14 Şubat 2010

SEN HEP OL YÜREĞİMDE



Yaşamın kendi rutin akışında,  bazen bir kahve içimlik sohbetlere karışıyoruz seninle, bazen uzun sahil yürüyüşlerinin iyotu oluyorsun buram buram... Rakı sofrasında gelip karşıma oturuyorsun en çok… Ya da bir kadeh kırmızı şarabımı elime alıp köşe koltuğuma uzanınca, uzanıveriyorsun yanıma... İyi dileklerimizi esirgemeyip yolumuza devam ediyoruz kaldığımız yerden. Yaralar açarken birlikteydik diye herhalde, kapatırken de karşılaşıyoruz her seferinde…

Olur olmadık zamanlarda düşüyorsun aklıma;
İçimden geçense hep aynı:
Gene mi çıktın karşıma...


Durup dururken bir köşeden gülümsüyorsun
İçimi kıpırdatıyorsun aniden
İyi yapıyorsun be yüreğimin sevgisi
Her şeye rağmen iyi geliyorsun sen bana…
Hep ol yarınlarımda...
Hep ol, şimdiki gibi...





________________________________
Fotoğraf  / deviantART


HOŞÇAKAL SEVGİLİM

Bazı vedaların gitme kal diye yalvardığı olur, sağırdır yürek, gider...




Yasmin Levy - Adiós Querida


Nasıl kapalı bir hava, nasıl karanlık çöktü günün ortasına...
Bilir misin, nasıl çaresizce bir ses arar yürek böyle zamanlarda...

Biriktirdiği hüzün olan bir kadın için,
Ağlamasına sebep cılız bir damla;
Taşırır bilmezsin, yüreğin daha önce bu kadar dolmadıysa...

Kadın kafasını kaldırır göğe, bir umut arar gibi...
Gök gürler; 'hazırım eşliğe' der gibi...

Yasmin Levy'nin sesine gizlenmiş o mistik damla düşer yüreğe daha ilk adioda...
Gök son bir kez gürleyerek, kadına döker içindekileri...
Kadın taşar... Kendinde saklı keridasına; adio, adio kerida diye yalvarır gibi...



_______________________________________________________________
Adiós Querida için Deep Sound'a teşekkürler...
Fotoğraf / Anca Cernoschi
Adiós Querida / Hoşçakal Sevgilim

13 Şubat 2010

BAZEN DAHA FAZLASIDIR AN / MORNA

Konsere gidelim mi dedi, hasta yatağından tuvalete gitmek için bile yardım alırken, elinde İş Sanatın o ay ki programı, bıraksan yürüyerek gidiverecek gibiydi... Gözlerindeki ışığı gördüğümde, hayır diyemedim. Eşi ve benim eşim o gece için hazırlanıp keyifle o konsere gidecektik. Heyecanlıydık, eşim daha önce yurtdışında da seyrettiği çıplak ayaklı divayı bir kez de Türkiye'de seyredecek olmaktan yana mutluydu. Bense divayla ilk defa tanışacaktım.

Akşam yemeğini, Kuledeki Sushico'da yemeğe karar verdik. Benim en sevdiğim Çinlilerden biriydi İstanbul'da yaşarken... Bak şimdi İstanbul deyince, gözümün önüne Mezzaluna geldi. O bir İtalyan... Onu da çok severdim. Ama Çinlinin yeri gönlümde bambaşkaydı. Yola koyulduğumuzda konsere iki saat kalmıştı. Arabayı eşim kullanıyordu ve o ön koltukta oturmuş neredeyse 40 yıl gittiği mekanına, özellikle de bir dönem yaşamını etkilemiş bir sanatçıyı dinlemek üzere gidiyor olmanın keyfini sürüyordu. Mutluydu. Heyecanlıydı. Enerjisinin giderek çoğalmasını seyretmek eşinin zaten parıltılı mavilikteki gözbebeklerini uçsuz bucaksız denizlere çeviriyordu. Geçmişi yaşayarak bir kez daha, bir kez daha anlatıyordu dayı... Dayı derdik ona, kızım ve oğlum derdi bize... Çok severdi, hissederdik. Ziyaretine sıklıkla gelemeyen oğlu ve kızı yerine mi koymuştu bilmem ama seslenişindeki sıcaklığını  ve içtenliği her seferinde hissederdik. O kadar heyecanla konuşuyordu ki, kelimeleri hiçbir yere sığmıyor, bir bahar akşamının ılıklığında esen rüzgara karışıp boğazın sularına bırakıyordu kendilerini...

İş Kulelerini anlattı bize, 1998 yılına kadar uzandı anılar... Sendika'da olanlar; Türkiye'nin siyasi ve ekonomik durumu üzerine göndermelerle süslenmişti... Anılar... Anılar...

İş Kuleleri, antik tapınakları andıran granit yüzeyli, kahve-bej renklerin hakim olduğu başlangıç katları ile tezat oluşturan metal-cam karışımı mavi-gri kulelerden oluşmaktaydı. İlk defa içeri girenlerin bu tezatlıktan etkilenmemesi mümkün değilmiş gibi gelmişti bana. Bu postmodern mimaride, bir Çinli... Keyifli olacaktı, belliydi. Masaya en son gelen ballı kavrulmuş ceviz hem ağzımızın tadını katmerlemiş hem de bize konser saatinin çok yaklaştığını hatırlatmıştı.

Biletlerimiz neredeyse, divanın yanındaydı. Öyle yakın öyle içiçeydik ki; ben henüz bunun ne demek olacağının tam olarak farkında bile değildim. Orkestra yerini aldı... Bir kadın, çıplak ayaklarıyla sahneye doğru yaklaşırken bile salon alkıştan yıkılmak üzereydi. Duru bir ses, ama nasıl sıcak, ama nasıl yakıyor...

An duruyor, gözgöze geliyoruz, elini uzatıyor; öyle ki beni elimden tutup sahneye çıkartıyor. İlk defa dinlediğim şarkıları onunla söylüyorum. Ünlenmesi 50li yaşlarını bulmuş bu divanın, kendi deyimiyle "aç insanlarla, dünyanın fakir halklarıyla dayanışma içinde olmak amacıyla" sahneye gösterişli ayakkabılar yerine çıplak ayakla çıkmayı tercih edişinin niyelerini, kendimi çocukluktan beri Afrikaya bağlı hissettiğimden olsa gerek, anlıyorum.

Afrika'nın kuzey batısında, okyanusun turkuazında, kendimi adalar ülkesi Cape Verde'nin puzzle topraklarına bırakıyor, bir adadan bir adaya çıplak ayak dolanıyorum. Cesaria Evora'nın sesinin tınısında, yüreğimin derinlerindeki Afrika çağrısnın köklerini bulmaya gidiyorum.

Konser bitiyor... Herkes ayakta... Herkes ayakta ve o teninin karalığında kızarıyor. Diva yerini, yüreğince insana bırakıyor, gözümde daha da büyüyor... Bis için sahne aldığında, salon kulaklardan kolay kolay silinmeyecek bir sessizlikte; o duru sesiyle şarkısına başlıyor, havada öylece süzüldüğünüzü hissediyorsunuz; huzur, tüyden kanatlarında turkuaz bir sonsuzluğa bırakıyor yüreğinizi; sonra Afrika'nın karalığında, doğasının yeşilinde, yer altı zenginliklerinin sarısında ve özgürlük uğruna akıtılan kırmızısında, onunla birlikte akıyor sesiniz gürül gürül: Sodade sodade diye diye...






___________________________________________________
Morna / Hüzünlü Şarkılar
Fotoğraflar / İnternet

SABAH OLSA














Ne zaman erken diyebileceğim bir saatte uyusam, sabaha karşı üç dört gibi uyanırım. Kendi saatim bana uyanma vakti der, bakarım etrafıma, yaşam durmuş. Ben neden duramamışım bilmem.

***

Rüyalar görüyorum. Bu normal. Rüyalarımı unutuyorum. Bu da normal. Sabah uyandığımda neredeyse hep unutuyorum ama gece yarısı rüyadan uyanır da su içersem çoğunlukla hatırlıyorum. Bu normal mi bilmiyorum. Yani rüya ve su ilişkisi... Uyanır uyanmaz not aldım aldım, 1-2 saat içinde herşey sis bulutu, ben sadece rüya gördüğümü hatırlıyorum ama ne olduğunu asla bulamıyorum. Her rüyamın üstüne de su içemem ki...

***

Bu gece küçük bir çocuk cep telefonumu çaldı. Annemle yürürken. Arkasından koşup yakaladım. Bir apartman kapısından girdi ve bir avluya çıktı. Çıkış yoktu. Kahveymiş orası, nasıl sevindim. Küçük hırsıza teşekkür bile ettim. Yepyeni bir yer keşfetmeme vesile olduğu için. Bu rüya bana ne demek istedi; önce bir şeyi kaybedeceğim sonra da bulduğuma daha çok mu sevineceğim. Belki... Bütün bunlar olduğunda ben zaten rüyamı tamamen unutmuş olacağım. O nedenle bana verdiği mesaj için şimdiden teşekkür edeyim.

***

Sabahın bu saatinde daha faydalı bir şey yapayım istiyorum ama okumaya yorgun gözüm kapanıp gidiyor, yazmaya düşkün el, dur durak bilmiyor. Aklın, fıldır fıldır dönen gözlerle resmedilebilecek haliyse giderek evlere şenlik bir hal alıyor.

***

Sevgili süpriz yaptı bu gece bana mutlu oldum. Sanki bir rüyadaydım. Koşuyordum. Yoksa hırsız o muydu, kalbimi çaldığı için peşinden koşuyor, yakaladığımda beni ulaştırdığı yerlerde mutlu mu oluyordum. Evet, evet rüyam böyle yorumlanınca pek bir güzel oldu. Gidip bir öpücük vereyim ve sıcağına uzanıp uykuma kaldığım yerden devam edeyim. Hem belli mi olur, az önce beni götürdüğü avlunun keyfine varmak için kahve kokusuna yükleriz aşkı... Buram buram...

***

Sabah olsa...

***

Sabah olsa deyince aklıma geldi, bir filmden karşılıklı bir replik...
"Bu gece hiç bitmese..." der genç kız sevgilisi ile geçirdikleri bir gecede... "Bu gece bitmesse yarın olmaz ve yarın sana yapacağım evlenme teklifini duyamazsın, o nedenle bir şey dileyeceksen o; bu gece çabuk bitse olsun" Ah... Siz de o genç kızın kalbinin o adam için sonsuz attığını hissettiniz mi?

***

Sabah olsa...



_________________________________________
Fotoğraf  / altphotos

12 Şubat 2010

BAZI İLİŞKİLER YÜRÜMEZ















Bazı ilişkiler yürümez...
Bu taraflardan en az biri kötü anlamına da gelmez...
İkisi de çok iyi olabilir, ikisi de herkes tarafından sevilen, beğenilen insanlar olabilir.
Ama bazı ilişkiler yürümez...

***

Aynı evde 40 yıl... Aynı yastıkta 30...
Bu matematiksel bir hata değil ve taraflardan biri gittiği için eksik kalan bir on yıl hiç değil.
Son on yılı ayrı odalarda yaşayıp, ortak bir hayatı paylaşmak zorunda kalan iki güzel yürekli insanın hazin ilişkisi... Ve bazı ilişkilerin yürümeyeceğinin en güzel resmi...

***

Bunu bilmeme rağmen, bazı ilişkilerimi yürütmek konusunda ısrarcı ve kararsız tutum takındığım çok olmuştur. Bir tür bağlılık ve bağımlılık arasında tam da arafta kalma hikayesi aslında...

***

Arafta kalmak, koşarak eve gelip kendini sevdiğinin kollarına atma hayali kurarken, kendini yalnız, soğuk çarşafa teslim edip ağlayamamak gibi...

***

Hani her yanın saklanmak isterken ve kendini kendi yalnızlığında boğmak; yüreğin sevmeye devam ettiğinden, koşup kendini gene ve yine ona bırakmayı istemek gibi...

***

Rakıyı dostlarla içerken suya ihtiyaç duymamak ama her yalnız kalışta susuz içmemek, illa ve illa su bardağına rakı bardağını arkadaş eylemek, çıkan sesi kendine dost bilmek... Bunu düşününce tuhaf, yaparken çok naif bulmak da arafta kalmak gibi...

***

Kendi sertliğinden canı yanan bir adamın, kendini en acımasız kelimelerle vurması, dağılması sonra da toparlanmak için kendine dönmesi, tekrar tekrar kendi canını yakması da bir çeşit arafta kalmak sanki...

***

Yalnız kalmak, bir akşam vakti, kutlanacak onca şey varken, kutlayacağın bir ses bile olmamasıdır...
Yalnız olmak, kutlayacak kişinin ille de o olmasını istemektendir... Yani basit bir tercihdir.

***

Basit tercihler de bazen 3 yanlışın bir doğruyu götürmesi gibi olabilir.

***

Odaları ayırmak basit bir çözüm gibidir. Yaşanmış onca güzelliği alıp götürebilir. Ama aynı evde, ayrı odalarda yaşamak bir yaşamı paylaşmak değil, paylaşıyormuş gibi yapabilmektir. Ve aslında çok daha fazla özen, sabır ve çaba gerektirir...

***

O vakit çözüm, rakı bardağını su bardağına arkadaş eyleyip, geceyi bir kutlamaya dönüştürmektir. Ne de olsa sevgililik, gün be gün bir kutsanma, kutlama değil ise, gün be gün yitip gitmenin eşiğinde olmak olabilir. Ve rakı ve su en iyi devam eden ilişkidir.

***

Bu bir sevgililer günü yazısı değildir, zaten bu blog yazarı da sevgililer gününü anlamlı bulmaz.
Ama sevgili ile geçen her bir anı çok ama çok anlamlı bulur ve değerini bilir.
Bu akşam ki kadehini de sevgiliye kaldırır. Onun da eyvallah dediğini duyarak...


____________________________________________
Görsel / Alıntı - Kaynağı Bilinmiyor

FOTOĞRAFIN FISILTISI / GELİN

Uçuşuyordu sevdam
Sen gelip koparmasan



Fotoğraf / Salvador Sabater

YİTİK BİR SUSUŞ



Küçüçük, sıcacık yaşamlara değen her zamansız ölümde
Yürekleri susuşlarıyla parçaladılar
Onlar daha çocuktular



Her ölüm zamansızdır. 
Zamansız bir kurşun ya da ip ne fark eder bir çocuk için
Ölüm çocuklarda zamana yayılır.
Yüreklerinde soğuk bir yük, hep yarına taşınır.
Yarına...
Oysa yarınlarına umut taşımalı çoçuklar
Sadece sıcak bir umut
Onlar daha çocuklar
Sadece birer çocuk





Fotoğraf lar / Altphotos 

_________________________________________________

Ölümler kol geziyor... 
Fark eder mi bir çocuk için babasının anasının teröre kurban gitmesi ya da intihar etmesi.
Töre cinayetinin de serseri kurşunun da açtığı yara çocuklarda bir.
Dün babasının naaşının başında annesine güç olmaya çalışan çocuğun gözlerini gördüm
Ölümün soğukluğu içime işledi.
Ana babasını zamansız kaybeden bütün çocuklar için dua ettim.
Yüreklerinde; onları yarınlara taşıyan sıcak bir umut olsun diledim.
Saygıyla...