29 Kasım 2009

UMUT




Ne güzeldir sonbahar. 
Biraz hüzünlü, biraz yalnız…

Şaşırtır sizi, hatta bazen hazırlıksız yakalar. Biraz insanlar gibidir sonbahar. Güneş var diye güvenir ince giyinirsiniz, çok geçmez hava kararır ve yağmur başlar. Kızarsınız. Kendinize. Onun güneşli yanına güvendiğiniz için.

***
Bugün geldi bu fotoğraf, sevdiğim sonbaharın terkedilmişliğinin resmi gibiydi.

Biraz hüzünlü, biraz yalnız.
Sevdiğini bekler hali etkiledi beni.
O nedenle biraz da umut gibi....

_________________________________________

İlk Yayın Tarihi / 16.11.2006

NOKTA

.
Bitişi gözükmeyen bir başlangıç sadece bir noktadır   .
Sonra bir nokta daha koyarsın yanına   ..
Sonra bir nokta daha   ...
Birleşir noktalar bir kısa çizgi olurlar   _
Sonra uzar gider çizgi   _______________________
Artık başlangıçı gözükmeyen bir noktadır bitiş   .
.

28 Kasım 2009

AYRINTI




Yüreğin yansıması varsa yaşadığın anlarda
Ayrıntılarda yakalarsın mutluluğu.

Küçüktürler
ve
Her insan tarafından kolayca fark edilemezler...




Cyndi Lauper - Time After Time


SALINMAK



Sabah uyanınca denizlerin nemi değiyorsa yüzüne
Salınmak gerek mutluluktan...
Bir ileriye bir geriye...

AYNA



Korkma! Yüzleş kendinle...
Kaç farklı yüzü olabilir ki bir yüreğin...

AŞIKLAR



Oturdular en yüksek ağacın en uzağı gören dalına...
Gözlerinin içine baktılar...
Uzaktan geçen trende kendi düş yolculuklarını yaptılar...


27 Kasım 2009

AŞKA



Bembeyaz bir sabaha uyanmak;
İki başına kahvaltı etmek gibidir
Huzurlu ve sonsuz

ILIK




Ilık bir duştan daha keyiflidir küvete uzanmak
Dry martini ve yanında tek bir yeşil zeytinle

DAVET





Şarap kırmızısı bir AŞK
Uygun koşullarda saklansa bile
Tadıma geçmeden önce
Konmalıdır bir karafa


26 Kasım 2009

TELAŞ


Güzel bir telaşı olur ya bayram sabahlarının, o telaşı özledim...
Büyüklerin içinde çocuk olmayı, en güzel kıyafetlerimle...
Dayımın sabah kahvaltılarını özledim, kavurma kokusunun çayın dumanına karıştığı kalabalık kahvaltı sofrasını...
Teyzemin bir tencere dolusu sevgi kattığı dolmalarını...
Babaannem yufka ekmek yapsa, içine yaylaların kekiğini, soğanın yeşilini ve peynirin en lezzetlisini koysak...
Tarlaya kiraz toplamaya gitsek dedemle...
Annannem şu kimselerin bilmediği, yeşil soğanlı, dereotlu, sonradan yoğurt eklenen çorbasından yapsa bana, içsem doya doya...

Biz küçük çekirdek bir aileyiz şimdilerde, bir çekirdeğimizde bildiğiniz üzere çokkkkk uzaklarda...
Herkese; uzakların yakın olduğu, sevdiklerinin yakınında sımsıcak sevgi dolu bir bayram dilerim...
Bir de şimdi uzaklarda, çokkkkk uzaklarda olan sevdiklerime kuşların kanatlarında özlemlerimi gönderirim...

___________________________________

Görsel / deviantART

25 Kasım 2009

ELBET / EVET



sen baktın bana uzaktan,
gördün elbet...
ben baktım uzaktan,
gördüm evet...

söyleyenecekler
takılıp kaldı gözlerde
vazgeçtik içimizden yükselenden

GEÇTİM SENDEN
GEÇTİN BENDEN
KALDIM ELBET
KALDIN EVET

_________________________

İlk Yayın Tarihi / Mart 2009

KAYDIMI SİLDİRMİŞTİM BEN





Biliyor musun ben dışarıdan bitirdim ilkokulu
Herkes kitaplardan öğrenirken a-b-c-yi
Ben İlhan Selçuk okurdum mesela
Ablalar ağabeyler oynarlarken birbirdir ve saklambaç
Ben kaybolurdum hayat denen sinemanın ışığında

Biliyor musun ben dışarıdan bitirdim liseyi
Herkesin bir sevgilisi vardı öptüğü
Ben Denizleri öptüm bir dar ağacında
Ablalar ağabeyler tüylerini dökerken aşk bahçelerine
Ben kaybolurdum hayat denen karanlıkta

Biliyor musun ben dışarıdan bitirdim üniversiteyi
Herkes bir rol kapma heyecanıyla otururken sıralarda
Ben Tutanamayanları okuyordum ısrarla
Ablalar ağabeyler içli içli gülerken akşamdan kalma sevişmelerine
Ben kaybolurdum hayat denen yalnızlıkta

Biliyor musun ben gene dışarıdan bitiriyorum hayatı

Kaydımı aldırdım bu sabah okuldan
Herkes pis oyunlarını oynarken içi boş canımlarla
Ben ağlıyordum yüreğe ve inanmışlığa
Ablalar ağabeyler akşamdan kalma aşk naralarını atarken şehrin en afilli orospusuna

Ben kayboldum hayatta…




________________________________________

İlk Yayın Tarihi / Şubat 2009
Fotoğraf / 1x.com

24 Kasım 2009

SULTAN





Shubert - Serenade


Geldiğinde...

Beyaz değildi atının rengi, ne yapalım
ve prens değildin sen, olsun varsın...


Kollarındaydım anlattığın masalı dinlerken
Sultan sandım kendimi uykuya dalarken
...


Bazı anlar vardır, dinlediğiniz hiçbir masala benzemezler ama siz gene de uykuya bir masal kahramanı gibi dalarsınız. Sabah kalktığınızda kendi masalınızın kahramanı olduğunuzu fark etmeniz dileklerimle: İyi uykular, güzel rüyalar...

SELAM OLSUN...



Henüz bir kardeşim yoktu ama mahallede büyüyen çocuklar bilirler, komşunun çocukları kardeşiniz sayılır. Öyle varlık içinde büyümedim ben, yokluk nedir bilmedim hiç... İlk öğrendiğim şey, paylaşmaktı. Anlatmıştım çocukluk anımlarımda...

Annem, hemen hemen bütün öğrencileri tarafından sevilen bir öğretmendi... Disiplinli ve titizdi. İdealisti... Ülkenin büyük bir değişim yaşadığı 80lerde, kardeşim henüz 2 haftalıkken, ayağında terlikleri, üzerinde geceliği, onu ziyarete gelen öğrencilerini balkonda uğurlarken, karşıdaki mavi boyalı akşap kepenkli ülkü ocağının kalaşnikoflu delikanlılarının öğrencilerini takip ettiğini fark edip, sokağa fırlayışını hatırlıyorum... Ne günlerdi... İnsan, insanın değerini öğreniyor. Yaptığı mesleğin sadece okul koridorlarıyla sınırlı olmadığını, hayatın içindeyken de sana roller biçebileceğini fark ettiriyor. Annemin o günkü çığlıkları hala kulaklarımda...

İş yaşamımın 2 yılında İletişim dersleri vermek üzere görevlendirildiğimde, öğrencilerle bu denli keyifli anları belleğime kaydedebileceğimi ve bazıları ile arkadaş olabileceğimi düşünmezdim bile. Hele bir ikisi var ki, akıp giden yaşam sıkıntılarıma dert ortağı olmuşlardır... Bilmem ben onlarınkine olabildim mi?

Öğretmen, özellikle de ilkokul öğretmeni çok önemli, ama ilk öğretmenler anne-babalar özünde. Hayatın şekillenmeye başladığı, algıların pür dikkat öğrenmeye yöneldiği o '0-6' yaş arasında, ne görürseniz taklitçi bir zihniyetle sindirmeye çabaladıklarınız; büyüdükçe ve yaşam denen akıp giden zaman diliminde, durumlarla, olaylarla karşılaştıkça üzerine hiç düşünmeden yaptığınız davranışa, takındığınız tavra dönüşüyor...  Daha geçen gün bir dost sohbetinde; kendi vicdanlarımızdan yola çıkıp paylaştığımız bir kaç durum karşısında; ailelerimizin bize ne zaman ve nasıl aşıladığını bilmediğimiz vicdanlarımızın belki aşırıya kaçsa da vicdansız olmaktan daha iyi olduğu kararını vermiş ve onlar şerefine kadeh kaldırmıştık. İkimizde onca artı değerimize rağmen bir aile kuramamış, çocuk büyütememiştik. Bir kadeh de kendimize kaldırdık. Kendi beceriksizliğimize... Züğürtün tesellisi sonradan gelir misali, bunu hayat beklentilerimizin yüksekliğine bağlayarak son yudumlarımızı da yüreklerimize kaldırmıştık.

Farkındayım; darmadağınık bir yazı oldu. oradan buradan, aklıma geleni sıraladım. Akıl ve yürek nereye yol alırsa yol verdim ele, yazdı o da ne gelirse... Bugün öğretmenler günü. Yurdun dört bir yanında, kutlanacak, beni okuyanlar bilirler ki sevmem özel günleri, ısmarlama akla gelmeleri... Dilerim, hayatınızı şekillendiren öğretmenlerinizi anmak ve aramak için hep bir bahaneniz olsun... İster ana babanızı, ister ilkokul öğretmeninizi, ister komşu teyzenizi, ister ilk sevgilinizi, ister sokakta yaşayan bir deliyi, ister kardeşinizi, ister çocuklarınızı, ister kedinizi, ister simitçi çocuğu... Kim öğretmeniniz olmuşsa hayatta... Alın onları yanınıza ve bir yolculuğa çıkın kendinize doğru... Kim büyütmüşse; yüreğinizi, öfkenizi, sevginizi: Yanına oturup bir soluklanın, öğrettiklerinden dolayı minnetinizi sunmayı da unutmayın...


Beni ben yapan bütün öğretmenlerimin günü kutlu olsun...

__________________________________________

Fotoğraf / deviantART

23 Kasım 2009

NAH NEH NAH



Postun başlığına bakıp ön yargılı olmayalım...

















ŞİMDİ DURUM ŞU: PARTİ YAPIYORUM...

AÇILIŞ PARÇASINI İSE NAH NEH NAH OLARAK BELİRLEDİM...

İYİ EĞLENCELER...



Vaya Con Dios




Remix

______________________________

22 Kasım 2009

BEKLE/MEK BAZEN




Bazen
yalnızlık güzeldir
Ve yalnızken bekle/mek
Yüreğindekini

Gülümse/mek güneşe
O anda yüzüne vurmasa bile
Bil/mek yakında geleceğini

Bazen beklemek güzeldir
Ve tek başına olmak
Yüreğindekiyle birlikte

Islan/mak yağmurda
O anda üzerine yağmasa
Camına vurmasa hatta
Bil/mek yakında yağmurlarla geleceğini
Yeter sana...

Yalnızken yüreğindekini beklemek
Güneşli bir günde
Yağmurun yağması gibi
Hiç görmediysen gökkuşağını
Bekle/mek ölüm gibi



20 Kasım 2009

ARDINA SAKLANMAK KENDİNİN



Yazıp siliyorsun…
Ne yazacağını bilmiyorsun.
Ne yazmaya kalksan ya onu yazıyor, ya onunla yazıyor ya da ona ithaf ediyorsun.
Onsuz mu olamıyorsun...
Onsuz olmamayı mı tercih ediyorsun...
Onsuz olmamak işine mi geliyor bilmiyorsun...
Bu sorulardan iyi çalımlarla kaçıyor,
Olur da çalımdan kaçayım derken yeni bir soru ile karşılaşırsan da cevabı geçiştiriyorsun.
Akıllısın ya…
Sen bunu uzun zamandır yapıyorsun.
Ben farkındayım da sana bunu söylemek ilişkimizi etkiler mi onu kestiremiyorum.


Ben seni, o varken tanıyamıyordum; o gitti artık ulaşamıyorum...
Sen duvarlar örüyor,
Kozalarda uyuyorsun.
Hadi diyorum bir metamorfoz çıkar kabuğundan, kabuk çatlıyor...
Hah tamam artık çıkıyor diye umutlanıyorum,
Hemen yeni bir tane daha örüyorsun.
Kendinle yüzleşmekse korkun
Ya da benim söyleyeceklerimse seni ürküten...

Yapma…
Bunu kendine, bana, seni sevenlere, dostlarına, anne-babana ve hatta hayatına yapma.
Okumayacaksın biliyorum.
Boşuna bu yazmalar!
Tıpkı aramalarımın cevapsız kalışı gibi...
Yazmalarım da karşılıksız...
Ama biliyor musun ben seni seviyorum kendim,

Sen ne kadar suçu kendin de arasan da,
Duvarlar örüp arkasına saklansan da,
Kozalar örüp uyusan da,
Sen ne kadar benden kaçsan da,
Asıl bensiz olamazsın...
Sen asıl onsuz daha bensin!
Daha içten,
Daha güzel,
Daha akıllı,
Daha insan,
Sen ne kadar benden kaçsan da...
Geride bırakırım hevesi ile hep arkana dönüp baksan da...
Ben hep yanındayım tam da yanı başında.



_________________________________________________

Fotoğraf / 1x.com 
İlk Yayın Tarihi : Ocak 2009

19 Kasım 2009

LÜTFEN!.. LÜTFEN YETER

Oturmuş koltukta hayıflanıyorum bir günün daha bitişine... Oysa güzel bir gündü, keyifli... Anlatacağım başka bir yazımda. Balkondayım Beklerim adıyla... Ama içimden gelmedi o yazıyı düzenlemek, resimler koymak, süslemek... Oturdum evin köşesindeki koltuğa, kırdım dizlerimi, açtım bir Norah Jones, yumuşak yumuşak dinliyorum. İçimdeki tarifi olmayan - üstelik malzemesi bile belli değil - sıkıntıyı atmaya çabalıyorum. Atılmıyor. Balkona çıkıyorum. Sevdiğim, gülümseten bloglarda geziyorum. Dağılmıyor. Giderek boğuluyorum.


Kendimin en kuytusuna gidip oturuyorum. İçimde bir sıkıntı. Bugün aldığım haberden belki. Belki kendime dokunan ucundan. Belki hayatı sorgularken takılıp kaldığım bir andan... Sebebi çok, sebebi yok hallerimdeyim.

Tarifi olmayan mutlu anların sonrasındaki amansız, yola gelmez, söz dinlemez hüzün çeşmesinin başında durmuşum da kırılan testilere bakıyorum sanki.

Güvenimi aldı benden, geceleri rahat uyumalarımı ve sabahlara mutlu uyanışlarımı

diye haykırıyordu, kendisine tecavüz eden adamla mahkemede karşılaştığında. Dizinin senaryosunu yazan daha önce tecavüze uğramadıysa nasıl olur da yazabilirdi tecavüze uğrayan bir kadının haykırışlarını diye düşünürken yüreğime edilen tecavüzün sonrasında benzer kelimelerle boğuştuğumu fark ettim.

Uzun zaman oldu. Tedavisine geç kalınmış bir hastalık şimdi bendeki... Oysa tedavi oldum sanıyorsun. Hazırım diyorsun. Çevrendekileri kandırıyorsun bir süre. Seni tanıyan dost arıyor, mutsuz, temkinli, kızgınlığını gizlemeye çalıştığı düşük tonlu sesi ile...

Kendini kandırmaya daha ne kadar devam edeceksin. Daha ne kadar onarmadan ruhunu dayanabileceksin. Daha ne kadar yüreğini acıtabileceksin. Daha ne kadar acını saklayabileceksin. Daha ne kadar yaralı yüreğini onaracak birini arayacaksın. Gönüllü olur mu sanıyorsun sana biri...

demiyor da sen o telefonu kapattıktan sonra sorularla kalıyorsun başbaşa. Oysa dostun sadece "lütfen diyor lütfen yeter..."

________________________________________________________

Gün geliyor, yetiyor, geçmişi arkanda bırakıp, bir kapının aralığından ileriye bakıyorsun, içinde garip bir heyecan ve bir telaş, yüreğin sıkışıyor ama bu sefer mutluluktan... İleriye bakıyorsun, endişe gelip tutuyor omuzundan, endişen aslında; gelecekle ilgili değil, geçmişin omuzlarında bıraktığı gri bir toz... Elinin tersi ile alıyorsun omuzlarındaki tozu, üflüyorsun boşluğa, kapıdan geçip koşar adım devam ediyorsun ileriye, mürdüm eriklerinin hemen altında seni bir ömür bekleyen, güzel bakan güzel gören güzel gözlere: Dalıyorsun yepyeni düşlere...

Yeniden güveniyorsun,
 geceleri rahat uyuyor ve sabahlara mutlu uyanıyorsun...
Bu bir mucize desen de artık sihirli lambalara inanıyorsun...


_____________________________________________________
İlk Yayın Tarihi : Mayıs 2009Okuyucuya Not: Balkondaki o keyif henüz yayınlanmadı. Duıruyor taslaklarda... Belki bir gün...
Fotoğraf / 1x.com

18 Kasım 2009

KAPI ARALIĞI





Sen hiç aralanan bir kapıdan

baktın mı uzağa
yakını görerek
biraz ürkek
biraz telaşlı
biraz meraklı

baktın mı yakına
her adımda geleceği düşleyerek

17 Kasım 2009

ZERAFET





 o kadar gerçek ki;
 elini uzatıp bir kaçını gizlice almak ve küçük bir kaçamak yaşamak istiyor insan…


Su gibiydi kenarları, bir genç kızın düşlerini süsleyen; gelinlik sandığına kaldırılacak bir danteli çağrıştıran hali vurdu beni en çok... Hele o; evden ayrılacağı gün incecik ve kuğu boynuna dolanacak, anne yüreğinden gelen siyah inciler ki ne az bulunurlardı denizlerin dibinde... Bir düş kurdum üzerine, elimi uzatıp bir kaçını gizlice aldım mutfak tezgahının üzerinde az sonra tart olmayı bekleyen likapalardan:

Bir adam, ama ne adam mutfakta... Duvarları krem renkli, küçük kare fayansları duvarla aynı renkte olan ve akça ağaçlı mutfak dolabıyla bir bütünlük oluşturan tezgah bir ton koyu herşeyden, hakim olan renkler krem ve fıstık yeşili... Kadının sadeliği ve özeni, adamın dikkati ve beğenisi ile birleşmiş bir yaşam alanının tam köşesinde duran oval masa; sabah kahvaltılarında ve en çok da yemek hazırlığı sırasında yapılan sohbetlere tanıklık ediyor... Üzerinde koyu fıstık yeşili bir örtü ki; o da fransız balkonunun camlarını süsleyen; ince belini ortaya çıkaran  bir ton koyu satenle kombinlenmiş uçuk fıstık yeşili tülle yarenlik etmekte... Sohbetleri  bir gece öncesinin sır gibi saklanan tarifinin içine bir doz aşk katılmış yemeği üzerine ve muhtemelen yemeğin hazırlanışı sırasında adamla kadının birbirlerine hiç yakınlaşmadan dokunuşları... 


O gece için planlanan yemek; kremalı fıstık yatağında bonfile, mandalina soslu mevsim yeşillikleri ve yoğurtla inceltilmiş mayonezli patates salatası... Ve yanında illa ki mumlar ve şarap ile... Kadın mutfak tezgahına gece için hazırlanacak malzemelerini dikkatle ve şaşılacak bir el çabukluğu ile hazırlıyorken, adam müzik seçimini yapıyor: Frank Sinatra





İkisinin yüzünde de o bildik, tanıdık aşık haller: Sabitlenmiş bir gülümseme ancak günün anları üzerine keyifli hatırlatmalar yapılırken dudaklardan uzaklaşıp, gözbebeklerine gelip kuruluyor. Adam ve kadın ezber bozan bir gerçekliğin kendi biriktirdiklerinden yola çıkılınca o hiç de şaşırtmayan şahaneliğine şapka çıkartıyor her denk gelişte... Denklik hali için, 1000lik puzzle parçalarının kendi karmaşıklığı içinde, ortaya çıkması önceden tasarlanmış tablonun en can alıcı yerinde iki tanesinin bir araya gelişi ile tanımlandığı bir halle resmediliyor... Zerafet işte tam da bu noktada karşılık buluyor kendine... Ahenk tanımı tam da bu noktada yeniliyor kendini ve mutluluk tam da o anda donmuş bir kare fotoğraf oluyor belleğin en ön sırasında... Yüreğin ritmini hızlandırıp, nefesi kovaladığı an, soluksuz kalıyor insan... Anlara sığdırılan çokluğa, çokluğa sığdırılan sadeliğe ve sadeliğe sığdırılan bir coşkuya yol veriyor bir mumun gölgesi... Uzuyor gölge, adamın ve kadının üzerine... Uzanıyor gece adamın ve kadının sesine... Uzuyor gece...

Likapalar ağzımda bıraktıkları biraz mayhoş tatlarıyla dişimin kavuğunda bile yer etmeyince, elimi uzattım gümüşi tabağa ki geç kalmıştım... Çoktan kek hamuruna malzeme olmuş likapalara teşekkür edip, bana o geceyi yaşatan adama ve o gece gibi gecelerin tekrarlarının ve çok daha güzellerinin yaşanacağı yepyeni düşlere beni sürükleyen yüreğe sarılıp uyuyacağım bu gece...


Sol yanınızı sıcak tutun derim:
belki bir likapa değer dilinizin ucuna
ve bir düş kurar aklınız yüreğinizle bir olup yaşanmış bir an üzerine...
Belli mi olur, belki düşünüz gerçek olur...



_______________________________________________

Fotoğraf / Likapa@Cafe Fernando/foto