokluğunda üşüdüm çok, varlığında ısıt beni diliyorum sadece. Sana söylemiyor oluşum utandığımdan değil inan. Sadece korkuyorum gitmenden... Fazla gelmemden yorulursun da kaçarsın diye sessizce bekliyorum köşede. Belki filmlerdeki gibi çarpışırız bir markette.


Kulağımda bir nağme, ses senin sesin biliyorum, bana söyle istiyorum. Üzerime alınıyorum. Bayram sabahı neşesiyle kuşanıyorum heyecanımı. Gece uyurken bile üzerimde kalsın istiyorum benliğime yüklediklerin. Kuşlara haber salıyorum bir kez daha, ilkini söylemeseler de bunu mutlaka sana iletsinler istiyorum:


Sığınmak istiyorum sıcaklığına ve yitip gitmek yüreğinde... Ki o yürek en güzel kelimeleri seçip gülümsetmişti, bir umutsuzluğun içinde yitip gittiğimde beni. Hafif kızgın, biraz şaşkın, çokça anlamış halini sevmiştim de bir şey söyleyememiştim üzerine.


Akşam ayazı vurdu diye kaçmadım içeriye. Mumları yaktım, Arielle Dombasle - Quizas, Quizas, Quizas dinliyorum, belki duyup gelirsin, Juilo Iglesias ile Arielle Dombasle gibi karşılıklı söyleriz diye düş kuruyorum ikimize.







Şarabı koydum belinden aşağısı yayvan, uzun boyunlu bir karafa; kırmızı, doygun, meyveli seçtim sen de seversin diye. 16 derecede içersin diye soğuttum önce. Peynir tabağı hazırladım ahşap üçgen bir tabağa... Üzümle süsledim sadece. Soyulmuş badem koydum üfleme camdan bir kaseye... Cigar aldım vişneli, hani canımız çekerse yakarız birer tane diye... Köşedeki çerezciye uğrayıp taze kahve çektirdim gece uzar da belki kahve içmek istersin diye. Hem şarabın yanına istemezse canın kahve ile de iyi gider cigar dimi ama?
_______________________________________







23 Nisan 2009

AYKIRI OLMAK

Neden güzel bahçedeki istenmeyen ayrık otu gibiyim bazen... Ve herşeyin olması gerektiği gibi olduğu bir dünyada nasıl bir duygudur ayrık otu olarak koparılırken biteviye ağlamak ama sesini duyuramamak.

Neden ihtiyaç duyulduğunda arananım da ben, diğer zamanlarda ayıklanıp ortadan kaldırılmak istenen... Hadi bana anlat lütfen: Ayrık otu olmayı ben mi seçtim de şimdi dikilip; nasıl arsız büyüyor, kurumadı kökü diye söyleniyorsun başımda.

Denemedin ki beni sevmeyi, istemedin ki beni bahçendeki gül kadar. Fark ettin mi bilmem ama ben de sevdiğin baharla geldim bahçene. Neden aslan ağzı, sümbül ve erguvan gülümsetiyor da yüzünü, beni görünce dönüyor gözlerinin feri. Olamam ki sen istedin diye ben gül. Dikenim yok acıtamam ki tenini.

Yağmur beni de yeşertiyor işte ve güneş yeşile döndürüyor rengimi. Aktarlara vermek için toplayan kadınların gözdesiyim ben. Yok etmek değil beni toplarken amaçları, onlar beni koparırken acımıyor köklerim benim. Beni acıtan senin yok etme isteğin. Sen değerimi bilmesen de varlığıma sevinenler var benim.

Hatırlar mısın sabahları en çok çiy benim kırılgan incecik kollarımda toplanırdı da, sen içime kadar sokulup çiyi severdin sadece... Aslında gözyaşlarımdı fotoğrafladığın, yok etme istediğine akan içimin acılarıydı parmağınla aldığın...

Şimdi bir aktarın cam kavanozunda bana sahip olmaktan mutlu olacak alıcımı bekliyorum ben. Son yolculuğumda mutluluk verecek olmaktan ağlayamıyorsam gözyaşlarım kalmadığından değil, kuruduğumdandır...


___________________________________________
Bu kadın gece vakti Happy Feet seyrediyor aslında.
Bazen ayrık otu olsa da seviyor kadın aykırı olmayı...


GÜLSÜN LİSESİ ve TEŞEKKÜR




Eva Cassidy - Time after time [live]
by Jo_Bidjoba



___________________________________________



TEŞEKKÜR


Bir Milyon Kalem editörlerinden hem Şebnem hem Özlem yazar mısın dediler... Yazarım dedim... Severek, isteyerek, gönülden... 'Gülsün Lisesi' yazım, katılımın son günü çıktı kalemimden... Bir çocuğun dilinden anlatmak istediğim bir hikaye, bir adamın dilinden döküldü. Bir Milyon Kalem'de yazımın altında Eva Cassidy'nin Time After Time şarkısı vardı ki, en sevdiklerimdendi...

Şimdi izninizle; Uzağa Giden Kadın'a; iyi şeylere vesile olma yolculuğunda benim tuzuma da değer verdiği için daha önce Ful Yaprakları ve Bekriya tarafından tarafıma verilmiş ve uygun devir zamanını bekleyen ödülümü vermek istiyorum. Ve bana iki ödül geldiği için bencillik yapmayıp diğerini de kelimelerini yüreği kadar sevdiğim Kırmızı Günlük'e vermek istedim.





____________________________________________


GÜLSÜN LİSESİ


“…
Yarın sabah erken kalk diye tembihlerdi analık geceden… İki kardeşiz biz, küçüğüm kız. Her tatil gelirdim analığın yanına. Yaşlanmıştı bir iyice. İstediği tutulmadı mı başlardı söylenmeye… Analık söylenmeye başladı mı bir kere, bizim ovalar gibi sonu gelmezdi. İş çok da ben de yapacak güç yok o zamanlar ama analığın lafını ikiletmezdim hiç. Anam ölmüş küçüğümü doğururken en daha iki yaşındaymışım. Bildim bileli analık ederdi bize. Severdim, sayardım yani. Laf söyletmezdim üzerine rahmetlinin. Onu kaybettiğimden beri ilk kez geldim köye. 3 yıl geçmiş üzerinden…

Çocukken babam sık sık şehre giderdi inşaatlarda çalışmaya diye. Gelirken de illa oyuncak getirirdi hem bana hem de Ayşe’ye… Ben öyle seslenirim ona aslında adı Gülsün… Anam onu doğururken ölmüş diye bari kızı gülsün demiş köyün büyüğü Gülsün olmuş adı. Ben Ayşe diye diye okulda da bellediler bunun adını Ayşe aşağı Ayşe yukarı. Sinir olurdu o zamanlar bana. Küser, kavga ederdik ama tutardık da birbirimizi.

Ayşe okula başladığında nasıl cılız, nasıl korkak… Öğretmenin oğlu Ulaş, ben, emmingilin oğlu Osman karar verdik bir gün Ayşe’yi korkutmaya. Çocuk aklımızla kurduk kumpası; kurbağa yakaladık dereden, koyduk bunun beslenme çantasına. İkinci teneffüste bir çığlık… Karşı tarladan duyulmuştur sesi. Hal böyle olunca müdür çağırdı bize odasına. Çete misiniz diye başladı bizi azarlamaya… Ders çalışacağınıza kafanızı nelerle meşgul ediyorsunuz diye bir azar, akşama dedi kursa kalacaksınız. Hiç kalmadıydık kursa ama duyardık köyün çocuklarından, müdür gelir okulun temizliğini falan yaptırırmış. Zil çaldı herkes dağıldı. Kaldık bir başımıza koca okulda. Müdür kalacaksınız dedi diye kımıldayamıyoruz da, az sonra köyün imamı gelmez mi, şaştık kaldık. Zaten Cuma’ya gitmiyoruz diye gördüğü yerde söylenip dururdu bize. Eyvah dedim yandık biz. Başladı sorular sormaya… Neden gelmiyorsunuz dedi hafta sonları kursa… Biz de cevap yok… Derslerde de adam akıllı dua ezberlemiyormuşsunuz. Ne olacaksınız aşımıza, mafya mı? Yok valla benim doktor olmak gibi bir niyetim var diyeceğim ama imam nasıl sinirli yerim tokadı diye susuyorum… Hem neden Cuma’lara gelinmiyor? Ulaş dayanamadı, “biz Salıları kılıyoruz Cuma niyetine, hem cami boş oluyor hem de ayak kokusu çekmiyoruz.” İmam kalktı ayağa bizde bir gülme krizi. Yedik sopayı oturduk aşağıya…

Bizim “çete”de herkesin bir hayali vardı o zamanlar… Üçümüz bir araya geldik mi en büyük keyfimiz, şehre gidip büyük adam olmaktı. Ben anama doktor bulunamamış diye doktor olmak isterdim, ölmesin analar diye. Ulaş anası gibi öğretmen olmak isterdi, köylerde daha çok çocuk okuyabilsin diye… Osman da mühendis olmak isterdi. Bilmezdik ki başka bir meslek o zamanlar. Ayşe’ye sorardım “ne olcan kız büyüyünce” diye. “Gelin” derdi. “Yahu…” derdim “sen hiç büyüyünce damat olmak isteyen erkek çocuk duydun mu? Hem gelin olacaksın da sonra ne olacaksın…” “Anne” derdi. Farklı bir şey de isteyemezdi ki, yoktu bizim köyde okuyan ortaokuldan sonra kız.. Lise ilçedeydi. Aklıma koymuştum kendim okursam, onu da okutacaktım.

Ortaokul birdeki Türkçe öğretmenim olmasa okuyamazdım ben ya… Rahmetli… Tuttu bir gün beni omzumdan “sen akıllı bir çocuksun, akıllı arkadaşların olursa adam olursun, akılsızlarla biraz daha takılırsan çoban olacaksın dağlara” dedi. Ortaokulda hayta bir grupla arkadaşlık ediyordum, işimiz gücümüz, köyün çeşmesine gelen kızlara takılmaktı. Derdimiz Fadime’yi samanlıkta kıstırmaktı yani… Hey gidi günler hey… Öğretmenim beni yatılı okula yazdırmasa, sonra da burs bulup okutmasa üniversitede… Bugünkü ben, ben olmazdım aslında. Analığı kaybedene kadar her yaz tatilinde, hem analığa hem de bu köye olan vefa borcumu ödemeye geldim tatillerimde. Hem çocuklara oyuncaklar getirdim şehirden, hem çocuklarıma göstermek istedim başka hayatlar olduğunu. Şimdi
ne Ulaş kaldı, ne Osman… Ulaş’ı içeri almışlar üniversitedeyken. Bir daha ne gören olmuş ne de duyan. Osman şehirde müteahhit olmuş. Bir daha da uğramamış köye… Ayşe, liseyi bitirdiğinde köye döndü, 3 yıl yatılılıktan sonra ilk defa. Ayşe köyün ilk lise okuyanı… Bir karşılama töreni yapıldı köyde sanırsın reisi cumhur geliyor köyü ziyarete… Üniversite’den öğretmen çıktıktan sonra evlendi ve harika bir gelin oldu. Kendi gibi öğretmen olan eşiyle gitti doğuya… Daha çok çocuk okuyabilsin diye uğraşıp duruyorlar onlarda. Çocuklara hayaller kurmasını öğretiyorlar. Ve kurdukları hayallerin gerçekleşmesi için beni ve kendilerini örnek gösteriyorlar. Çocuklar sadece mühendis, doktor, gelin olmuyor artık bugünlerde… Bambaşka hayalleri var hepsinin. Ve gerçekleştirmek için umutları…

Ben Kimya Mühendisliği’ni kazandım ama şimdi büyük bir şirketin Sorumluluk Projeleri Koordinatörü olarak çalışıyorum. Sami Bey’e teşekkür etmek istiyorum huzurlarınızda… Bu proje ilk konuşulmaya başlandığında “nerede yapalım okul binasını” diye sordu. Kendi köyüm hariç 5 alternatif sundum kendisine. Ertesi gün, “asıl senin köyde yokmuş okul” deyince, itiraf ediyorum, boynuna atlayacaktım… Hayalimdi ya analığın ya da Ayşe’nin adını taşıyan bir okul binası yapmak köye… Beni okutan öğretmenime de Allah’tan rahmet diliyorum. Biliyorum benimle gurur duyuyor ve görüyor beni. Okulun kütüphanesine onun adını vermekten ayrıca gururluyum. Laboratuarın adını da analığın adını koyduk.
Böylece ben bir hayalimi gerçekleştirmiş oldum.

Anılara daldı mı insan sözün sonu yok… Son bir iki şey eklemek istiyorum
müsaadelerinizle…

Hayal kurmaktan asla vazgeçmeyin lütfen… Evet, benim hala hayallerim var çocuklara dair. Mesela, 23 Nisanlarda daha çok çocuğun yüzü gülsün istiyorum… Kimin, neden ve nasıl 23 Nisan’ı çocuklara armağan ettiğini bilsinler, anlasınlar, anlatsınlar istiyorum. Her çocuk kendi adını taşısın ve eğitim alabilsin istiyorum bu topraklarda… Her çocuk bir düş kurabilsin ve o düşün peşinden gidebilsin istiyorum. Biliyorum benimki karaya vurmuş denizyıldızlarının hikayesi ama her bir denizyıldızının onu tekrar denize atmaya gelecek insanı beklediğini bilerek, sırtımı dönüp gidemem ben… Lütfen sizler de gitmeyin… Ve unutmayın denize atılan her bir denizyıldızı, kurtarılan bir hayattır aslında…”


Köye gelmeyeli uzun zaman olmuştu ve bu defaki gelişim davet üzerineydi… Köyün girişine gelince heyecanım iki kat birden arttı. Kahvenin önünden geçerken eski tanıdık yüzleri görmek, onların gözündeki parıltıyı yakalamak çok mutlu etmişti beni. Şirketimin yaptıracağı okul binasının açılış töreninde, açılış konuşmasını benim yapmamı istemişlerdi ve kendinizi kısaca anlatın demişlerdi. Yol boyu, konuşmamı yazayım dedim ama sonradan doğaçlama olmasının daha samimi olacağına karar verdim. Kürsüye çıktığımda ve bütün köyü karşımda görünce kadınlı, erkekli, çoluk çocuk; nereden, nasıl başlayacağımı bilememiştim ama sonunun ne olması gerektiğini biliyordum. İnandığım ve söylemekten asla vazgeçmeyeceğim cümleyle bitirecektim konuşmamı: Denize atılan her bir denizyıldızı, kurtarılan bir hayattır aslında.