26 Ocak 2010

HESAP/ LAŞMA LÜTFENNNNNNNNN

İçindeki garip öfkeyi söküp atmayı başarsan diyorum, hani olur olmaz yerlerde birden çıkıyor ve sonra da neden çıktı ki diye hayıflanıyorsun ya, işte o öfkenden söz ediyorum. Sonrasındaki kendinle yaptığın konuşmaları mevzu bahis bile etmiyorum. Hatta bazen iç sesin zannettiğin ve birden öylece ortaya dökülen sesini ise burada bir detay olarak vermek istemiyorum.
Ben sadece seni uyarıyorum: Ya öfkeni kontrol et, ya da aptal insanlara tahammül et.
Ha bir de herkes senin kadar pratik bir zekaya sahip olamayabilir bunu da bi zahmet hesap et.

Bitti mi kendine söylenmen.
O zaman yaşamdan tat almaya devam et.

Aferin kendim...
Söz dinleyen beni severim.
Uysal atın tekmesi gibi olmasın suskunluğun, yoksa sabaha kadar seni derbeder ederim.
Şimdilik kırmızı bir şarabı hak ettin...
Keyfini çıkart derim...


Hadi şerefe kendim...

















Fotoğraf / Alıntı - Kaynağı Bilinmiyor

BİR SES İLE O SES ARASINDA SIKIŞIP KALIRSA YÜREK





Bir sabah uyanıyorsunuz, hoş zaten uyuduğunuza da uyku denmez ya, siz gene de uyudum uyandım diyorsunuz. Yüreğiniz üşüyor, kışa inat baharı yaşasanız da, yüreğinizde bir yer an geliyor donuyor.  Biliyorsunuz, bir sese muhtaç yürek üşüyor ve duysa bütün buzları eriyecek ama ses susuyor. Sonra bir sabah bildik ve beklenen sesin yerine bildik ama uzakta bir başka ses, yüreğinizi kocaman kucaklıyor... Yanağınızda bir damla yaşla bir yanı hala donuk yüreğinizin kıyısına bir sıcaklık yayıldığını hissediyorsunuz...

Aşk; mevsim normallerinde seyrediyor. Derin bir nefes alıp, iyi ki kocaman bir yüreğim var diyorsunuz. Her vedanın aşka dair olmadığnı, dostluğun resmedildiği bir vedada da aşka sığınıldığını öğreniyorsunuz.


___________________________________________________
Fotoğraf / 1x.com

25 Ocak 2010

UYUMADAN ÖNCE NOKTASINA VİRGÜLÜNE HATASINA YANLIŞINA DOKUNMADAN AKANLAR DURDURULAMAYANLAR VE DÜŞLERE DÜŞÜNCE HEM DE YANINDA BİR LİTRE GÖZYAŞI BEDAVA KAPANIN ELİNDE KALIYOOOOO KOŞ AHALİ KOŞŞŞŞ




Hayat sana da komik geliyor mu düşününce...


Düşlere düşünce...
Bebelere balon gibi birşey olmasa gerek...

Okyanus kıyısında bir ev... Beyaz verandada, beyaza boyanmış bambu bir koltuk...
Uyumadan önce neden bu düşü görür ki insan...

Kafam allak bullak...

Kelimeler zamansız, yersiz ve kafiyesiz... Doğal olarak da keyifsiz... Öylece akıp gitmiyorlar...
Gitmek isteyen kelimelerimde var elbet ama hepsinden her birinden bu gece kan damlıyor... Beyazlığa yakışmıyor. Tutuyorum onları avuçlarımda. Avuçlarımda buz mavisi kesikler kızarıyor...
Utanıyorum aklımın girdaplarında gezinmekten... Korkuyorum belki karşıma çıkacak kör kuyulardan...  Eski bir avrupa kentinin kanalizayonlarında gezinen sidikli bir kontesim... Söküp atmak istiyorum üstüme sinen kokuyu...
Beyazlığa yakışmıyor...


Okyanus kıyısında bir ev...
Beyaz verandada, beyaza boyanmış bambu bir koltuk...
Uyumadan önce neden bu düşü görür ki insan...

Düşlere düşünce...

Kesinlikle, bebelere balon gibi birşey olmasa gerek...

Katlanırsan patlarsın... Patlarsın, zamansız, yersiz, kafiyesiz... Ve de üstelik keyifsiz...
Oysa kabul etmek öyle midir? Zamanda akmak, kabullenmektir.
Duraksız gidişlerin, soluksuz bekleyişleri olurmuş... Güldürme beni...
Saçma bir cümle, yazmaya bile değmez... Silmeye bile hatta.
Bırak, aktığı gibi kalsın kelimeler...
Siyahsa siyah beyazsa beyaz...
Beyaz...

Eski bir şehrin penceresinde asılı kalmış bir nefes... Duydun mu?

Yazdıklarımı göremediğim bir karanlığın orta yerinde, beyaz bir kumsalın okyanusun sularında ıslanışına tanıklık ediyor düşüm...
Beyaz bir verandada beyaz bir bambu koltuk üzerinde, salınıyor yüreğim
Bir o yana bir bu yana...
Yeter!

Öyle beyazsın ki...
Düş gibisin aşk...
Düşmek gibisin...
Ama asla bebelere balon değilsin...

Düşlere düşüncesin...
Derinsin...
düşünce boğulacak kadar derin
ve yücesin
göklere kanat açtıracak kadar yüce

Yerde misini gökte misin?
in misin cin misin...
Portakalı soysam
baş ucumda belirir misin

deliriyorum galiba aşk...
yine de biliyorum


Düşlere düşünce...
Kesinlikle, bebelere balon gibi birşey değil...

AĞLAYAN KIŞ




Ne garipsin aşk
Zamansız bir gidişin ardından
Karda kalmış yapraklar gibisin
Bilirim;
Üzerine düşen kara değil üşümen
Sen en çok
Yüreğine düşen kederlerde titrersin
ince
    ince

Yaprak yaprak damlar senin acın
Kendi ağırlığınca düşüp
Sessizce toprağa karışırsın
ince
    ince

Güneş vurunca kahveliğe
Buhar olup ulaşırsın sen maviliğe

Ne garipsin aşk
Zamansız bir gidişin ardından
Sağnak sağnak
Yağarsın
ince
    ince

Kimse bilmez rengini
Bazen çelik bir mavi olursun
Bazen solgun bir menekşe pembesi
 Ağlarsın
   yüreğine
        yüreğine

ağlayan bir kış gibisin aşk
eriyorsun
ince
    ince


24 Ocak 2010

ŞU FELEĞİN İŞİNE BAK!



Bir pazar sabahıydı 20'li yaşlarımın başında, başımda kavak yelleri...
Bir pazar sabahıydı, uzun upuzun bir mektubun orta yerine düştü bir bomba.
İngilteredeki arkadaşıma televizyondan seyrettiklerimi yazıyordum satır satır gözyaşlarımla, sayfalar dolusuydu duygum, sayfalardan taşıyordu acım. Tüm kanallarda, radyolarda türküler eşlik ediyordu gözyaşlarına. Nasıl anlatılırdı bir türkü bir mektupta...


Ruhi Su sesleniyordu bir yanda;

Ankara'nın taşına bak
Gözlerimin yaşına
Uyan uyan Gazi Kemal
Şu feleğin işine bak!
Kılıcını vurdum taşa
Taş yarıldı baştan başa
Uyan da bak Gazi Kemal
Başımıza gelen işe.

Ankara'nın dardır yolu
Düşman aldı sağı, solu.
Sen gösterdin Paşam bize
Böyle günde doğru yolu.


Diğer yanda Selda Bağcan;

Bir Pazar Sabahıydı Ankara Kar Altında
Zemheri Ayazıydı Yaz Güneşi Koynunda
Ucuz Can Pazarıydı Kalemim Düştü Kana
Zalımlar Pusudaydı Bedenim Paramparça
Ucuz Can Pazarıydı Kalemim Düştü Kana

Uğurlar Olsun Uğurlar Olsun
Hüzünlü Bulutlar Yoldaşın Olsun
Bir Keskin Kalem Bir Kırık Gözlük
Yürekli Yiğitlere Hatıran Olsun


Çevirdim Anahtarı Apansız Bir Ölüme
Şarapnel Parçaları Saplandı Ciğerime
Ucuz Can Pazarıydı Kan Doldu Gözlerime
İsimsiz Korkuları Katmadım Yüreğime
Bembeyaz Doğruları Yaşadım Ölümüne


Uğurlar Olsun Uğurlar Olsun
Hüzünlü Bulutlar Yoldaşın Olsun
Bir Keskin Kalem Bir Kırık Gözlük
Yürekli Yiğitlere Hatıran Olsun



Annem ağlıyordu koltukta. Babam suspus uzanmıştı yatağına.
Evde bir yürek acısı, evde bir öfke vardı hayata; 17 yıldır dinmedi, dinmeyecek...


____________________________________________________________________________













23 Ocak 2010

BEYAZ HÜZÜN

Top sahasının çocukları tek tük döküldüler meydana; kardan adam yapacak kadar kar vardı ama onlar bir iki tekmeledi karı ve bir iki de kar topu yapıp birbirine attılar o kadar. Bir süre sonra geldikleri gibi hızla gözden kayboldular. Bir kız çocuğu, ellerinde eldiveni, karları yuvarladı tek başına. Kocaman bir top yaptı; daha küçükçe olanı ilk yaptığının üzerine koydu ve daha küçüğünü en üste. Kardan adamı tamamladı; kendi atkısını çıkarıp kardan adamın boynuna doladı. Bir öpücük kondurdu kardan adamın yanağına ve oradan uzaklaştı. Ben bütün bunları seyredebilmek için, tek kişilik koltuğumu cam kenarına getirdim. Camın kenarına koltuğu getirmek için eşyaların neredeyse tamamı yerinden oynamış oldu. Kız çocuğu karı yuvarlarken ben  eşyaları yuvarladım sağa sola.Şimdi tek kişilik koltuğuma oturmuş, elimde sıcak çikolatam, karın bir o yana bir bu yana flörtöz yağışını seyrederken, sıcak peteğime ayaklarımı uzatmış, yağan karın yumuşaklığında usul düşler kuruyorum. Bir şöminem olsaydı fikrinin ucundan yol alıp düşün kucağına düşmek üzereyken, kardan adamın kaşkoluna takılıyorum.  Onu bile bulamayan onca kardan çocuğun, adamın, kadının, bebeğin hüznünde, perdemi kapatıyorum. Göz görmeyince gönül üzülmez mi deniyorum.


22 Ocak 2010

YOLUN YÜREĞİNCE OLSUN...

____________________________________________________________

Aylar sonra;  7. Hafta / 1 saat

- Öyle hemen kabullenmedi bünyem olup biteni. Bataklığı görmeye devam ettim bir süre. Daha az suluydu. Etrafta kurtulmak için kuru dallar vardı. Tutup da geri düştüğüm çok oldu. Umutsuzca çırpınmaya devam ettiğim de... Kuruyan toprakları gözyaşlarımla ıslatıp yeniden bataklığa dönüştürmeyi bile başardığım zamanlar oldu biliyor musun? Yaptım yani, övünecek birşey olmadığını biliyorum. Sonra o kuru dallar toprağa karıştı. Ve belki de gözyaşlarımla yeniden yeşerip, filizlendi, bir süre sonra köklü ağaçlara dönüştü. Gövdesi kalın, kolları güçlü, bol yapraklı ağaçlara... O ağaçlar dallarınını uzattı bana. Gökyüzünde tatlı maviliğe büründüler; sonra turuncular, sarılar ve kırmızılarla dans ettiler...
- Daha rahat hissediyordun yani kendini… Fizilksel olarak da daha hareketli ve canlı… Daha dışa dönük ve yapıcı… Güven hissi ve cesaretle birlikte gelen; olumsuzluğu karşı ezici olma ve üstün gelme isteği… Umut doğdu desene... (Yüzünde nasıl da güzel bir gülümseme... Güveniyorum ben bu adama)
- Evet; hayata yarım bıraktığım yerden devam etmek isteği doğdu içimde. Giderek daha gerçekçi davranıyor ve ayrılığı kabulleniyordum.  An ve an bataklığa saplansam da... Artık kurtulmanın yolunu bulmuştum. Tek başıma başardım demek yanlış olur elbet. Böyle zamanlarda dostun ne demek olduğuınun daha bir farkına varıyor insan. Dostlarının onu sıkı sıkıya tutup da bırakmama haline sığınıyor, sarılıyor ve ayağa kalkıyor. Tıpkı yürümeyi öğrenen bir bebek gibi; düşe kalka... Tekrar sevebileceğini, sevilebileceğini öğreniyor. Hayat insana öğretiyor, öğrettiriyor, kafasına vura vura; yürek seninse, sevmeyi biliyorsa, içinde gizli bir umut varsa, yarına dönüp baktırıyor hayat... İnsan gömse de kendini yedi fersah denizlerde; bir dalgıç değerini bilip, seni su yüzüne çıkartıyor. Sen öğreniyorsun, geçmesi gerekenin zaman olmadığını; bir kağıda not düşüyorsun;



15 gün
geçmesi gereken zaman değilmiş
Arafta kalmak
acıtırmış
Kalmak
acıtırmış

Dostluk baktığın yerdeymiş
Baktığın yerde gördüklerin
İçindeki yalnızlıktan daha güçlüymüş


Güç içindeymiş
İçin
dışındaymış
Yara alman bundanmış



- Zamandan değil senden geçmesi gerekmiyor mu acıtmaması için...(*) demişti bir arkadaşın değil mi?
- Benden geçti biliyor musun? Delip geçti... Acıtmadı mı sanıyorsun... Hem zamandan hem benden geçip giderken bir iz bırakmadı mı? Acıtmayan ama gözüme batan bir iz kaldı yüreğimde... Kalacak biliyorum... Ama sonsuzluk bitti. O rüyayı görmüyorum artık. O binadan düşmüyorum...  O bataklığın orta yerinde tüm çıplaklığımla kendimi boğmuyorum.......................... Artık bitti mi dersin... Bitti mi yani...
- Bitti.
- Söylesene şimdi ne yapacağım ben...
- Yeni bir yolculuğa çıkacaksın. Sorunların çözümü günlük deneyimlerden doğar, nesnelere gerçekte oldukları gibi bakmaktan geçer. Onların olmaları gerektiği şekli düşünmekten değil. (**) demiştim sana hatırlıyor musun? Sen bunu öğrendin. Oldukları gibi görebilmek, kabullenmektir. Hepimizin olmasını istediği çoğunlukla bir düştür. Bazı düşler, en yüksek yerlerden en hızlı düşüşlerle sonuçlanır. Oysa hayat, olması gerekenlerle değil, olanlarla resmeder kendini. Ve sen bu yeni yolculuğa, yüreğinin en mantıklı yerinde bile hala aşk varken ve artık olgunlaşmışken, son olmayacağını bilerek çıkacaksın biliyorum. Sen; yüreğinin götürdüğü yere gideceksin... (**) Yolun yüreğince olsun...


__________________________________________________________________SON__________

- Terminal dönemdeki hastalara ilişkin bilgiler için bu  Makale  den yararlanılmıştır.
- Bu yazıda değinilen; renklerin psikoloji üzerindeki etkileri internet kaynaklarından derlemedir.
- Bu yazı kendi yaşamımın bir anından kurgulanmıştır. Yerler, isimler ve diyaloglar hayalidir ve  beenmaya'nın 15 Fırça Darbesi  isimli yazıma yorumundan (*) sonra yazılmaya başlanmıştır. 
(**) Yüreğinin Götürdüğü Yere Git - Susanna Tamaro'nun kitabının adıdır ve cümle o kitaptan alınmıştır.  
- Fotoğraf / 1x.com