10 Aralık 2009

UMURSA(n)MAK

Ben onun umrundayım dedi ağlayarak; hıçkırıkları ile nefes alışları arasına sıkışıp kalan tıkanmaları olmasa daha da fazlasını söyleyecekti elbet... Sakinleştirmek için bir bardak su uzattım. Titrek ellerinin arasında bir süre tuttu içi su dolu bardağı. Suya bakıyordu, geleceği görmek isteyen bir büyücünün bakışlarını yakaladım gözlerinde... Kafasını bana doğru kaldırdı; bir şey söyleyecek gibi yutkundu, sustu. Bir şey demedim. Suyunu iç bile diyemedim. Sustum.

Dakikalar sonra sessizliği benzer bir cümle ile bozan gene o oldu: Beni düşünmese, sevmese beni, olur muydum düşlerinin içinde. Yapar mıydı beni bir yolculuğun yol arkadaşı kendine söylesene... Israrlıydı sorularında, cevaplar arıyordu. Ardı ardına sorular soruyordu. İlahi bir şekilde cevaplar iniverse oracığa bitecekti acısı ama inmiyordu. Soruların içinde boğuluyor, yutkunmalarının arasına sokuşturduğu burun çekmeleriyle küçük, çelimsiz, korumasız, elinden oyuncağı alınmış saçları dağınık bir kız çocuğunu andırıyordu. Elimi uzattım, neredeyse yarım saatte yudum yudum ancak bitirebildiği su bardağını elinden düşürmeden elinden aldım. Teninin yumuşaklığı dikkatimi çekti o anda, sanki daha önce hiç dokunmamıştım tenine, şaşırdım tenini hissedişime...

Saatler sonra hala aynı dolap beygirinin üzerindeydik, benzer sorular farklı kelimelerle hep; neden, niye, nasıl, ama, ne zaman, nerede, kim soruları ile bitiyor veya başlıyordu, bazen de sadece tek kelime olarak öncesiz ve sonrasız bir halde etrafa saçılıyordu. Ne yaptım ne ettiysem söndüremedim yangınını. Gecenin karanlığı kendini sabahın aydınlığına bıraksa da, o bunun farkında değildi... Umursanmak istiyordu, benim tarafımdan umursanmaksa şu anda umrunda bile değildi; o sevdiği adam tarafından umursanmak, korunulup, sakınılmak, sarılınıp sarmalanmak istiyordu. Ellerini ellerime alma cesaretini gösterdiğimde, sorabilmeye cesaret edebildiğim tek şey, burada benimle kalıp biraz uyumak ister misin oldu. Kıpkırmızı gözleri, kırılgan yüreği ve kendini içten içe göstermeye başlayan öfkesi ile salladı başını evet anlamında. Hemen ayaklandım. Garip bir mutlulukla donanmış heyecanımın anlamını biliyordum, o benim onu umursamamı umursamasa da ben onu umursuyordum. Yatağı hazırladım, ona giyebileceği rahat bir eşofman buldum, üzerini giyinip geldiğinde, gülümseyen yüzünü gördüm. Haliyle büyüktü onun için bulabikdiklerim; hani üzerine bir kaç beden büyük kıyafet giyen çocukların halleri olur ya, gülümsetir sizi de; işte öyle karşılıklı gülümsedik birbirimize, o gece için ilk defa.

Yatağa uzandım, yanıma uzandı, hiç beklemezdim; bu gece burada kal derken yanıma uzanacağını. Tanırdım, bilirdim, konuşmak için buraya gelirken bile yüreğinin ihanete açılan kapılarında huzursuzluk bekçileri onu ellerinde mızraklarla beklerdi. Ama uzandı yanıma, yatağın kenarına... İçinde en ufak bir ihanete açılan kapısı olmasa da benim gizli aşka yelken açan şeytanlarım rahat durmayacaktı o anda. Sırt üstü uzandım, yanımda onca zamandır seni seviyorum demeyi göze alamadığım kadın yatıyordu, korunmaya muhtaç bir kız çocuğu gidiydi. Bedenimin terlediğini hissettim, uyandığını ve uyarıldığını...


Kafamdan geçenleri ona söylesem yüzüme bile bakmazdı, konuşmazdı bilirdim; hiç konuşmadan, birşeycik söylemeden sarıp sarmalasam, öpsem, koklasam, istiyorum seni desem; bilirdim yüzüme bile bakmazdı, konuşmazdı... Sırtı bana dönüktü; teşekkür ederim, bu gece beni yalnız bırakmadığın için, iyi uykular dedi... İyi uykular diyebildim, oysa öpmek istedim, usul ve derin, oysa sarılmak istedim sıcak ve sonsuz ama sadece iyi uykular dileyebildim. Öylesine umrumdu ki, dokunamadım tenine bir kez bile, gözümü bile kırpmadım yanında uykumda şeytana yenik düşmiyeyim diye, dönmedim bedenimi bedenine ya söz geçiremezsem diye... Ağladım küçük bir erkek çocuğunun elinden oyuncağı alındığındaki haliyle, sümüklerim bıyık izlerimin hemen üstünde, sessiz ve içli ağladım, umrumdasın be kadın, sen benim umrumdasın diye...


__________________________________

Fotoğraf / deviantART

09 Aralık 2009

GÖRÜNMEZ



















Dingin bir ruhun çığlığı duyulmaz bilirim de...
_______________________________________

 Görülmez mi be sevgili..?
________________________________________________


_____________________________________________

Fotoğraf / deviantART






DONDU YÜREKLER


Büyütüyorsun gözünden sakınarak, donuyor sonra bir gün bir anda zaman...
Tarih donuyor, gözyaşın donuyor, bildiğin bütün doğrular donuyor...
Kadınlar kocalarına, çocuklar babalarına, ana babalar oğullarına doyamadan donuyor zaman...
Çocuklar şaşkın, çocuklar yetim kalıyorlar kucaklarda...
Öfke yedi ile çarpılıyor, binlerce çoğalıyor sonra...
Donmayan tek şey öfke oluyor, öfke böyle zamanlarda kaynıyor...
Davul zurna ile karşılananlara bir baskında yedi genç yürek daha kurban veriliyor...
İnsanın aklı almıyor, yüreği dayanmıyor...
Analar gururlu, babalar gururlu, kadınlar gururlu bir yürekli askeri daha verdiler şehit diye,
Söylesene gurur bu kadar acıtır mı, yakar mı, söylesene gurur hayalleri yarım bırakır mı...


Ne anayım, ne babayım, ne şehit verdim kocamı teröre, ne de yetim kaldı çocuklarım
Yüreğinde şehit yangını bir ananın çığlığında
Yüreğinde şehit fırtınası bir babanın gözyaşında
Yüreğinde şehit sevdası bir kadının bakışında
Yüreğinde şehit sevgisi  bir yetimin şaşkınlığında
Dondu bildiğim bütün doğrularım





DÜNGÜNAN

Geçen hafta durup dururken geldi aklıma, kediler üzerine konuşurken. Adını belki 15 yıl sonra ilk defa andım, o da onu değil de kedilerini anlatabilmek için. Ne tuhaf bir kediydi bir bilseniz. Duvara yaklaşırdı burnunun ucuna kadar, boynunu yatırır yana ve dokunmazsanız öylece dakikalarca bakardı duvara... Bunu hatırladıktan bir kaç gün sonra bu sefer bir rakı sofrasında; arkadaşlıklar, dostluklar ve ilişkiler üzerine yapılan, kıvamı koyu, lezzeti doyumsuz bir sohbette bir kez daha adı geçince aklıma gelmeliydi aslında ama gelmedi işte... Nerede, ne yapıyordur bile demedim içten içe...

Dün yorucu bir Ankara yolculuğunun dönüşünde gece uyku da tutmayınca, düşünebilirdim belki üzerine ama dedim ya, daha anlatırken bile aklıma gelmemiş olanın sonrasında aklıma düşmesi de beklenemezdi. Ben her zamanki rutinimde dönerken; soldan sağa, sağdan sola, yastıkla verdiğim kavgayı kazanınca ve yorgun düşünce düşüncelerden bir parça, daldım hani şu sımsıcak senli benli uykuma... Sabah, soğuktan arta kalan kırağılar gibiydi; soğuk, beyaz ve kırılgan bir buz sanki... Yatakta uzun süre debelendikten sonra, ağrıyan bedenimi pek de hevesli olmayan bir hızla kaldırdım yataktan, saate baktığımda mesai saatinin çoktan başladığını gördüm. Telefona uzanan elimin cansız ve telaşsız haline çok da aldırmadan, isteksiz bir sesle konuştum telefonda, bir önceki günden tarafıma iletilmesi gereken bir not olup olmadığını sordum. A. aradı dediler, arkadaşınızmış: Telefonunu bıraktı. Gülümsedim; geçen hafta aklıma gelişine, kedilerini anlatışıma ve 15 yıl öncesinin bakış açısıyla durumlara alınan tavırlara...

Geçti gitti üç dört saniye içinde tüm düşünceler, hemen sonrası gene koca bir yavaşlık, ağırlık ve kırgınlık... Kendi içimde debelenirken çıktım kapıdan. Arabayı çalıştırırken ve trafikte sıkışıp kalmışken, ve hatta yol boyu aklımda hiç bir şey yoktu. İşe geç kalmıştım. Kendi ruhumun ağır aksak hayata akışının sabahki trafikle uyumuna şaşıp kalmıştım. Hayatın ritmi bazen ne kadar da uyumlu olabiliyor ruhumuzun ritmi ile aslında... Az sonra polisin 'sağa çekmemi söylediği' el hareketi ayılmak bilmediğim kendi halimden uyandırıverdi beni. Debelenmekten bir anda kurtuldum. Hayat hızla akan bir trafik gibiydi. Sağımdan solumdan geçen, hayatın içinden arabaların arasında duruyor muydum ben, onların yarattığı akıma mı kapılıp gelmiştim yoksa bunca yolu. Memur ehliyet ve ruhsatı isteyecekti alışık olunduğu üzere, bu yolda geçen hafta olan kazada 5 kişi öldü dedi. Trafik sigortanız yenilenmemiş dedi. Arabayı bağlayacağım dedi. Ben sadece gülümsüyordum söyledikleri karşısında. Ev yakın dedim, ya da hemen şuraya fakslatayım, geçen hafta yaptırmıştım sigortamı ve biliyorum kazayı hemen yanından geçmiştim, arabayı bağlamanız şart mı? Ben bütün bu cümleleri seri bir şekilde kurduğumu düşünürken, çalan telefonla kendime geldim. Polis belgeleri alıp arabasına doğru uzaklaşmış ve ben kendi kendime koşuyordum hep dendiği üzere deliler gibi. Telefonu meşgule aldım, faks çektirmek üzere uzaklaştım... Ters gidince gidiyordu herşey, karşı tarafın faks makinası bozuktu o çözüldü, bu tarafın kağıdı bitmiş fark edilmemişti. Kağıt takıldı, faks istendi bir kez daha, kağıt ters takıldığı için gelmedi. Kağıt düz takıldı, faks rica edildi bir kez daha ama bu seferde cihaz bozuldu. Başka bir numara verildi, nihayet faks geldi. Ters yoldan gitmemek üzere, ufak bir şehir turu ile faks polise ulaştırıldı. Ceza kağıdı alındı; trafikte telefonla konuşurken radara yakalanmıştım; uyarıldım, iyi oldu.


An itibarıyla, gün hala ağır aksak, ruhumla ve yüreğimle uyumlu: Hafif bulutlu, yağmuru topluyor güneşim penceremin önünde, uzaktan çok uzaktan sıcak bir yel esse de bugün bana ulaşmıyor, dedim ya ruhum bir tuhaf bu sabahtan beri; soğuktan arta kalan kırağının, soğuk, beyaz ve kırılgan yüzü yüreğim...




___________________________________________________________

Fotoğraf / 1x.com / Winter © MMarie

( Yol + cu ) + luk = Aşk

Yol sana çıkıyordu
Yolcu sana...
Yolculuk bir düştü, her seferinde yönü aşka

Yol sana çıkıyordu
Yolcu sana...
Niyet yola çıkmaksa da
Aşk bu; her seferinde geçit vermiyordu sevdaya

Yol sana çıkıyordu
Yolcu sana...
Yolculuk bir düş'tü, eşitlik bazen bir küçük eğik çizgi ile kolayca bozulsa da

Düş; yüreğince olsa da,
Gerçek; yüreğine uymasa da


Yolculuk düş/tü... Yolcu düştü... Yol düş...





Yolculuk bir yolcunun yola çıkma niyetiydi, yol hep vardı, yolcu hep hazır...
Yüreğinde kocaman sevdalarla, yeni yepyeni bir aşka yelken açan sana;
dilerim bu sefer yolculuğun son durağı yüreğince olur.
Düşün gerçeğin, gerçeğin düş gibi olur.



08 Aralık 2009

ANLADIN DEĞİL Mİ?










Bazen net gibi gözükse de herşey, derine daha derine bakmak gerek, görünenin ardına; duygunun gözyaşındaki yansımalarına...



Ve fark etmek gerçeği:
Çok seven yüreğin içten içe yandığını...

07 Aralık 2009

FARK ETTİN DEĞİL Mİ?













Bazı mantarlar ne kadar lezzetli gözükseler de, ufacık bir ısırığı bile öldürür duygularını...



BİLİYORSUN DEĞİL Mİ?






7 veren dağ çilekleri gibi sevgin...


04 Aralık 2009

YARINLAR İÇİN




Noel Babanın geyiklerini anlattı komşu teyzeye gelen şehirli çocuk bana... Ondan ne istersen kızağına koyar, istediklerini getirir sana dedi...
Noel Baba yok ki bizim buralarda dedim...
Şaşırdı... Noel Baba her yerde vardır dedi. Yeni yılın geldiğini haber verir...
Yeni yıl nedir ki dedim...
Yeni oyuncaklar, yeni kıyafetler, yeni yarınlardır dedi...
Sevindim... Ellerimi çırpmak istedim mutluluktan, ses vermediler onunkiler gibi...
Koştu camı açtı bana, bak sizin buralarda da kar yağıyor dedi, bu iyiye işaret...
Neden ki dedim...
Geyikler karda kızakları çekerler, kar olursa kızak kayar gider, böylece taşıyacakları hediyeleri de çok olur. Bak gördün mü kardan adamı?
Ben de bakmak istedim kardan adama, koşmadı ayaklarım onunkiler gibi, göremedi gözlerim kardan adamın havuçtan burnunu, kömürden gözlerini... Duymadım karın toprakta erirken çıkardığı sesi...
Neden ağlıyorsun diye sordu şehirli çocuk bana...
Bizim buralarda kar kötüye işaret dedim, yollar kapanır, umutlar kararır, donar küçük çocukların yarınları büyük çığların altında... Senin Noel Baba'na söylesem getirir mi bana ellerimi, peki ya gözlerimi, olur mu benim de senin gibi yarınlarım dedim...
Olur dedi... Önce inanmalısın onlarsız yarım olmadığına, bilmelisin eksikliğin değil var olmamaları...
O gece sabaha kadar dua ettim Allah'a, aracı ol bana, Noel Baba duysun sesimi diye... Ertesi gün koşarak gittim, komşu teyzeye, şehirli çocuğun yanına. Gitti dedi komşu teyze, şehre döndü. Günler günleri kovalarken, bir çığ düşmüş; 10 kişi kalmış altında, yukarı köyden akrabalardan da varmış aralarında. Anam ağlamaklı geldi yanıma: Oku dedi, büyük şehirlere git, kurtar kendini... Dayanırım uzaklarda olmana.
Sessiz kaldım, içimden; Ah anam dedim... Yok ki bizim buralarda Noel Baba...


Üç ay sonra aylardan Aralık...

Kapı çalındı, bizim köyün muhtarı Ahmet'e bir paket var dedi. Büyük büyük bir paket... Şehirli çocuk göndermişti. Annem açtı paketi, içinde onlarca gömlek, kazak, pantolon, çorap, ayakkabı vardı, bir de el yazısı ile eklenmiş bir not.


Sizin oralar uzak diye, duymaz belki dedim Noel Baba oralardaki çocukların sesini... Görmez belki yüreklerinizin güzelliğini... Vermez belki istediklerinizi... Arkadaşlarınla paylaşırsan sevinirim sana gönderdiklerimi. Yarınlara umut olmasa da bugünlere gülümseme olsun hediyelerim. Hepinize daha iyi bir yıl dilerim...


İmza: Şehirli Çocuk



Ağladı anam sicim sicim, titrek eliyle çıkardı bir bir kutudan giyecekleri, ayırdı bir bir boylarına, bedenlerine, numaralarına göre gelen hediyeleri... Bunlar Nezifegillerin büyük oğlanla kıza, bunlar Karamanların gelini Ayşe'nin torunlarına... Anneme göstermeden gözyaşlarımı, koştum gittim arkada bahçeye, bahçenin odamdan görünen bir köşesine bir kardan adam yaptım kendime, yaptım havuçtan bir burun, kömürden kara gözler, şehirli çocuğun hediye ettiği  kaşkolu doladım boynuna; üşümesin istedim... Döndüm odama, uzandım yatağıma, bakarkan uzaklardan gelen şehirli çocuğun bana verdiği yarınlara, ilk defa duydum toprağa değen kar tanesinin sesini... İlk defa...

______________________________________________________________________




Ve başka bir Şehirli çocuk; uzaklardan, çok uzaklardan devam ediyor hediyeler dağıtmaya... Belki o bir Noel Baba değil ama çocukları duyuyor, dinliyor yüreklerinin sesini, biliyor nelerin onları mutlu edeceğini... Bir göbeği yok kaşıdığı kahkahalar atarken ve kızağını çeken geyikleri ama kocaman bir yüreği var, hayatta yapmak istedikleri... Ve gördüğünde mutlu çocuk gülümsemelerini hayata sımsıkı sarılan sıcacık elleri var...

Bu sefer yükü ağır olsun istiyor, sırtında taşıdığı çantası dolsun taşsın... O çantaya iki parça da ben eklemek isterim diyorsanız, çocuk gülümsemesi gözlerimin görebileceği en güzel manzaradır diyorsanız, elimi uzatmak bir çocuğun elini ısıtmak benim de istediğim diyorsanız; buradan bir TIK ile, Noel Babanın bile ulaşamadığı diyarlara gidersiniz... Taaaaaaa Adıyaman'a...

_____________________________________________________________________

03.Aralık.2009 Dünya Engelliler Günü / Destek olmak için BU SAYFAYI ziyaret edin...

03 Aralık 2009

YOL



Bir yolculuğa hazırlanıyor yüreğim bugünlerde
Yatağımın yanında hazır bavullarım her an sana gelmeye

Ben çalmadan açacaksın kapını
İçmekte olduğun kahvenin dumanı tütüyor olacak masanın üzerinde
Oturacağız karşılıklı pencerenin yanındaki ahşap masaya üzerinde yazdan kalma tek bir kurutulmuş ortanca
Bir kahve uzatacaksın bana nasıl içtiğimi sormadan
Avuçlarında ısıttığın sevda yorgunu yüreğimi geri verirken bana
Öpeceksin dudaklarımdan bir teşekkür etmeye fırsat bile tanımadan
Sahilin rüzgarı getirirken dalgaların nemini yüzümüze
Gözünün gözümü sevdiği o anda, uzanıp masaya sonsuzu koyacaksın(*)


O nedenle bir yolculuğa hazırlanıyor yüreğim bugünlerde
Yatağımın yanında hazır bavullarım her an sana gelmeye

Bekle...


_________________________________________________________________

(*) Dize Edip Cansever'in Masa da Masaymış Ha! adlı şiirinden esinlenmedir...


02 Aralık 2009

18 OCAK 2006 / ÇARŞAMBA

Kendime notlar düşüyorum acı tatlı ne varsa küçük not defterlerine...
Kolyeler yapıyorum; hayatı bir uğraşa ve o uğraşın alacağı beğenilere dönüştürüyorum...
Para bile kazanıyorum arasıra...

Hayatımın akışı, hızla değişiyorken ben saatleri unutup, annenemin el emeği kenarı dantelli beyaz patiskadan çarşafı üzerinde kolyeler yapıyorum... O benim ilham perim sanki... Sanki o olmasa göremeyeceğim renkleri, ipleri, boncukları, taşları...

Bir blog açmaya karar veriyorum... Evren'in Takı'ntılı Dünyası
İlk blog yazımı yayınladığım tarih... Onsekiz Ocak İkibinaltı
Günlerden Çarşamba...





Hayat akıyor; Boncuklar, taşlar, ipler akıyor...
Günler değişiyor; Çarşamba, Perşembe, Cuma...
Yıllar değişiyor; 2006, 2007, 2008...


Ben bugün dönüp bakınca geçmişe, her beklentinin kendini farklı tasvir edişine gülümsüyorum. Artık, o dönemde neden en çok kolye yapmayı sevdiğimi biliyorum...

İpler, kordelalar boynunuma dolanan sımsıcak eller gibi...
Taşların her biri ayrı bir öpüş...
Boncuklar birer dokunuş...
Kolyeler, sevdiğim adam...

_______________________________________________

Neden kolye yapmıyorsun artık diyorlar, oysa ne zevkliydi hepsi... Teşekkür ediyorum beğenilerine, bir adam var diyorum, bir adam var düşümde değil gerçeğimde, kollarını boynuma doluyor, öpüyor her sabah uyanınca ve uyuturken masallar anlatıyor dokunurken yüzüme, gözlerime... Anlamıyorlar, çünkü bilmiyorlar, kolyeler kolye yapmak için değildi ki, para kazanmak için hiç değil... Sevmekti her biri bir parça, sevilmekti biraz da... Uyanmak istemediğim bir düşe yoldu ipler, köprüydü aşka kordelalar...


Yürekten yüreğe uzanan bir aşka yelken açınca; 
ne yola, ne de köprüye ihtiyacınız kalıyor aslında.

Hala soran olur arasıra;
evet derim yeni kolyeler yapmıyorum
ama isterseniz nasıl tamir edeceğinizi size de öğretebilirim...

Sevgi sizi tamamlayan bir kolye olarak süslesin boynunuzu
Ne dar gelsin ne de üzerinizden düşsün...



01 Aralık 2009

KULAĞIM BİLE ANLADI


Ayşe Arman bugün Hürriyet Gazetesi’ndeki köşesine Evren Yiğit’in bir yazısını aktarmış. Ben de bloguma taşımak istedim. Önce adı çekti ilgimi: Evren…

Ben yaşlarında olmalı diye düşündüm. Ben yaşlarında Evren isminde kız sayılıdır. Seksenlerle birlikte akın akın doğan Evren isimli erkek çocukları ile karşılaştırılamazlar bile.

Öyle midir acaba???
Sonra "google" da bir "search"

1978 doğumluymuş ve de erkekmiş. “Denizkızı”na ne oldu peki..? Sonra onun başka biri olduğunu fark ettim. Bir Evren Yiğit daha var ama onun bir de soyadı var: Geniş. Sonra başka sitelere de bakınca anladım. O Küstah dergisinin kadın kahramanıydı.  Kadındı… Belki benim yaşlarımdadır düşüncesi beni gülümsetti. Neden takıldım ki buna kadar…

Bir de tanım vardı onunla ilgili ekşi sözlükte; “Bond kızı karizmasında olup da Türkan Şoray ağırlığında olan.” Tekrar gülümsedim.

Sonunda öğrendim çok çok genç ama sıkı bir yetenek olduğunu.

Ve şimdi sıra yazıda.
Yazının bir başlığı var mıydı bilmiyorum ama ben ona bir başlık uydurdum burada…


_______________________________________________________________
KULAĞIM BİLE ANLADI

Kulağımın içi kaşınıyor.
Felaket.

Önce azar azar başlıyor kaşıntı, geceleri. Sonra artıyor. Kaşımak da bir zor ki kulağın içini. Bir türlü geçmiyor.


"Ne yapsam acaba?" diyorum. Günler geçtikçe daha da artıyor. Doktora gitmeye karar veriyorum. Arkadaşlarıma soruyorum "Tanıdığınız iyi bir kulak burun boğazcı var mı?" diye. "N’oldu ki?" diye soruyor arkadaşlarım. "Kaşınıyor kulağım" diyorum. "Uyuyamıyorum geceleri, kulak kaşınmasından!" Bir doktorun adını söylüyor bir tanesi. "Çok iyi doktordur" diyor. "Kimsenin çözemediğini çözer, iyileştiremediğini iyileştirir."


Gidiyorum doktora. Gözlüklü, şirin bir amca. Elinde bir büyüteç, kulağıma bakıyor.


Şaşırıyorum önce. "İçinde kaşıntı var" diyorum. "Öyle büyüteçle ne anlayacaksınız ki?"

"Yok" diyor, "Ben çoktan anladım ne olduğunu da, şimdi daha iyi görmek için bakıyorum." "Nedir?" diyorum doktora.
"Eski sözler kaçmış kulağınıza" diyor.
"Nasıl yani?" diyorum. "Kimin sözleri?"
"Bakacağız" diyor. Sonra bir alet çantasından kocaman, ucu ince, cımbıza benzer bir alet çıkarıyor. "Yan durun. Kıpırdamayın" diyor bana.
Biraz irkiliyorum."Eski sözler" diyorum, "Ha?" Cımbızın ucu kulağıma giriyor, canımı acıtmıyor nedense.
"Bir erkek sesi bu" diyor. Sanki bir uğultu duyuyorum. Cımbızı çıkarıyor kulağımdan. "Yalan kaçmış kulağınıza!" diyor doktor.
Yalana bakıyorum.
Küçücük bir şey gibi gözüküyor. "Vay be! Günlerdir kulağımı kaşındıran bu muymuş?
Hangi yalan peki?" diyorum. "Durun, bekleyin" diyor doktor. "Dikkatli olmamız lazım.
Tekrar kulağınıza kaçabilir. Önce şu deney tüpünün içine koyalım. Sonra serbest bırakırız." Yalanı tüpün içine koyuyor. Kapağını da kapıyor tüpün.
Serbest kalıyor yalan.
"Seni seviyorum" diye cılız bir ses geliyor tüpün içinden.
"Yalanmış ha?" diyorum.
Kulağım bile anlamış, kalbim hala anlamıyor...


_______________________________________________________________


Böyledir yüreğinde sevgiyi büyütebilenler.
Göz görür, kulak duyar, ten hisseder ama o koca yürek anlamaz.

Umarım yüreğinize inanan biri sevmiştir sizi.
Yoksa çok yazık: Hem size... Hem yüreğinize…


______________________________________________________________

İlk Yayın Tarihi  / 29.05.2006
Görsel / deviantART
Haberin Orjinali İçin / Hürriyet Arşiv

29 Kasım 2009

UMUT




Ne güzeldir sonbahar. 
Biraz hüzünlü, biraz yalnız…

Şaşırtır sizi, hatta bazen hazırlıksız yakalar. Biraz insanlar gibidir sonbahar. Güneş var diye güvenir ince giyinirsiniz, çok geçmez hava kararır ve yağmur başlar. Kızarsınız. Kendinize. Onun güneşli yanına güvendiğiniz için.

***
Bugün geldi bu fotoğraf, sevdiğim sonbaharın terkedilmişliğinin resmi gibiydi.

Biraz hüzünlü, biraz yalnız.
Sevdiğini bekler hali etkiledi beni.
O nedenle biraz da umut gibi....

_________________________________________

İlk Yayın Tarihi / 16.11.2006

NOKTA

.
Bitişi gözükmeyen bir başlangıç sadece bir noktadır   .
Sonra bir nokta daha koyarsın yanına   ..
Sonra bir nokta daha   ...
Birleşir noktalar bir kısa çizgi olurlar   _
Sonra uzar gider çizgi   _______________________
Artık başlangıçı gözükmeyen bir noktadır bitiş   .
.

28 Kasım 2009

AYRINTI




Yüreğin yansıması varsa yaşadığın anlarda
Ayrıntılarda yakalarsın mutluluğu.

Küçüktürler
ve
Her insan tarafından kolayca fark edilemezler...




Cyndi Lauper - Time After Time


SALINMAK



Sabah uyanınca denizlerin nemi değiyorsa yüzüne
Salınmak gerek mutluluktan...
Bir ileriye bir geriye...

AYNA



Korkma! Yüzleş kendinle...
Kaç farklı yüzü olabilir ki bir yüreğin...

AŞIKLAR



Oturdular en yüksek ağacın en uzağı gören dalına...
Gözlerinin içine baktılar...
Uzaktan geçen trende kendi düş yolculuklarını yaptılar...


27 Kasım 2009

AŞKA



Bembeyaz bir sabaha uyanmak;
İki başına kahvaltı etmek gibidir
Huzurlu ve sonsuz

ILIK




Ilık bir duştan daha keyiflidir küvete uzanmak
Dry martini ve yanında tek bir yeşil zeytinle