15 Ocak 2010

SESSİZCE







dudağıma fısılda
sessizce


sen bekle 
düşler düşsün gözkapaklarıma
sen sız
gözbebeklerime


ben  sana
uyanayım
sabahın ıssızlığı
bölünsün teninle
sen
 fısılda sessizce
gözlerime
gözlerin düşsün
sessizce
uzanıp öp
öp saatlerce
sessizce


 



____________________________
Fotoğraf  / Touch 3 by ~allysonriggs




14 Ocak 2010

YILGI SEN NE MENEM ÇOK ŞEYSİN...

Ayakta kalabilmenin, yılgılardan kurtulmanın son imkânı buradan geçiyordu. (*)


Türk Dil Kurumu Derleme Sözlüğü diyor ki, eğer olurda İzmir - Seyrek'e yolunuz düşerse, yılgının; Harman yerini çiğneyip düzeltmekte kullanılan taş merdane olduğunu bilmeliniz...


Yok yolunuz eğer,
Sivrihisar,
Tokat,
Bozan -Eskişehir
Bolu
Sinop
Çarşamba -Samsun
Merzifon -Amasya
Ünye -Ordu
Seyit, Piraziz -Giresun
Kelkit -Gümüşhane...

(bu liste uzayıp gidiyor)

 
Evet, yolunuz buralara düşerse, o zaman da yılgının at sürüsü için kullanıldığını bilmelisiniz... 
 
Oysa, Selim İleri fobilerden bahsediyordu... (Tesadüf yoktur!)

Bilenler bilir ki; yalnızlık, bir sıralama yapılsa herhalde listemin ilk sırasında ve büyük ihtimalle de tek başına yer alırdı, eğer soru; hayatta fobileriniz var mı olsaydı. Hiç yalnız kalmadığım halde, hep çevremde beni seven, sayan, sarılan, sarmalayanlarım olduğu halde neden yalnızlık kabusum ki... Soru neden olmayacaktı değil mi, niye diye sorulmalıydı. Sahi neydi, niye ile nedeni birbirinden ayıran. Neden olmakla sebep olmak arasındaki nüans geldi aklıma... Hemen sonrasında sayende ve yüzünden... Kelimeler... Ah, kelimeler, bazen ne çok bazen ne yoksunuz... Kelimelere takılmayacaksın derdi bir arkadaşım, sevmek davranışta belli eder kendini. Bakacağın ilk şey de şu olmalı; imkanı varken ve yapılacak belliyken eğer yapma niyetinde bile değilse bir kişi arkadaş etmeyeceksin onu kendine, samimi değildir.

Kafam mı karışık ne... Bıraktım akıp gidiyor, kelimeler yolunu buluyor. Bakalım vardığı yer neresi olacak. Burasıymış. Tam burada tükenmiş kelimeler.

Şimdi; imkanı varken ve yapılacak belliyken, yapmaya gidiyor bu kadın. Yalnızlığı dost edindiğinden beri sanrıları azalsa da, ayakta kalabilmenin, yılgılardan kurtulmanın son imkanı yazmaktan geçiyor, tanıyor kendini, biliyor tedavisinin yöntemini.
Evet, şimdi gidiyor; içini dışına yazıp, yazdığını kendine ayna yapmaya... Aynadaki her bir görüntüsünü dondurup, çerçeveleyip duvara asmaya gidiyor.

O da ne!  
Duvarları dolmuş. Taşmış hatta.
Bazen duvarları yıkmak gerek biliyor.
Bazen yeni yüzlere, yeni yüreklere, yeni anlara yer açmak için;
önce duvarı yıkmak, sonra yeniden örmek gerek biliyor.

Gün, bu gündür !!!
 

_______________________________________________
 
Fotoğraf 1 / Horses by ~gimbulate
Fotoğraf 2 / Mirror by ~Royalshake

13 Ocak 2010

AŞKKUŞAĞI

Dün bu saatler; parlak bir gökyüzü, güneşe sevdasını yüklemiş bir ben:
Bir kasabanın tezek kokulu yeşilliği sardı beni...
Vurdum kendimi yollara, nereye varacağını bilmediğim bir yolcuyum.

Bugün dünkü saatler; kapkara bir gökyüzü, yağmura gözyaşını vermiş bir ben:

Düşünceler;
Oysa ne kadar da ne istediğini bilendim senden önce. Ne beklediğini hatta... Karşıma dikilip hız mı kestin... Yoksa arkamdan  esip yol mu verdin... Söylesene aşk, sana doğru yola çıkan bir yolcunun, rüzgarı kesilmişse ya da bir ağaç devrilip de kapatmışsa yolunu, bir patikadan geçmek şart mı?

Beklemek çözüm değil midir aşka,  rutubetli bir kuytuda. Nefes almak mümkün olmasa ve karanlık çöküp de korku sarsa her bir yanını, aşk değil mi bu, vız gelmez mi bütün olanlar ona...


Karşı Duruş;
Ey hayat, inadına bilmediğim yerlerden çıkıyorsun karşıma, inadına ezberleyip de unutmak istediğim yerlerden. Aşk kadar güçlü değil miyim sanıyorsun, aşk kadar cesur, aşk kadar korkusuz... Yanılıyorsun; hep dönüp dolaşıp sana tutunuyorsam, bil ki adım aşk olmasa da yüreğimde sadece aşk olduğu içindir. Rüzgar olup esmesini de bilirim, kuş olup göçmesini de, ama bana aşktan vazgeç deme...

Teslimiyet;
Şimdi izninle, bir kasabanın tezek kokulu yeşilliğinde kaybeceğim bütün renklerini aşkkuşağımın, yeniden aşk yeşersin diye kasabanın topraklarında gömeceğim tohumlarımı... Biliyorum yüreğim verimlidir, biliyorum tohumlarım yediverendir... Sen sadece yağdır hayat yağmurlarını üstüme üstüme. Essin meltemin, çıksın fırtınan, kavursun sıcağın... Aşk ana bildiği gibi işlesin yüreğimi, sanma ki senden istediğim bir mucize, bilirim aşk yeşerdiğindedir en büyük mucize...

O yüzden ister karşıma dikilip hızımı kes...
İster  arkamdan esip yol ver...
Ben bu aşkın yolcusuyum bir kere; yolum çıkar elbet kendimden bile büyük bir yüreğe...

_______________________________________

Fotoğraf / RainbowHeart by ~Tamra89

SABAH SABAH




Sabah sabah acıyla uyandım güne… Oysa ne güzeldi gecemiz. Sen hiç olmadığın kadar anlayışlıydın bana. Hatta bir ara kalkıp masayı toplamama bile yardım ettin. Bir tuzluk taşıdın ama olsun… Dışarıda yağmur yağıyordu. Loş bir ışık eve huzur veriyordu her zamanki gibi. Evdeki mumlar titrek ışıklarıyla eşlik diyordu gecemize, garip bir tedirginlik vardı mumların ışığında. Fonda o hep tanıdık tını… Mutluydum ben ve sen hiç olmadığın kadar yakındın bana. Yüzümü okşadın önce, elimi tuttun sonra ve ayağa kaldırdın beni. Sıkıca belimi kavradın ve başladık dans etmeye.

Teninin kokusunu çektim içime. Sen baktın gözlerime. Şarkıyı mırıldanıyordun belli belirsiz. Sonra döndürüyordun beni defalarca. Bir şey söylemek istiyordun da sanki sözcükler çıkmak istemiyordu. Müzik bittiğinde beni şöyle bir döndürdün etrafımda. Kendine çektin sonra. Hiç öpmediğin gibi öptün beni. Bir şey olacaktı o gece ben hissediyordum, sen biliyordun. Ama geciktiriyorduk her ikimizde…

Oturduk koltuğun köşesine. Sen sarmaladın beni kollarınla sanki son kez sarılıyormuşçasına. Öptün öptün öptün saçımın her telini. Parmaklarımı, tenimi. Bakışlarını kaçırıyordun hissettim. Sırtımı sana yaslamıştım. Güven duymadığın anlar vardır ya… Hani derdin sen bana “Bir şey söylemene gerek yok, sen gel yaslan bana. Ben senin limanınım bunu hiçbir zaman unutma” Yok bu sefer öyle güçlü durmuyordun arkamda. Hatta kendi bedenimi taşıyabileyim diye geriye atıyordun bedenini usulca. Hem anlaşılmasın istiyordun hem de fark edilsin. Nasıl olacaktı ki bu söylesene bana.

Sonra sen yüzümü yüzüne çevirdin. Baktın gözlerinle söylediğini ben anlatayım diye yalvardın bana. Bildik bir cümle döküldü dudaklarından belli belirsiz. “Sen çok iyisin… Sen bana karşı her zaman sabırlı, her zaman anlayışlıydın” Sustum sadece ve susmanı diledim sessizce. Sen sustun. Bir şey söylemeyecek misin dedin. Hiçbir şey söylemeyecektim. Ama içim haykırıyordu avazım çıktığı kadar; bağır bağır bağırıyordum ben sana. Ama kıyamazdım ki sana. Sesimi yükseltip incitemezdim ki erkeğimi. Sustum. Bir an önce o kapıdan çıkman için yalvarıyordu gözlerim.

Sen fark etmedin ama o son bakışında: Elimi tuttun, avucuma bir şey bıraktın. Al bunu koy yüreğine dedin. Unutma beni. Öyle parlaktı ki o anda ne olduğunu anlayamadım. Aldım yüreğime koydum. Bir ağrı saplandı anlayamadım. Ben acının nerden kaynaklandığını bulmaya çabalarken… Çıktın. Sen gidince mutfağa attım kendimi, bulaşık yıkadım önce, sonra mumları söndürdüm ve ışığı açtım en parlak haliyle. Etrafı topladım. İçimdeki sesi duymamak için müziği en sonuna kadar açtım. Geceydi, geç olmuştu ama umursamadım. Neden sonra anladım, avucuma bıraktığın her neyse yara açtı içime. İçimde açılan yaranın çapı küçük olsun, yüzeysel olsun bir de çok acıtmasın diliyordum sadece.

Öyle olmadı… Günler geçtikçe derinleşti yaram. Acısı oturdu yüreğime. Yüreğim atmadı sonra bir ara. Kanım çekildi. Günlerce yatağımdan çıkmadan bekledim sessizce. O günden sonra… Sesin sesime değmedi… Yüreğin yüreğime… Tenin tenime…

Günler sonra bir sabah uyandım ben içimde tarifsiz bir acıyla...
Ne oldu, bu da nereden çıktı derken...
Bir şiir geldi aklıma;

“Eski bir aşk, yeni bir ayrılıktır her zaman.
Bunu kuşlar sorar, yıldızlar da anlatır;
kimse bilmez be canım
bir yara bir ömrü nasıl kanatır” (*)





__________________________________________________________
Fotoğraf
(*) Yılmaz Odabaşı – Bir Aşk Yara
İlk Yayın / Ocak 2009

12 Ocak 2010

KAR/ANLIK ÜRKÜTÜR


Karanlık ürkütür. Sessizliğin yankısını duydun mu sen hiç? Ben duydum... Kar yağıyordu. Kar zifiri karanlığın orta yerine usul usul düşüyordu. Her düştüğünde cılız, ürkek bir sessizlik büyüyor, büyüyor, beni yutuyordu. Gözlerimi açtım, gözlerim acıyordu... Sen gitmişitn... Gitme bile diyemedim. Kar yağıyordu.




Kar yağarken gitme
Dilim üşür
Sözcüklerim buz keser
Kal bile diyemez ellerim
Gidersen kaybolurum,
İz süremez gözlerim
Gitme..
Kaybolur karda izin...
Ü/rk/ş/ütür kar/anlık
Sıcağın bu kadar uzaktayken
Gitme...
Kar yağarken
Kal diyemez yüreğim.






_____________________________________________________________
Fotoğraf / let it snow. by ~julkusiowa


11 Ocak 2010

BİR YÜREK ve YEK DİĞERİ















bir yürek yek diğerinde atıyorsa, aşkın en halinden de ötedir yaşanan...
bir yürek yek diğeri için atıyorsa, zordur ve hatta bazen bir düştür karşılığı bile olmayan...



________________________________________
two hearts by ~perfectshots

HAYALLER VE VAATLER


Oturmuşuz bir ağacın dallarına, uzağa bakıyoruz birlikte... 
Hayaller kuruyoruz...
Her hayalin içine, biraz aşk, biraz umut, biraz heyecan katıyoruz...


Hayal kurmak biraz da vadetmek değil mi?
Değil diyor arkadaşım...
Herkesin hayali kendine...
İyi de diyorum, eğer o hayale katık ediliyorsan...
  O zaman iş değişir diyor...
Gülümsüyorum...
Kavramlar nasıl da kolayca şekil değiştiriyor.
İnsana nasıl da kaçaçak bir delik her daim bulunuyor.
Nasıl da insan bir hayali bir vaade, bir vaadi bir hayale dönüştürebiliyor.
Kelimeler konuşurken ağzımızdan bu kadar mı kolay çıkıyor.
Hiç düşünmeden, hiç karşımızdakinde nasıl bir etki bırakır bilemeden.

Bu sefer gülme sırası arkadaşımda.
Daha dün sabah öfkeli değil miydin...
Daha dün sabah ağzından çıkanlar seni sonrasında üzmedi mi?
Evet ama o başka diyorum, öfkeliydim...
Ne farkı var ki diyor, o da bir hayalini sana anlatıyordu.
Belki de sen kendini fark etmeden o hayale katık ettin.

Ağacın dalında tek başınayım şimdi...
Uzağa bakıyorum, çok uzağa...
Hayat bana birşey vadetmedi,
ama ben hep hayal ettim; uzakları çok uzakları...
Başka diyarlarda, farklı ülkelerin güzel yürekli insanlarını
ve bana uzak kültürlerini hayal ettim...
Şimdi dönüp bakıyorum da;
belli ki ben o hayalleri kendime hiç vadetmemişim...

Yoksa hala burada, bunları yazıyor olmazdım değil mi?